|Bölüm 3| "İzin veriyorum. "
O gece Dean hayatında belki de hiç ağlamadığı kadar ağladı. Hatta belki de ilk defa ağlamıştı. 'O gece dışında tabii' diye düşündü Dean. O kırmızının en ölüm kokan tonuyla aydınlanmış gecede ağladığını iyi hatırlıyordu çünkü. Annesinin onu terk edişinde...
O gece o kadar çok ağlamıştı ki, çocuk kalbiyle kendine bir söz vermişti. Bir daha asla göz yaşlarını akıtmayacaktı yanaklarından. Kucağındaki altı aylık kardeşine bakarken 'Güçlü olmalıyım,' diye fısıldamıştı karanlığa. 'Sammy'yi korumalıyım...'
Korumak için kendi hayatını feda ettiği kardeşi ölmüştü şimdi.
Artık ağlayabilirdi belki. Ama hayır, dahası da vardı. Babasının gözünde ağlamanın hep zayıflık olduğunu hatırladı genç asker. Onu bu halde görse ondan utanırdı herhalde. Yine de babasının onu görebilmesini diledi.
Çünkü babası da hayatta değildi.
Soyadının getirdiği o aptal asaleti ve sorumluluğu tek başına taşıyordu şimdi. Bu hayatta artık tek başınaydı. Sevdiği herkes yaşama gözlerini yummuşken o tek başınaydı.
'Değilsin', dedi ruhundan gelen bir ses. 'Bencillik etme.'
Sonra omzunda ağladığı trençkotlu adamı hatırladı. Bunu düşününce utandı ve ensesine kadar kızardı avcı. Çünkü tanımadığı birinin yanında ağlamıştı.
'Hatırlamadığın,' diye düzeltti ses onu yine. 'Tanımadığın değil.'
Avcı artık bunu kabullenmeye başlıyordu. Trençkotluyla bir geçmişi olduğunu hatırlamasa da artık öyle olduğunu biliyordu. Çünkü onun kollarındayken tanıdık bir şeylerin kokusunu almıştı. Onun kolları huzur kokuyordu, ve Dean bu kokuyu ilk defa hissetmediğini o an anlamıştı.
İç çekti. Geçmişte her ne olduysa olmuştu, ama şimdi her şey karmakarışıktı ve Dean ne yapacağını bilemiyordu.
Belki de her şey bir rüyaydı? Her şey gözlerini kapattığında yok olup karanlığa karışacaktı ve Dean ucuz yol kenarı otellerinden birinin sert koltuğunda uyanıp Sam'le beraber kaldıkları yerden babalarını aramaya devam edeceklerdi?
Ama Dean gözlerini araladığı zaman son umut kırıntısının da ruhundan ayrılıp kendini yüksek bir binanın tepesinden aşağı attığını hissetti.
Boyası dökülmeye başlamış, geniş bir tavana bakıyordu. Uyandığından beri gözlerini kapalı tuttuğundan öyle aniden açınca acıdılar. Ellerini yüzüne götürüp gözlerini ovuştururken yattığı tek kişilik yatakta doğruldu. Umduğu gibi Sam odada değildi. Pencereden dışarı bakıp bahçedeki ağaçların arasından sızan gün ışığını gördüğü zaman o ucuz otellerden birinde olmadığını da anladı. Buraya nasıl geldiğini düşünürken kapı eşiğinde duran ve Dean'in henüz fark etmediği adam konuştu.
"Merhaba, Dean," Dean ayağa kalkmadı. Sadece ranzada otururken gözlerini Castiel'e dikti ve söyleyeceklerini bekledi.
"Dün gece olanlardan sonra uyuya kaldın," dedi Melek, Dean'in ağlaması hakkında nasıl konuşması gerektiğinden emin olmayarak. Açıklama yapma gereği duyuyordu ama Avcıyı kötü hissettirmek istemiyordu. İnsan ilişkilerinde iyi olmadığı gibi şu on sene öncesinin hatıralarına sahip olan Dean'le nasıl başa çıkabileceğine dair pek bir fikri de yoktu. Bu yüzden bilindik kısımları atlayarak sadece konuşmaya devam etti.
"Ben de seni en son av için kaldığımız eve getirdim." Dean adamın ona beraber avlandıklarını söylediğini hatırladı. Başını hafifçe iki yana sallarken Sammy ve babası dışında birine nasıl bu kadar güvenmiş olabileceğini düşündü. Hem de Melek olduğunu söyleyen birine. Bir Meleğe.
"Rüyanda ne gördün?" diye sordu Castiel birden. Avcı irkildi, gafil avlanmıştı. Melek sorusuna bir cevap gelmesini beklerken Dean'in yattığı yatağın karşısındaki kırmızı kadife renkli eski koltuğa geçti. Oturduğunda dizleri neredeyse Dean'inlere değmek üzereydi.
"Neden sordun?" dedi Dean, başka bir soruya yönlendirerek cevap vermekten kaçmaya çalışıyordu. Melek iç çekti.
"Rüyanda konuşuyordun." Avcı duraksadı.
"Ne söyledim?" Castiel konuşmaya başlamadan önce hafifçe omuzlarını silkti. Umursamaz görünmeyi deneyip Dean'i üzmemeye çalışıyordu. Dean'in acısı, onun da acısıydı ne de olsa.
"Birkaç ismi sayıkladın. Kardeşini falan. Sanırım kabus gördün..." Castiel'in dudaklarından dökülüp acı denizine karışanlar sadece birkaç cümleden ibaret olmalarına rağmen sona doğru mavileri buğulanmaya başladı. Bunu fark edince başını hemen öne eğdi Melek. Dolan gözlerini Avcının görmesini istemiyordu.
Castiel Dean'in acı çekmesi fikrine dayanamıyordu. Avcı pek çok şeyler atlatmıştı ve şimdi hepsini aynı anda yeniden yaşamak zorundaydı. Castiel ise gerektiği gibi onun yanında olamıyordu.
Sesinin titremesine engel olmaya çalışarak cevabını zaten bildiği soruyu yöneltti Avcıya.
"Bir şeyler hatırlayabildin mi?" Avcı da Meleği gibi öne eğdi başını iki yana salladıktan sonra.
"Sadece birkaç parça anı." Ama sen yoksun, diyemedi Avcı. Her nasılsa bunun Meleğin canını yakacağını biliyordu ve son birkaç günden sonra artık bu kesinlikle yapmak isteyeceği bir şey değildi. Hem Melek zaten anlamıştı ne kastettiğini.
"Sana yardım etmeme izin ver," dedi Castiel, Dean tanıdık gelen cümleye karşılık başını kaldırdı ve yeşillerini mavilerle buluşturdu.
"Sana hatırlatmama izin ver." diye tekrarladı Melek. Dean bir an için ne diyeceğini, ne demesi gerektiğini bilemedi. Ağzı kurumuştu. Yutkundu. Gece boyu ona işkence eden kabuslarını aklına getirdi. Hatırlamak istiyor muydu gerçekten? Ama hatırlayabileceği daha kötü ne olabilirdi ki? En azından sevdikleriyle geçirdiği güzel anılar için çabalaması gerektiğini düşündü. Belki böyle daha katlanılabilir bir hal alırdı hem hayatta kalan olmak.
Dudaklarını aralamadan önce bir kez daha Meleğe baktı. Onun için de çabalamalıydı.
"Tamam," dedi Avcı. "İzin veriyorum."
Kaybedebileceği neyi kalmıştı ki zaten?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Memory Loss // Destiel
FanfictionAvcı Dean ve Melek Castiel. Sahip oldukları tek şey birbirleriydi ve onlar birlikte o kadar güçlüydü ki durdurulamazlardı, çünkü aralarında yıkılması imkansız bir bağ vardı. Ya da en azından öyle deniyordu, kısa bir süre önce.