Zaman... İlkler ve sonlarla dolu, bazen geçmek bilmeyen bazen göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman. Saniye, saat, gün, ay, yıl. Ufak bir kum tanesinden kumsallara, uçsuz bucaksız çöllere dönüşmüş olan, asla durdurulamayan ve kısacık hayatımızdan akıp giden, sevinçleri, hüzünleri, pişmanlıkları geride bıraktıran.
Hiç bir şey yapamadan oturmuş zamanın geçmesini bekliyordu Merve. Kum tanelerinin parmaklarının arasından akmalarını izliyordu. Zamanı durduracak veya geri alabilecek bir aleti yoktu. Bulunduğu anda esir alındığını düşünüyordu. Hiç bir şey yapamıyordu. Zamandan, kendisinden aldıklarını geri vermesini istedi. Bir an sonra haksızlık etmiş olabileceğini düşündü, çok güzel anıları bir yana, kötü günlerin bir kısmı da geçip gitmişti. Kumlar şimdi sakindi. Günler, kumsaldaki ayak izlerine benziyordu. Küçük dalgalar geliyor, ayak izlerini silip götürüyordu. Sadece çok kısa bir süre önce kumsala derin izler bırakıyorlardı, büyük çukurlar açıyor, kumdan dev tepeler yapıyorlardı. Geriye baktığında çukurları, tepeleri görebiliyordu ama ayak izleri... Ayak izlerinden eser kalmamıştı. Sadece kum taneleri.
Keşke diye geçirdi içinden. Keşke yapabileceğimiz bir şey olsaydı. Yavaşça uzandığı koltuktan kalktı. Üzerine örtmüş olduğu şalı omuzlarına aldı ve oda da amaçsızca dolaşmaya başladı. Pencerenin yanına gitti ve dışarı baktı. Güneş yavaş yavaş tepenin arkasına saklanıyordu. Gökyüzü kırmızı ile turuncu arasında bir renkte duruyor, siyah örtü yavaş yavaş üstünü örtüyordu. Camın önünden kumsala baktı. Çok uzun bir sahilin, camın kendisine izin verdiği kadarını görebiliyordu. Hepimizin hayatı bu cam kadar diye düşündü. Bize izin verdiği kadarını görebiliyor, sadece o kadarında çukurlar açıp, derin izler bırakabiliyoruz. Ama onun öyle olmadığına inanmıştı, öyle olmadığına inanmak istemişti. O bir sürü farklı pencereden dışarı bakmıştı. Bir sürü çukur kazmış, zamanda izler bırakmıştı. İnanıyordu, O'na inanıyordu, sonsuzluğa, sonsuz yaşama inanıyordu.
Odanın içinde bir müddet daha dolaştı. Odayı mutfaktan ayıran tezgahın yanındaki basamağı çıktı. Amaçsızca bir kaç adımda mutfakta attı. Kiler kapısına baktı ve durdu. Aklına hep birlikteyken topladıkları üzümlerle yaptıkları şaraplar geldi. Kendi penceresinden görebildiği hayatına bırakılmış küçük bir iz daha.Kilerin kapısını açtı ve en uzaktaki duvara yürüdü. Raflarda yan yatırılmış olarak duran şişelere göz gezdirdi. Tozlanmış alt raflarda dünyanın çeşitli yerlerinden gelen kaliteli şaraplar ve kendi üretimleri olan yıllanmış şaraplar duruyordu. Üst raflarda tarihi daha yeni olan çeşitli şişeler ve hep birlikte yaptıkları, üzerine boş etiket yapıştırıp, hepsinin imzalarını attığı şişeler vardı. İçlerinden bir tanesini seçti ve raftan aldı. Şişenin üzerindeki etikete ve imzalarına baktı. Gülümsedi.
Kilerin kapısını kapattı ve elindeki şişe ile mutfağa geçti. Duvarda asılı duran saate baktı. Kum taneleri akıyor, akrep ve yelkovan ilerliyordu. Birazdan gelir diye düşündü. Elindeki şişeyi biraz zorlanarak da olsa açtı. Mutfak tezgahının üzerinde asılı duran şarap kadehlerinden iki tanesini alırken omzunda duran şalını düşürdü. Kadehleri ve şişeyi tek eline geçirdi ve düşen şalını alıp tekrar omzuna attı. Mutfağın yanındaki basamaktan yavaşça indi. Neredeyse tavandan başlayıp yere kadar inen sürgülü cam kapıya doğru yürüdü. Boşta olan eliyle kapıyı açtı. Dışarı adımını attığında verandanın ahşap zemini çıplak ayaklarının altında gıcırdadı. Bir kaç adım sonra verandanın basamaklarından indiğinde, akşam güneşinin son ışıklarına rağmen normalden daha koyu renkli gözüken kumlara bastı. Kumlar günün sıcaklığını korumaya devam ediyordu. Etrafına bakındı. Bir tarafında göz alabildiğine uzanan kumsal ve irili ufaklı bir sürü ev, diğer tarafında denize doğru uzanan kayalık bir tepe ve onun üzerinde çam ağaçları vardı. Kayalıklardan gelen sesleri dinledi. Kayalara çarpan suyun ve dalgaların sesinde huzur vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuz Savaş
FantasyYerin 7 kat altında ve göğün 7 kat üstünde hayat için verilen bir savaş.