Bölüm 13: Alevlerin Gecesi

2.9K 263 47
                                    



 Genç çocuk, kendisine hınzırca bakıp yürüyüş teklif eden, vampire baktı. İçinden bir ses kesinlikle ona güvenmemesini söylüyordu. Eskiden olsaydı bu teklife gözü kapalı koşardı ama etrafında dönen olaylar yüzünden Sehun ister istemez şüpheci bir tavır takınmıştı. Lanet babası yüzünden geldiği hali düşünelecek olursa bunda gayette haklıydı. 

 Bazen sadece eski hayatını ve annesini özlüyordu. Durumları iyi olmasa bile evim diyebileceği bir yer vardı. O bile elinden alınmıştı bu yaratıklar yüzünden. Bunu sindirmesi gerçekten zordu. Hayata hep yenik başlamanın zorlukları onu ömür boyu bırakmayacaktı belkide. 

   Kyungsoo kararsız duran çocuğa baktı. ''Bizler hakkında daha çok şey öğrenmek istemez misin?'' Küçük bir çocuğu kandırıp, çalılıklara götürmeye çalışan yaşlı sapık pedofili hastaları gibi hissetti kendini. Bu iğrençti. Yüzünü buruşturdu. Elbette Sehun'a bir şey yapacak değildi. Tamam belki onu korkutmak için dağın başında bırakmak istiyor olabilirdi ama bu kadardı yani. Ona fiziksel bir zarar veremezdi. Helede Sehun'u, gölge gibi takip eden Jongin varken. 

 Evet, aslında Kyungsoo'nun asıl derdi. Jongin'i deli etmekti. Napsındı esmer olan onunla hiç mi hiç ilgilenmiyoırdu. Sürekli Luhan'ın peşinde koşup duruyor ve onun bekçi köpekliğini yapıyordu.

 Sehun cevap vermek üzereyken, salona ttüm ihtişamı ve karizmasıyla Jongin girmişti. Genç çocuk ona hayran hayran bakmaktan kendini alamamıştı çünkü herif, Luhan kadar olmasada yakışıklıydı be! Geriye yatırdığı saçları ve klasik giyimiyle demode olması gerekirken oldukça cool ve modern görünüyordu. Sehun'da demode giyiniyordu ama onun gibi karizmatik olmuyordu. Acaba nedeni saçlar mıydı? Bunu birazdan yukarıya çıkıp deneyecekti. Saçlarını geriye yatırdığında nasıl görüneceğini merak ediyordu. Yinede onlar gibi görünmeyeceğini biliyordu. Çevresinde vampir olupta çirkin olan bir tek varlık yoktu. Bu ne biçim işti! Onların canavar gibi görünmeleri gerekirdi. Alacakaranlık serisinden fırlamış gibi değil. Bunun haksızlık olduğunu düşündü. 

 Onu daldığı düşüncelerden ayıran, bir birine hırlayan Kyungsoo ve Jongin olmuştu. İki vampire dikkatini verdiğinde neden kavga etmek üzere olduklarını anlayamamıştı. Kafasını yana eğdiğinde, Jongin ''Sehun odana çık.'' dedi. Sesi tehditkar değildi. Sakince söylemişti. Ama Sehun onun sinirlendirilmemesi gereken biri olduğunu hissediyordu. Bu yüzden ikiliyi baş başa bırakıp odasının yolunu tuttu. Oysa o sadece Bayan Han'la biraz takılmak istemişti. Bu vampirlerin onunla zoru neydi ki?

 Tekrar odasına geldiğinde madalyonuna baktı. Bu güne kadar annesi haricinde kimse ona hediye almamıştı. İtiraf etmesi gerekirse bu biraz garipti. Gerçi Luhan bunu hediye gibi vermemişti. Nedensizce onu merak etti. Bir telefona sahip değildi. Üstelik telefonu olsa bile Luhan'ı arayıp 'Hey naber? Ne yapıyorsun?' gibisinden muhabbet kurabileciğini sanmıyordu hiç. Sıkıntıyla derin bir iç çekti. Kendi başına canı sıkılıyordu. Üstelik bu evde bir televizyon dahi yoktu. Hiç bir yerde. Sadece kitaplar vardı. Derin nefes aldı. Biraz kütüphaneyi keşfetme zamanı gelmişti. Şanslıysa dünya klasiklerinden bir iki kitap bulur okur ve vakit geçirirdi. Luhan'ı ve onun ne yaptığını düşünmek istemiyordu. Zaten o adamdan zerre haz etmiyordu. 

***

 Titreyen dizlerine rağmen ayakta durmaya çalıştı, güzel kadın. Karşısında ki adamın karşısında güçlü durmak zorundaydı. Ona karşı gelemeyeceğini biliyordu. Kılıcın seçtiği saf kan oydu ve diğer tüm safkanların ona itaat etmesi gerekiyordu.Bunu çok iyi biliyordu ama yinede bir gururu vardı. 

 Bir saf kan vampirin elinden her şeyi alabilirdiniz ama gururunu asla alamazdınız. Gözleri eski ateşini kaybetse bile karşısında sakince duran velihatta baktı. Kocasını gözünü kırpmadan öldürmüştü, beyaz saçlı olan. 

 Luhan, hala ona direnen dişi vampiri izliyordu. Eskiden gerçekten güzel olan bu kadın, şimdi bir zavallıydı. Luhan zavallılardan nefret ederdi. Üstelik, hain ve zavallılardan iki kat nefret ederdi. 

 Kafasını hafifçe yana eğdi ve gülümsedi. Göz alıcıydı. Dişi olan bile yaşına rağmen titredi. ''Ah, Carmen, güzeller güzeli Carmen! Şu haline bir bak.'' Alayla söylediğinde, dişi ona hırlamıştı. 

 ''Bu yaptığının bedelini ödeyeceksin velihat prens! Bunların hiç biri yanına kalmayacak. Eşime yaptıklarının cezasını çekeceksin!'' 

  Beyaz saçlı olan kuvvetli kahkahalarını serbest bıraktı. Karşısında durmaya hala cürret ediyor ve üstelik onu tehdit ediyordu. 

 ''Bana ihanet ettiniz. Kılıcımı çaldınız. Ne yapmamı bekliyordun kocanla seni tebrik mi etmeliydim.'' 

 ''O lanet kılıcın bizimle hiç bir alakası yok!'' 

''Gerçekten mi? Peki neden ben bu yalana inanmıyorum sevgili yengeciğim?'' 

 ''Ne düşündüğün umrumda bile değil! Jongin'inde aklını bulandırıp dayısına kıydırtdın. Hepsinin bedelini ödeyeceksin?'' 

 ''Hey bir insan gibi konuşuyorsun! Tatlım bizde akrabalık bağları pek güçlü olmaz biliyorsun değil mi? Jongin bana sadık önemli olan bu. Sen ve eşin onun umrunda dahi değilsiniz. Bu acı ama gerçek. Seni kimse kurtarmayacak. Sana merhamet etmeyeceğim. Kimse merhamet etmeyeceğim. Bana ait olana göz dikerek aç gözlülük ettiniz. Bunun cezasız kalmayacağını sanmayın.'' 

  Luhan, önündeki kadının gözlerine baktı. Onu yavaş yavaş öldürecekti. Ona karşı isyan eden kimseyi affedemezdi. İbret olsun diye, onu Pensilvanya'nın ortasında yavaş yavaş yakıyordu. Luhan istediğinde Güneşten bile daha sıcak olabilirdi. Sadece nefret etmesi yeterliydi. 

 Karşısında ki aciz beden çığlık çığlığa yanarken, gecenin karanlığında turuncu bir renk cümbüşü oluşturuyordu. Etrafında bir çok vampir vardı. Hepsini tek tek hissediyordu, beyaz saçlı saf kan. Gölgelerin içinde korkuyla titreyenlari, yanan dişi için üzülenleri, mutlu olanları, eğlenenleri, hepsini tek tek hissedebiliyordu. 

  Küller oradan oraya savrulmaya başladığında kırmızı gözleri normale döndü. Ama hala tatmin olamamıştı. Kendini kana susamış hissediyordu. Çok aç hissediyordu. Kimseye belli etmesede hala kılıcını bulamamın ezikliğini yaşıyordu. Kendisine ait bir şey alınmıştı bu ona hakaretten başka bir şey değildi. 

  Kılıç olmadan asla gece yürüyenlerin imparatoru olamazdı. O kılıç olması gerekiyordu. Varlığını hissediyordu. Doğduğu gün ona mühürlenmişti. Lucifer onu seçmişti. Luhan onun serbest kalmak isediğini biliyordu. Kılıcın içine mühürlenen İblis serbest kalmak istiyordu. Bu yüzden Luhan'ı seçmişti. Lakin, Beyaz saçlı olan saf kan onu kölesi yapmışken, serbest bırakmayacaktı elbette. Ama onsuzda yapamazdı. Babasını ancak bu şekilde tahtan indirebilirdi. Lucifere ihitiyacı vardı. Kılıca hopsolan kara ru sonuna kadar kölesi olarak kalacaktı.

 ''Onu gördünüz değil mi? Size daha güzel bir şey gösetereceğim.''  Diğer gece yürüyenlere seslendi. Sesi oldukça kudretli ve çarpıcıydı.

 Bir anda gecenin karanlığından çığlıklar yükselmeye başladığında Luhan şeytani bir kahkaha attı. Alevler ve oradan oraya koşan gece yürüyenler keyfini yerine getiriyordu. 

 O gece Luhan Pensilvanya'da tek bir gece yürüyen bırakmadı. Tam bir katliamdı. Hainler tam olduğu gibi infaz edilmiş, Pensilvanya kül olmuştu.

 Tüm bunlara rağmen beyaz saçlı vampir, kılıcını bulamamıştı. 

BLOODY SWORD / HANHUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin