Bakışlarım sağ tarafımda, yerde öylece yatan cesetteydi. Durumum o kadar kötüydü ki, ne zaman nasıl tepki vereceğimi bilemiyor, öylece duruyordum sandalyede. Bakışlarım karmakarışıktı. Beynim düşünemiyor, dudaklarım hareket edemiyordu. Bedenim susuzluktan ve açlıktan hareket edecek gücü bulamıyordu. Uyuduğumda rüya göremiyordum. Kurtulma hayalim de kalmamıştı artık. O karanlık, dipsiz uçurumun küçük çıkıntısında ruhum bacaklarını aşağı sarkıtmış öylece uzanıyordu. Bakışları tepedeydi. Fakat bir bakışı yoktu, anlamı yoktu. Ölme isteği bile bulunduramıyordu. Halsizdi yalnızca, uyuşmuştu düşünceleri.
Yanımdaki cesedin kokusu, görüntüsü kadar mide bulandırıcıydı. Ama durmadan ona bakıyordum. Belki birkaç güne o şekilde olacaktım, belki de birazdan gelip vuracaklardı beni.
Bedenin kapalı gözlerine baktım. Ona ölmenin nasıl olduğunu sormak, acıtıp acıtmadığını söylemesi için kollarından sarsmak istiyordum. Belki onun için dua ederdim sonra, oturur günahlarımızı konuşurduk. Sonra ise zamanım gelirdi. Karanlık ölümün pençesindeki yerimi alabilirdim ben de.
Psikolojik olarak çökmüştüm, fiziksel olarak da olması için bekliyordum. İçeriye şeytan girecekti. Elindeki silahı kafama doğrultacaktı, gözlerimi kapayacaktım. Sonra ise beni hayattan alacaktı bir bang sesiyle. Belki yanında korkum da olacaktı, Mark. Belki ağlayacaktı, belki de arkasını dönüp bırakacaktı ruhsuz bedenimi oracıkta.
Yabancıydık ikimiz artık birbirimize. Gözlerimize bakmıyorduk, konuşmuyorduk, dokunmuyorduk. Eski halimize dönmüştük. Pişmandım, ama yaptığım şey doğruydu. Yaptığımız şey doğruydu. Onun gelmesini beklediğim dakikalar çoktu. Öylece kapıya bakar, içeriye girmesini ve bana sarılmasını beklerdim. Sonra ondan özür diler ve birlikte kaçış yolu arardık. Ama ne o geldi, ne de kaçtık. Ben depoda rehin tutulurken o belki de yukarı kattaydı.
Gözlerim şimdi de kapıdaydı. Korkumun kılığına büründürmüştüm onu, çünkü benim için öyleydi. Korku belki de hayatta kalmamın nedeniydi. O olmasa çoktan ölümün karanlık pençelerindeydim. Mark benim için değerliydi, ve onu kendi ellerimle uzaklaştırmıştım.
Deponun kapısı hızlıca açıldığında irkildim. İçeriye giren dört tane adam ellerinde silahlarla bana doğru koştular. Korkuyla onlara bakarken ayaklarımı çözüp ellerimi yeniden önümde bağladılar.
Şaşkınlıkla "Neler oluyor?" dedim. Fakat silahın kabzası ile başımın yanına sertçe vurulduğunda konuştuğuma pişman oldum. Gözlerim birkaç saniyeliğine kararırken, dengem kaybolurken ve burnumdan sıcak bir sıvının aktığını hissederken sürüklenmeye başladım. Dört adam kollarımı ve ayaklarımı sıkıca tutarak bedenimi kaldırdıklarında gözümün önünde noktacıklar uçuşuyordu. Kısa bir süre sonra tekrar yere bırakılıp sürüklenmeye başladım. Aslında tam olarak sürüklenme değildi. İki kolumdan tutan adımlar hızlıca beni götürürken zar zor adımlar atıyor, tökezliyordum. Oyuncak bebek gibi çekiştiriliyordum.Belki de ölüm zamanım gelmişti.
Gözlerim daha net görmeye başladığında adımlarımı düzelttim. Burnum ve başım kanıyordu. Burnumu omzuma silerken dizimdeki yara yüzünden topallamaya başladım. Etrafıma bakınmak yerine önüme baktım, burayı son kez ziyaret ettiğimden emindim.
Önümüzdeki kapıyı açtıklarında otopark gibi bir yerdeydim, aslında depoya çok benziyordu, arkasında sonuna kadar açılmış bir garaj kapısı, yanlarda da siyah lüks arabalar olmasa depo sanabilirdim.
İçeride şeytan vardı, o adam ayakta duruyor, siyah sinsi gözleriyle içeriye girdiğimizden beri bana bakıyordu. Tiksintiyle bakışlarımı ondan kaçırırken yanına dizilmiş adamların arasında duran Mark'ı gördüm. Bana anlamadığım bir merakla baktığında ben de ona merakla baktım. Ardından görüş alanıma açık garaj kapısının önüne sıralanmış polisler ve ortalarında uzun boyu ve gür dalgalı saçlarıyla duran beden girdi. Bu kişi abimdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
HELLO HOSTAGE
Fanfiction❝ merhaba rehine. ❞ © dububaoziㅣmark lee [nct] angst × kısa hikaye start: 19.11.16 end: 03.12.16 ▪bu kitap kapağı Balaccie'nin büyü dükkanından satın alınmıştır.