Gözlerimi araladığımda, nerede olduğumu bilmiyordum. Ağzımda yoğun bir demir tadı olmasına karşın dilim damağım kurumuştu. Dudağımda ve gözümün yanındaki keskin sızı, yaralandığımın farkına varmamı sağladı.
Ellerim oturduğum rahatsız sandalyede arkamdan bağlanmıştı. Bulunduğum zifiri karanlık oda buz gibiydi. Açıkta kalan her yerim soğuktan uyuşmuştu. Başım o kadar ağrıyordu ki, çığlık atmak istiyordum. Fakat sesimin çıkacağından şüpheliydim.
Ellerimi ve ayaklarımı bağlayan ipler sıkıydı. Haraket etmeye çalıştığımda canım inanılmaz derecede yanıyordu. Bacağımda, siyah dar pantolonumun yırtılmış diz kısmında yara olduğunu biliyordum. Çünkü acı tüm vücudumu kaplamış durumdaydı.
Bilincim kendine iyice gelmeye başladığında korku, acının yerini aldı. Bulunduğum yer öyle karanlıktı ki gözlerim açık mı kapalı mı bilemiyordum. Benim karanlık korkum vardı. Ve şu an bayılacak gibiydim.
Kalbim delirmiş gibi atarken haraket etmeye çalıştım, fakat bağlandığım sandalye ve beni rehin almış yaralarım buna izin vermiyordu. Hayır, beni rehin alan yaralarım değil, zifiri karanlıktan daha derin ve daha siyah olan korkularımdı. Benliğimi yöneten şey ne cılız, yaralı bedenim, ne de gururu ve güveni incinmiş ruhumdu. Korkuydu. Korkunun en şeytani yüzüydü beni tutan. Ne zaman kaçmaya çalışsam pislikle dolu sivri tırnaklarını etime geçiren, ne zaman savaşmaya çalışsam yaralarıma tekrar ve tekrar bıçak saplayan korkuydu bu.
Bulunduğum durum, kaçırılmadan önceki zamanı hatırlamamla daha anlaşılır olmaya başladı.
Soğuk bir cumaydı. Okuldan daha yeni çıkmış, eve gitmek için hazırlanıyordum. Hava kararmıştı. Yürüdüğüm sokakta insan yoktu. Karanlık korkumun peşimden gelmemesini sağlamak amacıyla adımlarım hızlıydı.
Diğer sokaktan çıkan beş adam, ellerinde sopalarla bana saldırıp bayılttıklarında birinin mırıldanışını duymuştum. "Bakalım abin biricik kız kardeşinin yokluğunda isteğimizi yerine getirecek mi?"
Abim, Park JunWoo, ünlü bir holdingin sahibiydi. Babamızın vefatından sonra annem ile ikisi holdingin başına geçmişti. Kısa bir süre sonra annem Japonya'ya iş için gitmek zorunda kalmış, abim ile beni yalnız bırakmıştı.
Abim ile birbirimize çok düşkündük, ne kadar pek konuşmasak da o olmadan uyuyamazdım. O da bensiz yapamazdı. Beni kaçıran kişilerin ise abime oynadıkları oyun, çok caniceydi.
Gözlerim yaşlarla dolarken zifiri karanlığa bakıyor, birilerinin yardım etmesi için dua ediyordum.
Üşüyordum, canım acıyordu, korkuyordum, ve korkularımla yapayalnızdım.
Soğuk terler döken bedenim ben ağlarken sarsılıyordu. Sıcak, tuzlu göz yaşları çenemden aşağı kucağıma düşerken yüzümdeki yaranın akan kanı da göz yaşlarımı takip ediyordu. Dağılmış, atkuyruğu saçımdan çıkan saçlar yüzümün önündeydi. Vücudum, saatlerdir, belki de günlerdir aynı şekilde oturmanın verdiği duruşla uyuşmuştu. Bedenim titriyordu. Ayaklarımın çıplak olduğunu o an fark ettim. Pütürlü zemin ayaklarımı acıtıyordu.
"Yardım edin," Susuzluktan kurumuş boğazımdan ses, o kadar kısık çıkmıştı ki korkum, bana alayla gülüyordu. Acizliğime daha çok göz yaşları dökerken, halsizlikten ve ağrıdan, yavaş yavaş bilincimi kaybettim. Kaybetmeden önce bir ışık gördüm, ardından bana doğru ilerleyen bir beden.
×××
Gözlerimi bu sefer, beyaz ışıklı bir depoda açtım. Soğuk hala benliğini korurken bedenim hala sıkıca sandalyeye bağlıydı. Aynı yerde olmadığımı ve beni sandalyeyi sürükleyerek götürdüklerini biliyordum. Depo toz ve rutubet kokarken bir önceki bulunduğum yer kan kokuyordu. Kan, ve yoğun demir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HELLO HOSTAGE
Fanfiction❝ merhaba rehine. ❞ © dububaoziㅣmark lee [nct] angst × kısa hikaye start: 19.11.16 end: 03.12.16 ▪bu kitap kapağı Balaccie'nin büyü dükkanından satın alınmıştır.