4 : Talking With Fear

1.9K 226 128
                                    

Bir önceki bölümün devamıdır.

×××

Korkumun gitmesi, korkuya sığınmamla gerçekleşmişti. Ruhum uçurumdan atlamak üzereyken onu kurtaran korkuydu. Korku bizi hayatta tutar sözünün doğruluğunu kanıtlayacak an, o andı.

Tek bir kelime etmeden öylece durduk dakikalarca. Ağlamam durgunlaşana kadar bana sarıldı Mark. Ardından başımı yavaşça kaldırdım. Bir şey söylemeden sol elimle yüzümü sildim. Sağ elimi kullanamıyordum çünkü, omzumda bir mermi vardı.

"Babam yarına kadar dönmeyecek," dedi Mark kısık bir sesle. Başımı salladım. "Omzunu saracağım, tamam mı? Biraz canın acıyacak."

Siyah gözlerine baktım. O ise arkasını dönüp sargı almak üzere kapıdan çıktı.

Kalbimdeki sızı ortadan kalmış, yerini hoş bir kıpırtıya devretmişti. Hoş bir çarpıntıydı. Belki hayatta kalmanın sevinciydi. Belki de korkuma karşı hissetmeye başladığım duygulardı. Mark'a karşı.

Ayağa kalkmak için yeltendim, dizim kabuk bağlamıştı sonunda. Canım acısa da birkaç adım attım. Yanan omzumu boştaki elimle tutarak inledim. Ardından deri koltuğa ilerledim topallayarak. Oturduğumda yumuşak koltuk vücudumu rahatlattı. Haftalardır bir sandalyeye hapsedilmiş olmanın verdiği ağrı tarif edilemezdi.

Kapıdan içeriye giren Mark bana doğru ilerlerken elindeki ilk yardım çantasını açtı. Ardından sağ tarafıma oturdu. Siyah saçları hafifçe dağılmıştı. Yay kaşları hafifçe çatılmış, yardım çantasından gazlı bezi çıkarmaya çalışıyordu.

İçimde biriken, sormak istediğim soru dudaklarımdan döküldüğünde, bana baktı. "Neden bana yardım ediyorsun?" Bakışlarını tekrar çantaya indirirken derin bir iç çekti.

"Çünkü ben de senin gibi bir rehineyim."

"Ne?" Duyduğum şeyle tepkim bu oldu.

"Buradan çıkmam yasak," dedi duygusuz bir sesle. Ardından devam etti. "Okula haftada bir gidebiliyorum, bazen iki haftada bir."

Duraksadım, bana yardım etmesi daha mantıklı bir hal almıştı. Kaşlarım hafifçe çatılırken sordum. "Seni tanıyorum, değil mi?" Mark omzuma bezi bastırınca acıyla inledim. "Siman çok tanıdık."

"İki sene önce aynı okuldaydık," Bezi sararken dikkatlice kolumu tuttu. Acı kendini gösterirken dudağımı dişledim. Evet, onu okulda gördüğüme emindim. "Peki neden ayrıldın?"

Bana kısa bir bakış attı. "Bir mafyanın oğlunu okullarında istemediler."

Başımı salladım. Omzumu sarmayı bitirene kadar tek kelime etmedik.

Mark, gizemliydi. Göründüğü kadar sert ve soğuk biri olmadığını anlamıştım. Onu böyle yapan, alnındaki yazıydı. Nişanıydı. Aslında hiç böyle olmayı istememişti. Tıpkı korku gibi. İsminden dolayı herkes onu dışlamıştı, kaçmışlardı ondan. Öyle olmayı istememişti. Onu buna dönüştüren şey bizlerdik. Mark'a korku demekte haklıydım. İkisi aynıydı, etrafa verdikleri atmosfer, gerçek halleri ve alınlarındaki nişanlar.

Ben, bu hikayedeki rolümü bilmiyordum. Belirsizdi. Joker kartı gibiydim. Değişebilir, istenilen yere sürüklenebilirdim. Ölebilir veya kaçabilirdim. Sevebilir veya nefret edebilirdim. Çift yönlüydüm, değişkendim. Belirli olduğum tek konu, korkuya inanmamdı.

"Teşekkür ederim," Sesim, boş depoda yankılandığında Mark sarmayı bitirmişti. "Sorun değil, kolay bir şey," dedi sargıyı göstererek, yüzümü buruşturdum. "Ondan bahsetmiyordum," dediğimde duraksama oldu, ardından ikimiz de güldük. Kısa bir gülüştü, ama içtendi. Haftalardır gülmemenin verdiği hazzı öldürmüştük. Taşlaşmış yüzlerimizi bir nebze olsun esnetmiştik. Uçurumun kenarında duran ruhum, onu kurtaran korkuyla birlikte gülerken zifiri karanlıklarına bir damla ışık düştü. Bu ışığın adı umuttu.

"Ne zamandır buradayım?" dedim gözlerine bakmadan. Duraksadı. Ve yanıtladı. "21 gündür."

Tam 21 gündür buradaydım. Üç haftadır evden, okuldan, hatta dışarıdan uzaktım. Güneş yüzü görmemiş, ayın dokunuşlarını hissedememiştim yüzümde. Abime sarılamamıştım.

Aramızda olan garip sessizlikte nefes sesleri vardı yalnızca. İkimiz de ne yapacağımızı, ne söyleyeceğimizi bilemiyor, ikileme düşüyorduk. Sonuçta ben bir rehineydim, o ise beni rehin alan şeytanın oğluydu. Bu ikili arasındaki konuşma en fazla ne olabilirdi ki?

Ama bir noktayı unutmuştum. O beni rehin alan şeytanın oğluydu, evet. Ama o, beni rehin alan şeytanın elinden kurtarmaya gelen korkumdu.

"Biraz uyu, birkaç saat sonra seni uyandırırım. Sonra geri yerine geçersin... Şeye..." Diyeceği şey onu çelişkiye düşürürken sandalyeye başımı çevirdim ve cümlesini tamamladım. "Yerime. Evet," Ardından ekledim. "Teşekkür ederim."

Başını salladı ve ilk yardım kutusunu alarak odadan ayrıldı. Bedenimi deri koltuğun rahat minderlerine bırakırken uyku beni kollarımdan nazikçe çekmiş, derin boşluğuna sürüklüyordu.



HELLO HOSTAGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin