"Böyle rahatsın değil mi? Bir yerin ağrıyor mu?" Endişeli gözlerle elime dokunduğunda ellerini avucumun içine aldım ve onları sırayla öptüm.
"Beni yataktan attığın zamanları düşündüğümde benim rahatımı bu kadar düşünmen gözlerimi yaşatmıyor değil." Gülerek konuştuğumda hafifçe karnıma vurdu, çok hafifti, canımı yakmaktan ölesiye korkuyordu. Zaten kemoterapi vücudumu öylesine çok yoruyordu ki günün büyük bölümünde uyuyordum. Uyumadığım zamanlarda ise birlikte vakit geçirmek için çabalıyorduk.
"Bunu yüzüme vurmaktan vazgeçmeyeceksin değil mi?" Bıkkınlıkla göz devirerek sorduğunda hafifçe yanağına vurdum.
"Çok yorgun görünüyorsun, neden biraz uyumayı denemiyor musun?" Uyuyamadığını biliyordum. Uykusunda gidecek olmamdan korkuyordu. Gözlerini açtığında artık bu dünyada olmadığımı duyacak olmasından korkuyordu.
"Gitmeyeceksin değil mi?" Bunun benim elimde olmadığını biliyordu ama sadece kendini rahatlatmak istiyordu, bu yüzden ona istediği şeyi verdim.
"Gitmeyeceğim." Yanımdaki yatağa kıvrılırken elini tuttum. Eğer şu işe yaramayan akciğerlerim o başını göğsüme koyduğunda acımıyor olsaydı sonsuza dek onu orada tutardım.
Bu halde olduğumuzu görmek beni üzüyordu.
Aslında belki sadece akciğer kanseri olsaydım atlatabileceğimi düşünebilirdim ama içtiğim alkoller de benim aleyhime tanıklık yapıp organ mahkemesinde karaciğerlerimi yetersizlikle suçlamıştı. Elimden gelen hiçbir şey yoktu.
Boğazımda hiç geçmek bilmeyen bir yumru vardı ve biliyordum ki aynısını Nessa'nın da hissettiğini biliyordum. Nefes almamı engelliyordu ve zaten bir oksijen atomu için can çekişen akciğerlerim daha fazla yorgun düşüyordu.
Günlerimin çoğunu ben gittiğimde Nessa'nın ne halde olacağını düşünerek geçiriyordum. Onun gülümsemesini görmek için çok uğraşmam gerekiyordu, yapamıyordu, dayanamıyordu.
"Zayn! Hemen gelin odasına gelmelisin!" Papyonumu aynada düzeltirken endişeli seslerle gelen anneme döndüm. Nessa'ya bir şey mi olmuştu?
Hızla, ne olduğunu bile sormadan odaya doğru koşturdum. Ayaklarım çıplaktı ama bu önemli değildi çünkü herkes gelin odasının kapısında toplanmış kaygılı gözlerle bana bakıyordu. Bir şey olduğu belliydi. Onları geçip kapıya vurduğum sırada odadan bir çığlık gelmişti.
O zamanlar beni o kadar korkutmuştu ki, ona bir şey olduğunu ya da zarar gördüğünü sanmıştım. Oysaki tek sorun kuaförün geç geleceğini söylemiş olmasıydı. Her zaman mükemmeliyetçi bir kişiliği vardı ve tamamen düzene takık birisiydi.
Attığı çığlıktan sonra hemen odaya girmiş ve gelinliğinin içinde duran sinirli kuğuya hayran bir şekilde bakmıştım. Aynı şekilde bana baktığını hissetmiştim. Onunla ilgili her şeyi hissederdim. Onu kollarımın arasına alıp sakinleştirmem kuaförün içeri girmesine kadar sürmüştü, daha sonra ise ekstra bir faciadan kurtulmak adına gelinliğini sonra giymesini istemiştim.
Bunu hep yapıyordu.
Makyaj yaptığı zamanlarda –özellikle üzerine hep şu yanağına ya da yüzüne sürdüğü tozlardan sürerken- bir şekilde malzemeleri kıyafetine bulaştırıyor ve sızlanıyordu. Onu bu zamanlarda daha tatlı buluyordum çünkü dudağını büzüyor ve küçük çocuk gibi ayaklarını yere vuruyordu.
Onunla ilgili her şeyi seviyordum.
Onun yemek yerken hızlı olmasını, çocukça davranıp beni güldürmesini, mor rengine olan takıntısını, yeri geldiğinde arsız bir kız olmasını – bunu en çok yatak odamızda görüyordum-, saçlarıyla oynamamı sevmesini, benden sürekli ilgi beklemesini ve aynı ilgiyi bana da vermesini seviyordum.
Onunla ilgili her şeyi biliyordum.
Arabada fotoğraf çekinmeyi seviyordu, stresliyken tırnaklarını zemine vuruyordu, saçlarını örmeyi ve onları uzun görmeyi seviyordu, sakallarımdan ve boynundan çok gıdıklanıyordu – aynı zamanda belinden de ki elimi uzatmamla bile koltuktan düşüyordu- sürekli limonlu su içiyordu, kahve ve kremayı çok seviyordu.
O başkaları gibi olmak için çabalamıyordu. Ya da farklı olmak için de uğraşmıyordu. O sadece kendisiydi.
Ona çiçek almam yerine kremşanti üzerine nar taneleri döküp versem daha fazla mutlu oluyordu. Doğum günlerinde ayıcık ve kâğıt helva istiyordu. Her doğum gününde mumları üflerken elimi tutuyor dilek dilerken ise elimi sıkıyordu.
Onun kendisi ile ilgili bilmediği veya daha önce fark etmediği şeyleri bile biliyordum.
Onun mükemmeliyetçi kişiliğini seviyorum çünkü beni kızdırdığı zamanlar gönlümü almak için hep şöyle söylüyor:
"Biliyorsun ben mükemmeliyetçi bir insanım ve her şeyim mükemmel olmak zorunda." Her bu cümleye başladığında onu affediyordum ama devam etmesi için ona bir şey söylemiyordum.
"Ve bil bakalım sen kime aitsin? Bana! Burada senin mükemmel olduğunu söylüyorum ama yüzüme bile bakmıyorsun!" Her zaman bu şekilde kendini haklı çıkarıyordu ve en sonunda onu güldürmek için çabalayan ben oluyordum.
Ben kusursuz değildim, o da kusursuz değildi. Bunu ikimizde biliyorduk.
Ama ne derler bilirsiniz, aşkın gözü kördür.
selam ben nessa :3
flop kaldım lololol
sevin beni :( -gift başrolü zen bey
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gift °zm°
Short StoryHasta bir bedenle sana verebileceğim en iyi şeyi verdim. Benim bir parçamı. ▲for you from me ▲