Bölüm 3

8 5 0
                                    

"Yer Tanrılarının mağrur kraliçesi,

Gök Tanrılarının baş tacı,

Göğü titretir, yeri titretirsin.

Yükseklerde çakar,

Yere ateş atarsın.

Güney rüzgarı gibi sağırlatıcı emrin

Islık çalarak dağlara yayılır,

Uğuldayan fırtınan ile

Boşaltırsın ülkeye yağmuru.

Fırtına gibi saldırır

Kasırga gibi kudurursun"


M.Ö. 2500

Mezopotamya


Genç adam ormanın içinde, dikkatli adımlarla yürüyordu. Atacağı bir sonraki adımı görmek için yere bakıyor, mümkün olduğunca sessiz olmaya çalışıyordu. Bir kaç adım daha attıktan sonra yerde bir parça dışkı gördü. Yere eğildi, dışkıyı eline aldı ve sıktı. Yumuşak ve sulu olduğunu anladığında gülümsedi. Dizlerinin üzerine çöktü, önce gökyüzüne baktı. Güneş yeni yeni batıyor, karanlık çöküyordu. Ardından etrafına bakındı. Arazide oluşan küçük patikaları ve ağaçların azaldığı, çalıların kümelendiği bölümleri gördü. Ben tavşan olsam nereye saklanırdım diye geçirdi aklından. Bir tilkiden veya bir avcıdan rahatça kaçabileceğim yerler nereler olurdu? Çalılık alanın hemen arkasında duran yaşlı ağacı kendisi olsa saklanma yeri olarak seçeceğine karar verdi. Yavaş ve dikkatli adımlarla yaşlı ağacı karşıdan gören bir noktaya geçti. Eğer bir tavşan oradan dışarı fırlayacak ise doğrudan üstüne gelecekti. Sol dizini yere koydu, sağ eliyle sırtından bir ok aldı. Oku yaya yerleştirdi ve beklemeye başladı.


Bir süre sonra, ormanın sessizliğinde kurumuş otların kırılma sesi duyuldu. Biraz sessizlik ve ardından tekrar bir hışırtı. Genç adam, okunu yerleştirdiği yayını gerdi ve olabildiğince yavaş nefes almaya başladı. Ağacın gövdesinin önünde bulunan çalılar kıpırdadı. Çalıların içinden, gri boz rengi bir kafa ve bir çift kırmızı göz dışarı çıktı. Avcı ve avı bir an göz göze geldiler. Tavşan, çalıların içerisinden fırlayıp koşmaya başladı. Avcı gerdiği yayını serbest bıraktı. Bir ıslık sesi duyuldu, hemen ardından okun tavşanın vücuduna saplanma sesi. Genç adam gülümsedi. Diz çöktüğü yerden kalktı. Yayını sırtına geçirdi ve avının yanına gitti. Oku ve ucuna saplanmış tavşanı havaya kaldırdı. Tavşanı sıkıca kavradı ve oku saplandığı yönde dışarı çekti. Oku sağ tarafındaki çantasına, tavşanı sol tarafında asılı duran diğer tavşanın yanına yerleştirdi. Tam anlamıyla karanlık çökmeden geri dönebilirdi artık.


Genç avcı, ağaçların arasında geldiği patikadan geri yürümeye başladı. Esen hafif rüzgar, dalları ve yaprakları hareketlendiriyor, ağaçları dans ettiriyordu. Karanlık gökyüzünden süzülen ay ışığı patikayı görünür kılıyor, ormanın geri kalanına puslu bir hava veriyordu. Ormanın bu hali yaşayanlardan çok, hayaletlere ait gibiydi. Karanlığa, sise, soğuğa veya sıcağa aldırmadan ormana peydah olmuş ormanın hayaletlerine. Genç avcı artık hayaletlerden korkmuyordu. Ormanın ve hayaletlerinin seslerini tanıyordu. Ağaçlar ne kadar huzur içerisindeyse, hayaletleri de bir o kadar rahatsız durumdaydı. Bazı geceler ormanda çığlıklar duyulurdu. Acı içerisindeki hayaletlerin çığlıkları. Ama bunlar onların kendi acılarıydı. Yaşayanların değil, hayaletlerin çığlıkları. Bütün garip sesler insanlara korkutucu gelse de genç avcı hiç bir zaman zarar görmemişti. Ormanın derinliklerine karanlıkta gelmeye başladığı ilk zamanlarda ruhunu bir korku hissi sarıp sarmalamıştı. Okunu çıkarıp yayını hazırladığını bile hatırlıyordu. Sonrasında ise hiç bir şey olmamıştı. Hiç bir şey karşısına çıkmamıştı. Sadece sesler. Ürkütücü, tüyleri diken diken eden garip sesler. Ölüler ve canavarların kol kola gezdiğinin anlatıldığı orman, bir süre sonra onun için zararsız bir av mekanı olup çıkmıştı. İnsanlar buradan uzak durduğu sürece ormanı hayaletler ile paylaşabilir, ormanın içinde istediği gibi davranabilirdi. Kendine ait bir bölge, kendine ait bir orman.

Sonsuz SavaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin