İLK ÖPÜCÜK

58 28 6
                                    

Tam kılıcı boynumuza indirecekken durduğunu fark ettim. Usulca başımı yukarıya doğru kaldırdığımda o adamı değil , elinde kocaman bir kılıç olan So'yu gördüm. İlk 5 dakika hiç konuşmadan So'nun yüzüne bakarak neler olduğunu anlamaya çalıştım. Gözlerimi So'dan ayırıp yere doğru baktığımda bize kılıç çekmiş adamın cansız bedenini gördüm. Olayın şokunu atlatır atlatmaz kendimi silkeledim. O sırada tam ayağı kalkacakken So , kollarıyla belimi sardı ve başını omzuma yasladı.

"Sana bir şey olacak diye nasıl korktum farkında mısın? Deliye dönüyordum." Sesi ağlamaklı geliyordu. Kim bilir gerçekten de ağlıyordur. Vay be koca prense bak sen.

"Korkma So , ben iyiyim"

Benden ayrıldı. Ellerimden tuttu ve ayağı kaldırdı , daha sonra da beni baştan aşağı süzdü.

"Bu kolun ne böyle senin?" bir adamın fırlattığı bıçağın kolumun sıyrıldığını hatırlamıştım.  

"Hani bir şeyin yoktu?"

"Hadi ama! Sadece küçük bir sıyrık. Bir kaç güne geçer."

"Sıyrık mı? sen ciddi misin?"

"Bence bir de kardeşinize bakın bir şeyi var mı diye."

"Ah! Aptal kafam. Üzgünüm Kim , bir şeyin var mı? Sen iyi misin?"

"Şu an iyiyim ama ağabey , eğer Elya olmasaydı şuan hayatta olamazdım. Sana bir ömür borçluyum Elya."

"Hadi ama biz arkadaşız. Arkadaşlar , dostlar , böyle günler için vardır." dedim.

Bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyordum bu yüzden onlara saraya geri dönmeyi teklif ettim. Beraber saraya giderken hiç konuşmamıştık , zaten böylesi daha iyiydi.

Sarayın içine adım atar atmaz hemen prenslere el sallayıp odama geçtim. Kendimi yatağa atıp tavanı seyretmeye başladım, son zamanlarda bana bir şeyler oluyordu yani böyle sanki kötü bir olay olacak gibi kararmıştı içim. Bu hissi yorgunluğuma yorarak kendimi uykunun güvenli ve hhuzur dolu kollarına bıraktım.

Ne kadar zamandır uyuyordum bilmiyorum ama sanki yıllarca uyumuşum gibi bir ağırlık vardı üzerimde.

Elimi yüzümü yıkamaya lavaboya gitmeye karar verdim fakat kapımı açtığımda karşımda Prens Hun'u görünce bi an küçük dilimi yuttuğumu sandım.

"Korkuttuğum için üzgünüm Elya, ben sadece nasılsın diye gelmek istemiştim. Olanları duyduğumda seni koruyamadığım için çok pişmanlık duydum lütfen beni affet"

"hayır hayır siz özür dilenecek bir şey yapmadınız. Allah'a şükür ki So oralardaymış da bizi görmüş"

**Prens Hun'un ağzından**

Onları So kurtarmıştı ben değil. Bana değil ona minnet duyuyordu. Ona bu duyguyu ben vermeliydim So değil. Lanet olsun.

"izninizle elimi yüzümü yıkamaya gitmem gerek daha sonra konuşuruz olur mu?"

"t-t tabi tabi Elya sen git. Üzgünüm rahatsız ettim."

Sorun değil bile demedi. Apaçık benden rahatsızlık duyuyordu. Onu ölümden döndüren ve buraya getiren bendim ama o her şey için So'ya teşekkür borçlu oluyordu. O kaba herif eğer Elya'ya bir oyun oynuyorsa gözünün yaşına bile bakmayacağım.

***

Yarım saatten fazla süredir Elya'nın odasına yakın bir yerlerde bekliyordum belki gelir diye ama gelmedi. Bende Elya ile birlikte gittiğimiz kamelyaya gitmeye karar verdim. Ama gördüğüm manzara karşısında yüreğim dağılmış paramparça olmuştu. S-s So,  Elya'yı öpüyordu. Eğer gelip beni bıçaklayıp öldürseydi şuan yaşadığımdan daha az acı verirdi.

Ayrıldıklarında beraber oturdular. Elya So''nun omzuna başını koymuş duruyordu. Kalkmaya hazırlandıklarını fark edince hemen yanımdaki ağacın arkasına saklandım. Zaten beni fark etmeleri imkansızdı , şuan sadece birbirlerini düşünüyorlardı. Sadece birbirlerini.

**Elya**

Kamelyada otururken So birden ayağı kalktı, ellerimi tuttu sonra da birden bire ne olduğunu bile anlamadan beni öptü. Çok şaşırmıştım yani bu beni sevdiği anlamına mı geliyordu? Sanırım öyleydi. Oturduk ama ben gitmek ve sadece düşünmek istiyordum.

"So, gidelim mi artık?"

"Nasıl istersen."

Yol boyunca tek bir kelime bile etmedim zaten saraya yaklaştıkça ağzımdan çıkan hee kelimenin benim için bir tehlike olabileceğini bildiğim için sadece So'ya el sallayıp odama gittim.

Üzerimi değiştirdikten sonra buraya geldiğimden beri yaşadığım olayları düşündüm. İyi ki Prens Hun beni buraya getirmişti. Aslında ona bir teşekkür borcum vardı ama daha doğru düzgün konuşa.. Bi dakika bi dakika konuşmak derken,  ben Prens Hun'a sonra konusuruz dedim ama odama geri dönmemiştim. Umarım geleceğimi zannedip beni beklememiştir yoksa ona karşı çok mahçup olurum, eğer beklediyise onu hayal kırıklığına uğratmış olurdum. Hemen yanına gidip konuşmak istedim ve Prens Hun'un odasının önünde durup derin bir nefes aldım ondan sonra da kapıyı çaldım.

"Prens Hun? Müsait misiniz? Ben Elya."

"Beni yalnız bırak Elya"

Neyi vardı bunun böyle?

"Siz iyi misiniz?"

"iyiyim Elya sadece biraz dinlenmek istiyorum izninle"

"Şşey biraz konuşalım mı?"

"Sana beni yalnız bırak dedim anlamıyor musun?"  bağırmıştı. İlk defa bana bağırmıştı. Kendimi çok kötü hissediyordum. Usulca kapının önünden çekilip gözlerinden yaşlar akıtarak odama geri döndüm. Neden böyle davranmıştı ki sanki! Ne yaptım ben ona?

Bir günde bu kadar macera yeter de artardı bile bana bu macera. Dinlenmeye ihtiyacım vardı give bende bedenimin sesini dinleyip uyudum.

Büyük bir şokla yatağımdan fırlayıp yorganımı üzerime çektim. Bu gördüğüm rüya mıydı? Camımın önünde bir adam mı vardı? Bana önünü döndü ve birde kimi göreyim?...

Diğer bölümü heyecanla bekleyin.

Sizi çokk seviyorum❤

Sınır 10 vote 2 yorum :))

GİRDAP #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin