1 ❦ O...

691 108 54
                                    

1.Bölüm/O...

"Hayır gitmek istemiyorum. Lütfen!"

"Anlamıyor musun Mai! Burada kalırsan öleceksin!"

"Gidersem de öleceğim."

"Hayır, ölmeyeceksin. O adamdan kurtulmayı başaracaksın! Daha fazla bulunduğumuz durumu zorlaştırma, git!"

"Asla! Beni buradan götürmelerine izin verme. Bir mucize olacak, biliyorum."

Alayla dudağının kenarını havalandırarak, gözlerimin içine derin derin baktı. Onunda acı çektiğini biliyordum. Onunda benim gitmemi istemediğini biliyordum.

"Mucize...O mucize bir kere oldu zaten. Senin, benim hayatıma girmenle oldu ve şimdi bitiyor."

"İnan bana. Senin yanındayken daha iyi olacak her şey. Kurtulacağım, kurtulacağız."

"Mai... Mucizeler sadece bir kere olur. Kurtuluş yok!"

Kan ter içinde, son sürat nefesler alarak uyanmıştım. Yine. Aslında gördüğüm rüya kötü değildi. Hatta şu son zamanlarda mutlu olmamı sağlayan tek güzel şeylerdi.

Onu düşünerek mutlu oluyordum. Onu.

Rüyamda onunla her şey güzel giderken, nedensiz bir şekilde sonu kötü bitiyordu. Rüyanın başından başlayıp, ortasını göremeden direk sona ulaşıyordum.

Göremediğim ve fazlasıyla merak ettiğim bir şey daha vardı. Yüzü... Yüzünün nasıl olduğuna dair ufak bir fikrim bile yoktu. Uyandığım anda yüzü hafızamdan siliniyordu.

Son 2 haftadır sürekli aynı rüyayı görmem de nedenler aramaya bile başlamıştım. Anneme birazını anlattığımda "rüya bu kızım kafaya takma" diyordu. Ama ben takmak istiyordum. Ayaklarımın ufacık bedenimi taşıyamadığı, dışarıya çıkıp tek bir insan bile göremediğim bu dünya yerine,  rüyalarımdaki o yere gitmeyi o kadar çok istiyordum ki...

Bu dünya da hiçbir şey görememiştim. Daha 18 yaşımda yatağa bağlı kalmıştım. Oysa rüyamda onunla yürüyüp, koşup hayatımı yaşıyordum. Gerçi yaşadığım hayat biraz değişikti ama yine de yürüyebilmeyi hiçbir şeye değişmezdim.

Rüyalara inanma diyenlere inat, inanmak istiyordum. Gerçekleşmesini istiyordum.

Ben bir mucize istiyordum.

Kendimi zar zor oturduğum tekerlekli sandalyede rahat bir vaziyete getirdim. Yine mahkum olduğum bu sandalyede uyuya kalmıştım. Pencerenin önüne doğru ilerlettim sandalyemi.

Yorgundum. Dışarıda yüzleri gülmeyen, istedikçe daha da çok isteyen insanları izlemekten yorulmuştum. Kafamı onlara vererek meşgul etmeye çalışıyordum. Ama işe yaradığı yoktu. Dışarıdaki o nankör insanlara sinirlenmekten başka hiçbir işe yaramıyordu. Onlar bilmiyordu ki sadece yürüyebilmek bile bir şükür, bir mutluluk sebebi...

Tekerlekli sandalyemin tekerleklerinden tutarak ağır ağır kapıya doğru sürmeye başladım. Kol kaslarım sızlıyordu. Kollarımdaki derman da yavaş yavaş vücudumu terkedecekti biliyorum.

Yaşım 18, ama bedenen yaşlı biriydim. Yerdeki eskimiş, yer yer kırıkları olan parkeye takılıp tökezliyordu sandalyem. Bu evin içinde bırakın tekerlekli sandalyeyi, normal yürümek bile fazla zahmetliydi. Sokaktaki taşlar bile bizim evdeki parkelerden daha temiz, daha görkemliydi.

Bin zahmetle odadan çıktıktan sonra rotamı salona çevirdim. İçimden evde babamın olmadığını umarak ilerliyordum. Ama umudum salonun kapısında koşarak benden uzaklaşmıştı. O da benimle bir yola çıkılamayacağını erken fark etmişti demek.

Yaralı ŞeytanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin