28. Bölümde bıraktığımız yerden sonra 29’a kadar Effie’den kalan parçaları anlatan bir bölümdür. Sıkılıp sıkılmayacağınızdan emin olamadım, bu yüzden bölümden ayırdım bunu. İsteyen okusun, ama direk 29’u okursanız yine de kopuklukların olabileceğini bilin yani.
Ellerim çaprazladığım ayak bileklerimi bulurken çenemi göğsüme çekmiş olduğum dizlerime sürttüm.
Burada böylece kaç dakikadır, saattir, hatta belki de gündür oturduğumu bilmiyordum. Kurumuş göz yaşları ve kızarmış, ıslak bir burun bana kendimi defolu ürün gibi hissettiriyordu. Şakaklarımdaki keskin ağrı bu duruma yardımcı oluyor sayılmazdı.
Tuhaf olan bunların hiçbiri değildi. Kimsenin benden kalkıp yoluma devam etmemi -en azından beş dakika içinde- beklemediğini biliyordum. Burada oturup boşluğu izlemek değil; bunu yaparken düşündüğüm şey şaşırtıcıydı.
Eski ailemi düşünmüyordum.
Yeni ailemi düşünmüyordum.
Kim olduğumu düşünmüyordum.
Zayn’i düşünmüyordum.
Tek düşündüğüm ne kadar yalnız olduğumdu. Bunu fark etmem için neden hayatımın zombi kıyameti evresinin gelmesine ihtiyaç duymuş olduğumu bilmiyordum.
Yalnızdım.
Tanıdığım kimseye arkadaşça yaklaşmayı düşünmemiştim ve bir şekilde hayatımda yer edinebilmiş iki insan beni aldatana kadar bir sosyopat olduğumu fark etmemiştim.
Nasıl bu kadar aptal olabilirdim?
Nereye gidecektim? Kimden canım yanmadan nefes alabilmek için yardım isteyecektim? Sahip olduğum tek arkadaştan mı? Sahip olduğum tek sevgiliden mi? Sözde ailemden mi?
Düşünmesi komik geliyor, değil mi? Biliyorum, bence de öyle. Bunların, her insanın en azından birine sahip olduğu bu şeylerin hiçbirinin hayatımda olmaması değil komik olan. Benim öyle sanmam. Bir anlığına da olsa mutluluğa inanmış olmam. Asla bana ait olmamış birine aşık olmam.
Aynı hissettiğini sanmam ve bunun her şeye bedel olduğunu düşünmem. Bu kadar aptal olabilmem.
İşte komik olan kısmı burasıydı.
Ama artık bir önemi yok, diye duyurdu iç sesim, bir süredir sessizliğini koruyan düşüncelerime. Artık hiçbirinin önemi yok, bunu biliyorsun değil mi?
Biliyordum. Önemi yoktu. Bu defa farklıydı. Bu defa Zayn’i dinlemeye, ondan gerçeği söylemesini istemeye ihtiyacım yoktu. Bu defa geri dönüş yoktu. Havada kalan özürler, sözler ve affedişler yoktu.
Yeni bir aile istemiyordum. İçinde Zayn’in olduğu bir aile de istemiyordum. Teninde Zayn’den izler olan bir en yakın arkadaş da istemiyordum.
Bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Her şeyi reddettiğim anlamına geliyordu. Bu, ölsem aranacak kimsem olmayacağı anlamına geliyordu. Kimsem yoktu. Joji’den kalanı reddedince birkaç aydan fazlasına yetecek param yoktu. Kalacak bir yerim de öyle.
Ama iyi olacaktım. Her şey yoluna girecekti. Biliyordum. Hep öyle olmuştu. Zamanla kolaylaşacaktı. Bu kadar acı çekmeyecek ve nefes almakta zorlanmayacaktım. Acıyı dağıtmak için ağlamak istemeyecek ve cenin pozisyonu alıp uyuyana kadar hıçkırmayacaktım. Her şey yoluna girecekti.
Göz yaşlarımla birlikte kuruyan yanaklarıma düşen gün ışığıyla bacaklarımı gerip koltuktan kalktım. Hareketlerim ağır çekimde değildi ama bir şekilde ben kendimi öyle hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Behind These Hazel Eyes
أدب الهواة“Ben Zayn,” dedi sonunda. Gözlerimi irice açarak bana uzattığı ele baktım. Ne yapmak istiyor olabilirdi? Boğazımı temizleyip, bir şekilde ona iyi görünmeye çalıştım. “Ben de, Effie.” Anlam veremediğim elini boşta bekletmek yerine uzanıp, kucağımda...