3 : He Saved Me

2K 243 161
                                    

Hayatım, belki de hiç olmadığı kadar kötüydü. Rehin alınmış, dövülmüş, merdivenlerden atılmış, bayıltılmıştım. Acım, sadece fiziksel de değildi. Gururum incinmiş, güvenim sarsılmıştı. Kimse beni aramıyor muydu? Bulunup kurtarılmamın zamanı gelmemiş miydi?

İçimde iki büklüm olmuş ruhum, uçurumun kenarındaki küçük çıkıntıda kıvrılmış, kurtarılmayı bekliyordu. Artık korkuya karşı çıkacak gücü kalmamıştı. Etrafı karanlıktı, sessizdi. Kimse yoktu, birtek o vardı. O ve düşünceleri vardı çıkıntıda.

Eriyordum. Evet, aranan kelimeydi bu. Giderek eriyor, eriyor ve eriyordum. Tamamen yok olmayı bekliyordum sessizce. Umudum gitmişti. Ne kadardır rehin tutulduğumu bilmesem de iki haftayı geçtiğini tahmin ediyordum.

Beş günde bir sandviç veriliyordu. Su kafalarına esince getiriyorlardı. Her gün lavabo ihtiyacım için yukarıya çıkartıyor, ardından indiriyorlardı. İki kere tekmelenmiş, üç kere yumruk yemiştim. Ve sayısız kere hakarete uğramıştım.

Tüm gün depoda, cehennemimdeki kafesim olan sandalyemde oturuyor, düşünüyordum. Bazen şarkı mırıldanıyor, bazense ağlıyordum. Yaralarım kabuk bağlamıştı fakat dizim hareket ettiremediğim veya ettiğimde de sürüklendiğim için kanamaya devam ediyordu. Acım tazeydi.

Açılan kapı, düşünce fırtınamdan ayırdı beni. İçeriye giren, bu işin başında olan şeytan sinsice gülümsüyordu. Gözlerimi kaçırdım. Bir yumruğa, bir tekmeye daha bedenim dayanabilir mi, bilmiyordum.

"Vay vay," Kalın sesi depoda yankılanırken koltuğuna oturmadı, bana doğru ilerledi. "SeoNeul'umuz bugün nasılmış?"

Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırınca gözlerimi öfkeyle yumdum. Buradan kurtulursam, adamın yüreğini söküp ona yedirecektim. "Dokunma bana." Sesim ilk defa net ve sert çıkmıştı. İlk defa öfkeliydim. Umudum gitmişti. Öfke yerini kapmıştı çünkü.

Sol yanağıma, kabuk tutmuş yaramın üzerine atılan sert tokatla başım sağ tarafa savruldu. Canım yanıyordu. Artık evime gitmek istiyordum.

Başım hala sağa dönük dururken bakışlarım, gölgelerin arasında duvara yaslanmış, bizi izleyen Mark'a kaydı. Korku böyleydi işte, şeytanın işine karışmaz, gölgeye çekilir ve izlerdi olanları. Şeytan, öfkeydi. Öfke ile korku ise zıttı. Aynı yerde, aynı anda bulunamazlardı.

Şeytan, silahını kaldırıp alnıma doğrulttuğunda gözlerine baktım. Keşke o an beni öldürseydi. Öldürseydi, ben de bu cehennemden kurtulurdum.

Ama ölüm kaçıştı, şeytan ise, işkence ederdi.

"Abin istediklerimizi yapmazsa," dedi hırıltılı bir şekilde. "Artık bir kız kardeşi olmayacak."

"Abim geldiğinde hepiniz hapishaneye tıkılacaksınız," Tısladım ve gözlerinin içine bakmaya devam ettim. "Son gülen kim olacak göreceğiz."

Bunun ardından şeytan namlusunu omzuma nişan aldı ve tetiği çekti. Mermi, sağ omzuma saplandığında ilk önce anlayamadım. Ardından acı kendini göstermeye başladı. Çığlıklarım depoyu doldururken odadan çıktılar. Acı, dayanılmazdı. Mermiyi hissedebiliyordum ve omzumdaki delikten akan kan, üzerimdeki gri kazağı boyadı.

Vücudum kasılırken ve ağlarken, sağ omzum uyuşmaya başlamıştı. Fakat acı gitmemişti. Aksine o kadar keskindi ki, omzumu tutup koparmak istiyordum. İkiye ayrılan etimin arasındaki mermi o kadar can yakıyordu ki gözlerim kararmaya başladı.

Bilincim acıdan dolayı kapanırken başım önüme düştü. Ardından ruhum sessizliğe büründü.

×××

Uyandığımda, ağzıma gelen kan tadıyla midem alt üst oldu. Sola doğru eğilebildiğim kadar eğilerek kustum. Midemde bir şey olmadığı için çıkan tek şey sarımsı bir sıvıydı. Ağzımdaki berbat tat, birkaç saniyeliğine de olsa omzumdaki acıyı unutturmuştu.

Ağlamaya başladım, gözlerimi kaparken zihnimdeki durumum bir tek şeydi: acizdim. Hiçbir şey yapamıyordum. Abim beni kurtarmak için gelmiyordu. Kimse merak etmiyordu. Annemin haberi olduğunu dahi sanmıyordum. Arayıp omzumda bir kurşunla dövülmüş bir şekilde aç, susus rehin alındığım söylense ne yapardı acaba?

Kapının açıldığını duyduğumda ne başımı kaldırdım, ne de gözlerimi açtım. Umursayacak durumda değildim. Ölmek istiyordum.

Dayanamıyordum.

Ağlamaya devam ederken adım sesleri bana doğru yaklaştı. Önümde birisinin durduğunu hissettiğimde göz yaşlarıyla dolu gözlerimi araladım. Mark elinde bıçağıyla, ayaklarıma doğru eğilmişti. İpleri çözmek için geldiğini anlasam da ona bakmaya, hıçkırıklarla ağlamaya devam ettim. Artık bitsin istiyordum, bu işkencenin sona ermesini istiyordum. Mark siyah gözlerini gözlerimle buluşturduğunda çıkmayan sesimle yalvardım. "Öldür beni... Lütfen..." Dediğim şeyle ifadesiz bakışları şaşkınlıkla açılırken başımı önüme eğdim. Hıçkırıklarımın arasından iki kelime çıktı: "Ölmek istiyorum..."

İplerden kurtulduğumda haraket etmeden öylece ağladım. Ruhum, bulunduğu uçurumun kenarından aşağıya bakarken ölmeyi düşünüyordu. Dayanamayacaktı. Beklemek saçmaydı. Bir adımla, tüm bu çileden kurtulabilirdi. İşkence sona erebilirdi.

Fakat Mark'ın sıcak eli başımın arkasından tutarak nazikçe yüzümü omzuna yasladığında, ruhum da uçurumdan atlamak üzereyken birisi onu yakaladı. Kalbim hızla atarken yüzüm onun siyah gömleğine gömülmüştü. Kulağım boynuna yaslı olduğu için kalp atışlarını duyabiliyordum. Fakat dikkatimi veremiyordum.

Elim, gömleğini sıkıca tutarken eli hala başımın arkasında, dağılmış saçlarımdaydı. Omzunda hıçkırara hıçkıra ağlarken omzumun acısını unutmuştum. Eli yavaşça saçlarımda gezinirken vücudunun ısısı beni soğuktan koruyordu.

Mark, bana destek oluyordu. Nedenini tam olarak bilmiyordum. Eğer bana o anda sarılmasaydı, ölecektim. Ruhum ölecekti. Kişiliğim sönecekti. Başım hep eğik kalacaktı. Eğer omzuna yaslamasaydı başımı, elini saçlarımda gezdirmeseydi ben ağlarken, Park SeoNeul ölecekti. Ölümü ise yine kendi ellerimden olacaktı.

Korku, bana yardım ediyordu. Korku, beni koruyordu, sarıyordu kollarıyla, bana destek çıkıyordu. En başından beri düşmanım olan şey, beni kurtarıyordu, ölümün, şeytanın pis ellerinden.

Tek ihtiyacım, şefkatti. Şefkat ise korkuydu. Mark'tı.

HELLO HOSTAGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin