Aynanın karşısında saçımı fırçalarken, hayalimdeki görüntü karşısında yanağımın içini ısırmaya başlamıştım. Bir köşede oturup kaşlarını kaldırmış beni izlemekte olan Zayn’in yansımasına gözlerimi diktim. “Saçları maviydi,” dedim hırsla. “Bu nasıl mümkün olabilir? Benimkiler sarı, sadece sarı. Onunkiler nasıl mavi olabilir?”
Zayn kalkıp, yanıma gelirken, omuz silkmişti. “Boyamıştır?”
Gözlerimi kıstım. Bunu hiç düşünmemiştim. Öte yandan bu kadar ulaşılabilir ve basit olması canımı sıkmıştı, mavi saç değersizleşmişti birden.
Ah, ve bir de aklıma dahiyane bir fikir gelmişti. “Ben de boyayacağım.” Dedim sırıtarak. Aynaya dönüp yeniden saçlarıma baktım, onları özlemeyecektim.
“Hayır.”
Kaşlarımı kaldırıp, Zayn’e döndüm. “Bir şey mi dedin?”
“Hayır, dedim.” Dedi dişlerinin arasından. “Boyamayacaksın, Effie.”
Kollarımı göğsümde birleştirdim. “Saksıyı çalıştır, mankafa. Safir mavidir, altınsa sarı. Safir daha değerlidir. Yani saçlarımı boyadığımda daha değerli olacağım.”
“Bu önemli mi?” gözlerini kıstı. “Seni satmıyoruz ki.”
Gözlerimi devirdim. “Senden izin almıyorum, Zaynie.” Fırçayı masaya bırakıp, yanından geçtim. Yürüyüp gideceğim sırada bileğimi kavrayıp, beni kendine çevirdi. “Bu güzel,” dedi gözlerime sertçe bakarak. “Ben de sana izin vermiyorum.”
“Neden?”
“Değişmene izin vermeyeceğim,” dedi. “Çünkü sen benimsin. Her zaman öyle olacaksın ve bu nasıl değişmiyorsa, sen de öyle değişmeyeceksin.”
Bu andan beklediğim çok şey vardı.
Bunun dışında, çok şey.
Paparazzilerin onu durdurmasını bekliyordum, ne bileyim beni öylece onların önüne atıp gidebilirdi mesela. Hatta yumruğunu havaya kaldırır ve “o hala cepte” işareti falan yapardı, yani Zayn Malik'in nasıl bir odunist olduğunu benden öğrenecek değilsiniz ki canım.
Hemen yanımızdaki kulüpten gelen müzik sesi kulaklarımıza dolarken, yavaşça geri çekilmişti.
Here we go, just lose control and let your body give in... (İşte buradayız, sadece kontrolünü kaybet ve bırak vücudun teslim olsun.)
Ona rolünü hatırlatmak ister gibi, kolları beni sarmadan hemen önce geriye doğru bir adım attım. Gözlerini açtı, ne halt ettiğimi sorgular gibi üstüme dikildi. Biraz önce oyuncağından ayrılmış bir çocuk gibi, inatla o adımı kapattı ve yüzünü bana eğdi.
Gözleri arzuyla kararmıştı. Ne yaptığını farkında olduğunu bile sanmıyordum. Tek eli başımın arkasını kavradı, dudakları hafifçe yanağım boyunca dolaşırken, diğer eli uzanıp elimi kavramıştı. Çaresizce nefes almaya çalışırken, parmaklarımızı kenetledi.
Titreyerek vücudumu onun tanıdık sıcaklığına yasladım. Beni şefkatle karşılamıştı, kollarını etrafıma sarıp, daha ne kadar yakın olabileceğimiz sorusuna cevap bulmaya çalışır gibi, bel oyuntuma yerleştirdiği elleriyle ayaklarımı yerden kesip, beni kendine bastırdı.
Let your body give in to the beat of your heart as my hand touches your skin. (Bırak vücudun ellerim tenine değdiğindeki kalbinin atışına teslim olsun.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Behind These Hazel Eyes
Fiksi Penggemar“Ben Zayn,” dedi sonunda. Gözlerimi irice açarak bana uzattığı ele baktım. Ne yapmak istiyor olabilirdi? Boğazımı temizleyip, bir şekilde ona iyi görünmeye çalıştım. “Ben de, Effie.” Anlam veremediğim elini boşta bekletmek yerine uzanıp, kucağımda...