Çırpınırdı Karadeniz
Bakıp Türk'ün bayrağına
Ah ölmeden bir görseydim
Düşebilsem toprağınaSırmalar sarsam koluna
İnciler dizsem yoluna
Fırtınalar dursun yana
Yol ver Türk'ün bayrağına.Tok ve yalın sesiyle döktürdüğü türküyle dalıp gitmişti yine uzaklara. Tel örgülerle çevrili karakolun bahçesinde oturmuş dertli dertli iç çekiyordu bir yandan. Sabaha karşı dönmüşlerdi operasyondan ve soluğu bulundukları bölgenin hudut karakolunda almışlardı.
Kafkaslar'dan esen yeller
Şimdi Sana selam söyler
Olsun bütün Moskof eller
Kurban Türk'ün bayrağına.Ayrı düştüm dost elinden
Yıllar var ki çarpar sinem
Vefalı Türk geldi yine
Selam Türk'ün bayrağına.Kafkaslar'dan aşacağız
Türklüğe şan katacağız
Türk'ün şanlı bayrağını
Moskova'ya asacağız.Her mısrada bir anısı canlanıyordu gözlerinin önünde. Kâh güldüğü, kah kızdığı. Yeri geldiğin de ağladığı anılardı her biri.
Türkiye'de açmıştı gözlerini dünyaya. Lakin için de hep o ilk vatan hasretini hissederdi yine de. Kan çekiyor derdi ninesi. Çocukluğundan beri hep bu türküyü duyardı dedesinden. Topyekün kaldıkları evin bayıra bakan, taraçaya oturur, bir ilahi gibi dillendirirdi. Eski günlerini yâd ederdi kendince Raif dedesi.
İlk göçtüklerinde yerleştikleri yerde Abazya'dan gelen bir Türk'ten öğrenmişti oda bu türküyü.
Dün gibi aklındaydı dinlediği o hüzün kokan hikaye. "Mehmet, kendi köyüne yakın sınır köyüne gider, Türk tarafına bakarak yanık yanık bu türküyü söylermiş" diye anlatırdı dedesi. Kendinden pay biçerdi. Makedonya'da ana vatan hasreti çekenler, kendi topraklarından sürülünce bu kez de sineye başka bir yük biner, öz vatan hasreti eklenirdi.Çocuktu; anlamazdı Mehmet. Türkiye ana vatandı ya. Orası da doğduğu, büyüdüğü topraklardı Raif efendinin. 'Hasret çeke çeke göçüp gitti' derdi arkadaşı için. "Şuracıklarıma te büle oturur bir dağ. Burnumda tüter memleketim. Dilim lâl olur da, yüreciklerim susmaz be maksım (çocuk) te gideym diyim. A bu bacaklar koymay. Düver bana maksım (söyle bana çocuk) te bu ihtiyar n'etsin şimdi?" der boynunu çevirir kaderine razı olurdu.
O gün kavrayamadığını şimdi yüreğinde hissediyordu Mehmet. Çoğunlukla işi dalgaya vuruyor, kalbinden geçip gidenlere bir ket vuruyordu. Kendini kandırmaktı belki. Bir dedesinin doğduğu ilk yurdum dediği topraklara, Makedonya'ya hasretti. Bir de... O kara gözlere...
Ömrüne atılan bir kurşun gibiydi o gözler. Delip geçmişti sanki. Ah, o gözler... Aklını kurcalayan. Kalbini yakan.
~~~~~~~~~~~~~
KAÇAK'tan Mehmet'i hatırlayanlar var mı? Yine ve yine ekibin hikayesini yaz bilhassa Mehmet'i diyenler hortladı desem. Oldukça zorlu bir hikaye olabilir. Okur muydunuz acaba? 😏😊
Bir tarih veremiyorum. Yazdığımda sizinle buluşacak kahramanlarımız var. Gerçek anlamda kahramanlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖÇMEN (YAKINDA)
General Fiction-18 Ruhum; göçmen benim. Zamansız diyarlara uçan... Kalbim; bedenime dar kalmış arafta. Bir yanı zeytin gözlü cennet. Bir yanı, ateşten gömlek... Şubat 2014'de kurgulandı. 1 Eylül 2016'da yazılmaya başlandı.