Akşam yemeği yenmiş, bulaşıkları yıkıyordu genç kız. Aklı; uzak diyarlardaki bir meçhule dalmıştı. Ne yer, ne içerdi? Uykusuz günleri olurdu, biliyordu. Uyuyabiliyor muydu? Kış kapıya dayanmıştı yeniden. Televizyonda Balkan soğukları gelecek demişti hava durumunu sunan kadın. Dağlar, Karadenizin, Kaçkarları kadar soğuk olur muydu orda da? Üstüne örtecek battaniyesi, başını koyacak yastığı var mıydı?
Sahi! en son ne zaman görmüştü onun o gül cemalini? Islık çala çala geçerdi mahalleden. Belli ederdi hemen varlığını. Kapısında biraz fazla oyalanırdı sanki... Yada öyle sanmak hoşuna giderdi. Arada annesinden haber alırdı. Ya 'kahve bitmiş siz de var mı?' der yada tuz, şeker bahanesiyle sık sık kapısını aşındırırdı. Çeşmenin altında duruladığı vardağa ilişti gözü. Geçen yaz geldiğinde yaptığı ayranı içmişti bu bardaktan. Kırılır diye korkusuna dolapta bardak rafındaki en dibe koymuştu. Belli ki annesi çıkarmıştı. Duruladığı bardağı, kurulayıp ait olduğu yere koydu. Ta ki, sahibi tekrar gelip bir bardak ayran daha içene kadar. Yine şajadan şikayetlenir miydi acaba? 'Tuzu biraz az olmuş ama kıva mı fena değil. Öğrenecek senin bu kız Selma teyze' diye de dalga geçmişti deli. Aylar vardı ki, hasretti sesine. Şurda komşuydular. İnsan bir aramaz, hal hatır sormaz mıydı hiç? Olmadı selam göndermez miydi? Hiç hatırına da getirmez miydi?
Ah be deli gönül. Divane gönül. Olmadık adama yâr olmakta sana kısmetmiş. Aylarca beklersin, iki kelam etse de sesiyle ruhum şenlense dersin. Sonra o gelir, oturur, sana hiç bakmaz, konuşmazdı. Ama bazen, öyle anlar vardı ki, bir bakışıyla bedeninden ruhu çekiliverir gibi nefessiz kalırdı insan. Dudağı hafifçe kıvrılır, sessiz bir sohbet başlardı ikisi arasında sanki.
Öyle anlar olurdu ki? Kalbinden, aklından geçenleri okurmuş gibi utanırdı kız. Yüzü alı al, moru mor olurdu. Daha bir dikkat çekerdi o vakit. Doğuştan sürmeli kara gözlerini kaçırır, ellerini birbirine sürttüğünü fark etmezdi.
Çarşiya çifte çamlar oy
Sakisi yere damlar oy oy oy oy
Sevup alamiyanın oy
Yüreğuni buz bağlar oy oy oy oyEvun alti arpaluk oy
Evun kalabaluk oy oy oy oy
Yarim sen da var midur oy
Benum gibi sevdaluk oy oy oy oy
Annesinin bağırmasıyla türküsü dudaklarında yarım kaldı. "Efendim anne?"
"Kızım çay demlendi mi? Abinle yengen geldi." Bir telaş sardı içini. Ağabeyiyle arası iyi değildi bu sıralar. Hala kabullenememişti başını kapatmasını. 'Bu yüzyılda örtü de neymiş? Kaç yaşındasın daha? Bunun için mi okudun o kadar yıl, nasıl yapacaksın mesleğini?' diyerek bir yığın bahaneler dizmişti önüne. Kararlıydı lâkin. Aklına koyduğunu yapan biriydi o. Ağabeyi iki laf etti diye başını açacak değildi. Ellerini durulayıp, havluya sildi. Çay demini almıştı çoktan. Bardakları hazırlayıp, dikkatle döktü. Tepsiyi eline alıp sıkıntıyla oturma odasına yürüdü. Sakin bir gava hakimdi odada. Ağabeyi ona bir bakış atmış ve gülümsemişti. "Ver bakalım bir demli çay." Derin bir nefesi koyverdiğinde, kendini ne kadar kastığını o anda anladı. Rahatlamıştı. Sırayla dağıttığı çaylar bitince tepsiyi alıp mutfağa geçmek istedi yeniden.
"Hele bi' dur Yasemin? Kanlı mıyız biz, kaçıyorsun hemen?" Ağabeyinin imasıyla geri oturdu yerine genç kız.
"Yok Estağfirullaf abi. Bulaşıklar daha bitmedi de." Bitmişti aslında kurulayıp yerlerine dizecekti sadece. Niye olduğunu bilmiyordu fakat içinde bir sıkıntı peyda olmuştu.
"Anlatacaklarım var size. En çok sen duy Yasemin. Kulaklarını iyi aç?" Bir haberden ziyade bir tehdit gibi algılamıştı kız bunu. Sessiz kaldı.
"Hayırdır oğlum. Neymiş mesele?" Odada bulunan herkes meraktaydı. Bir kız duymak istemiyordu. İyi bir şey değildi, biliyordu. Hissediyordu. "Hayırlı bir kısmet var Yasemin'e. Bizim daireden Müdür Ayhan beyin yeğenine gelin arıyormuş ailesi. Ayhan beyinde aklına benim kız kardeşim olduğu gelmiş. Durumları iyi, esaslı bir aile dedi." Uzun bir konuşmadan sonra dili damağı kurumuş olacak, çayından bir yudum aldı geri bıraktı bardağı. Pür dikkat dinleyen ev ahalisinden bir tek genç kız kalanı duymak istemiyordu. "Aile; modern. Haliyle istedikleri gelin de öyle olsun istiyorlar. Ben de 'benim kardeşim okumuş, tahsilli. Kültürlü kız' dedim." Sustu ve direk kardeşine gözlerini dikti.
"Oğlum biz kendi halimizde bir aileyiz. Durumumuz belli. Dünür diye kabul ederler mi ki bizi?" Gülümsedi Selman. Kız, biliyordu ki o tebessümün ardında saklı olan gerçeği. Suskunluğu sabrındandı. Onun kalbi mühürlüydü. Anahtarı ise; uzak diyarlarda bir yiğidin elinde gizliydi. Haberi olmasa da...
"Ederler baba. Ederler de... Yasemin inadından vazgeçecek. Ve, o çaputu başından atacak" işte buraya kadardı sabrı. Ayağa fırladı oturduğu yerden.
"Günaha giriyorsun abi. O çaput dediğin benim örtüm. Allah'ın emri. Yapma!"
"Kes sesini! Okursun da adam olursun dedik. Gidip ne kadar gerici, yobaz arkadaş varsa buldun. Yetmedi; onlara benzedin. Ama bu kadar! Ben söz verdim Ayhan beye. Beni daha fazla utandıramazsın lan. Sen kimsin ki bana karşı geliyorsun? Ben senin abinim. Ben ne dersem o, olacak? O kafandaki de çıkacak. Evlilikte olacak!"
Taş yatağından oynamıştı artık. Bağlansa da durmaz, yuvarlana yuvarlana yolunu bulurdu. "Nasipten öteye köy yok abi. Senin demenle olmuyor her şey. Yalnız Allah; ol derse o, olur. Onun hükmü yanında senin ki bir hiç. Ne örtümden vaz geçerim. Ne de senin dediğinle evlenirim."
Bir an; yalnızca bir andı tüm bağları koparan. Meğer aynı karnı paylaşan iki kardeşin bağları pamuk ipliğine bağlıymış. Sert bir rüzgâr esmiş gibi savrulmuştu yere genç kız. İki eliyle dayandığı zeminde, yüzünde patlayan tokadın sesi kulaklarında çınlarken, kalbi çılgınca bir yarıştaydı. Yine ve yeniden sevdiği yeşil gözler düştü aklına. Haberi olsa, kurtarır mıydı onu da?..
-----
Devamı için sizi biraz daha bekleteceğim. Böyle ara ara şekerleme tadında alıntılar olacak ama.
Wattpad Perilerinden İnciler grubuna bekleniyorsunuz efenim.
Son: görüşlerinizi belirtin lütfen. 😄:-)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖÇMEN (YAKINDA)
General Fiction-18 Ruhum; göçmen benim. Zamansız diyarlara uçan... Kalbim; bedenime dar kalmış arafta. Bir yanı zeytin gözlü cennet. Bir yanı, ateşten gömlek... Şubat 2014'de kurgulandı. 1 Eylül 2016'da yazılmaya başlandı.