Yağmurlu bir sonbahar akşamıydı, Ankara’nın Gaziosmanpaşa semtindeki iki katlı evde olağan dışı bir kalabalık vardı. Akrabalar, aile dostları komşular karambolünden oluşan bu kalabalık, evin küçük erkeği Yiğit'in 6. yaş gününü kutlamak için toplanmıştı. Yiğit ise sadece anne ve babasını göreceği anı bekliyordu, öyle ya neredeyse bir sene geçmişti onları son görmesinin üzerinden. Ne kadar çok özlemişti anne babasını. Babası Türk asıllı bir Alman firmasında pazarlamacıydı annesiyse asistanlığını yapıyordu. İşleri dolayısıyla sürekli Roma Londra Berlin üçgeninde seyahat ediyorlardı.Yiğit bu sırada anasınıfına başlamıştı. Arkadaşlarını okula anne babası getirirken o hep dedesiyle gelmişti. Hatta bir keresinde arkadaşı senin annen baban yok mu demişti de ne zoruna gitmişti ama. Şiddetle bağırmıştı var benim annem babam var! Çocuk sorduğuna pişman olmuştu, o günden sonra yanına da yaklaşmamıştı pek
Sürekli yolculuk ettikleri için Yiğit'i yanlarına alamıyorlardı. Bir keresinde babasına neden hep gidiyorsun diye sormuştu. Babasının cevabı çok netti:
-Patron öyle istiyor evlat.O gün bu gündür patron denen adamdan nefret ediyordu Yiğit. Neden sevsindi ki annesiyle babasını ondan ayırmıştı patron.
Son geldiklerinde bir kez daha gideceklerini ve döndüklerinde dedesinin firmasında çalışmaya başlayacaklarını söylemiştiler. Yiğit:
-Peki patron sizi gene uzaklaştırmayacak mı? Diye sormuştu. Babası gülümseyip patron deden olacak demişti. Yiğit'in sonrasında sorduğu soruysa ciddiyetini asla bozmayan babasını bile güldürmüştü.
-Ne yani dedemin ismi de mi patron.Şimdiyse onların dönmelerini bekliyordu. Son kez dönmelerini…
Akrep ve yelkovan yuvarlak çerçevenin içinde ki turlarına aynı hızda devam etse de saatler geçmiyor, saniyeler akmıyor dakikalar birbirini kovalamıyordu. Adeta saatler geçiyor ama zaman geçmiyordu. Çevresindekiler sıkıldığını görüp önüne en sevdiği oyuncakları dizse de sanki eğlendirilmeye çalışılan kişi kendisi değilmiş de başkasıymışçasına umursamaz davranıyor, elini kokluyordu sürekli. Annesi gibi koktuğunu düşünürdü elinin, huzur veren bir koku… Büyüklerse onu eğlendirmek için her türlü şaklabanlığı yapıyorlardı, sahi neden hep büyükler vardı? Neden hiç çocuk yoktu?O bunları düşünürken zil çaldı Yiğit kapıya her kesten önce koşmak istese de büyüklerin kocaman bacaklarının arasında sıkışıp kaldı, sonunda kapıya ulaştığında ise hayal kırıklığına uğradı, yine bir misafir gelmişti
-Merhaba dedi yeni gelen misafir
Yiğit'in doğum günü için gelmiştik geç kalmadık ya?
-Buyurun, dedi. Kapının yanına çekilerek dedesi.O sırada Yiğit'in dikkatini, annesinin arkasında saklanan kız çekmişti. O da ne! O gelen Bâde miydi? İyi de onun doğum günü olduğunu Bâde nereden biliyordu. Gözleri dedesiyle buluşunca anladı, tabii ki dedesi davet etmişti. Ne düşünceli adamdı bu dedesi.
"Oğlum içeri davet etmeyecek misin Bâde'yi?" dediğinde düşüncelerinden ayrıldı.
Hoş geldin Bade, dedi.Bâde çekingen tavırlarıyla "hoş bulduk" dedi. Bade ve Yiğit büyüklerden ayrılıp Yiğit'in odasına geçtiler. Az önce o kadar insanın zorlamasıyla oynamadığı oyuncaklar şimdi onların dünyasının parçalarıydı. Yiğit kısa bir sürede olsa anne babasının yokluğunu unutmuştu, uzun bir süre oynadıktan sonra aşağıdan gelen sesin kesildiğini fark ettiler. Merdivenleri yavaş yavaş görünmemeye çalışarak indiler. Salonun ortasında mavi üniformalı bir polis duruyordu, yoksa çok mu gürültü yapmışlardı, gerçi bütün komşuları buradaydı, polisin işi bitmiş olmalıydı ki kimse yolcu etmeden çıkıp gitmişti
Dedesi Yiğit'e seslendi:
-Yiğit, hazırlan!Bir şey söylemesine fırsat vermeden kendisi de odasına geçti, Yiğit o an babaannesini gördü, kadın sanki bir anda yaşlanmıştı. Yiğit yukarı çıkıp bir ceket aldı döndüğünde Bâde annesiyle birlikte kapıdan çıkıyordu, Bâde dönüp Yiğit'e el salladı Yiğit’te aynı şekilde karşılık verdi.
Sadece beş dakika sona babaannesi dedesi ve Yiğit arabaya binmiş hastaneye doğru yola çıkmıştı. Yarım saatlik yolu on beş dakikada kat ederek hastaneye girdiler. Doğruca yoğun bakım ünitesine ilerlediler. Yiğit’i kapının önünde bırakıp doktorların uyarılarına aldırmadan açılan kapıdan üniteye daldılar. Tek tek bütün yataklara baktıkları halde onları bulamamışlardı, daha sonra oradaki doktorların biri aradıkları kişileri morga kaldırdıklarını söylemişti. İki yaşlı insan yoğun bakım ünitesinin ortasında omuz omuza yere oturmuş ağlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Șehrin Șamanı
AksiDüşünün. Bozuk kaldırımlarda kimi zaman çizgilere basmamaya özen göstererek, kimi zaman elinizdeki kara camlı mobil cihaza bakarak yürüyen, açken yemek yapmaya üşenem, yalniz hissettiğinde bir müzik açıp gözlerini kapatan ve düşler ülkesinin acılı ş...