"Bir zamanlar ne yılan vardı, ne akrep vardı,
Ne sırtlan vardı, ne arslan vardı.
Ne vahşi köpek vardı, ne kurt vardı,
Ne korku vardı, ne işkence vardı.
İnsanın düşmanı yoktu."*
M.Ö. 2500
Mezopotamya
"Benimle gel." dedi Enkiduma. "Eğer hızlı hareket edersek onlardan önce köye varabiliriz."
Yanındaki kızın söylediklerinden hiç bir şey anlamadığı kısa bir süre sonra aklına geldi genç adamın. "Seninle nasıl anlaşacağız acaba?" dedi dert yanarcasına. Kafasıyla ve eliyle işaret etti gitmeleri gerektiğini, ardından kızın elini tuttu ve kendine doğru çekti. Birlikte ormanın içinde yürümeye başladılar. Enkiduma, tek başına olsa ve koşsa kesinlikle adamlardan önce köye varabilirdi ancak şimdi yanındaki kızla birlikte emin olamıyordu. En azından hava kararmadan varmış oluruz diye düşündü. Sonra aklına gün batımında yapılacak tören geldi. Kahin, ondan temiz olmasını istemişti ama Enkiduma'nın her tarafı çamur ve hayvan dışkısı ile kaplıydı. Bu sefer gerçekten sinirlendirecekti onu ve o kızdığında karşısında olmaktan nefret ediyordu. Fazla laf etmezdi ama suskunluğu her zaman çok şey anlatırdı. Bakışları Enkiduma'nın içine işler ve kalbinin bir şekilde yavaşlamasını sağlardı. Enkiduma, böyle anlardan nefret ederdi.
"Daha hızlı gidebilir misin?" diye sordu kıza. Enkiduma'nın gözleri kızın anlamsız bakışları ile kesişti. "Aridne. Evet ismin buydu. Aridne." dedi Enkiduma. Olduğu yerde, koşarmış gibi yaptı, kollarını ve bacaklarını hareket ettirdi. Kız gülümsedi. Kafasını anladığını belli edecek şekilde aşağı ve yukarı salladı. Enkiduma, artık çok daha hızlı adımlarla, neredeyse koşarak ormanın derinliklerinde ilerlemeye başladı. Aridne, hiç oyalanmadan tam arkasından geliyordu. Enkiduma kızın onunla karşılaşıncaya kadar ne kadar yürütüldüğünü tahmin bile edemezdi. Yorgun olmalıydı, buna rağmen araları fazla açılmıyor, kız Enkiduma'ya ayak uyduruyordu. Diz boyu çalıların arasından, ağaçların bir sağından bir solundan geçerek ilerliyorlardı. Genç adam beline bağladığı deri su matarasını yokladı. İçerisinde çok az su kalmıştı. Kızın suya ihtiyacı olup olmadığını merak etti. Önce yavaşladı, sonra olduğu yerde durdu. Az sonra kız hemen yanında belirdi. Enkiduma, matarayı belinden çıkardı. Çok az suyu eline boşalttı ve içermiş gibi yaptı. Elindeki su ile dudaklarını ıslattı. Matarayı Aridne'ye uzattı. Aridne, önce mataranın ağzını kokladı, mataradan bir yudum aldı. Sonrasında tek bir dikişte, ağzının kenarlarından suları saçarak mataranın içindeki suyu bitirdi.
"Daha yolumuz vardı. Keşke hepsini bitirmeseydin." dedi Enkiduma. Kız anlamsız gözlerle ona baktı ve gülümsedi. Altın rengi saçları ve deniz rengi gözleri ile gülümseme birleştiğinde, insanın içindeki tüm karanlık noktaları dolduran bir ışığa dönüşüyordu. Enkiduma bir şey söyleyemedi, düşündü. Aklına, köyün hemen yanından geçen nehirin kollarından birinin ormanın içinde ufak bir yol oluşturduğu bölge geldi. Yolu biraz uzatacaklardı ama biraz daha suya ihtiyaçları olacağı kesindi.
"Bu taraftan, beni takip et." dedi kıza ve bulundukları yerden batıya doğru dönerek koşar adım gitmeye başladı. Enkiduma, arada sırada kafasını kaldırıp gökyüzüne bakıyor. Ağaç dallarının izin verdiği kadar güneşi görmeye çalışıyordu. Güneş ışıklarının etkisi azalmaya başlamış ve artık tam tepelerinden değil, gittikleri yönden onlara doğru geliyordu. Hava kararmadan köye ulaşmak için hala biraz zamanları vardı.
Enkiduma, bir süre daha koştuktan sonra durdu. Etrafına bakındı. Hemen önünde, ormanın diğer bölgelerinden biraz daha açık yeşil olan kısma baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuz Savaş
FantasyYerin 7 kat altında ve göğün 7 kat üstünde hayat için verilen bir savaş.