................................................. Babaların ağlaması, Tanrı ağlaması gibidir.
-3-
Otobüste başörtülü bir kadın ona doğru bakıyordu. Baksın, ne olacak? Zaten otobüs bir yere varmayacak. Mete artık hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini düşündü. Tekrar daldı rüyasında babasına benzeyen bir adam gördü. Yatakta elli yaşarında bir adam yatıyordu. Ben pencereden baktığımda; saçları hafifçe tepeden dökülmeye başlamış, yüzündeki kıllar kırçıla dönüyor, üstünde kalın bir yorgan örtülü, sıcaktan yüzü terlemiş. Yorganın üstünde kocaman kocaman koyu kırmızı güller var. Güllerin dikenleri uçlara doğru siyahlaşıyor. Adamın başucunda oturan kadın, saçlarını aynı güllerle bezeli bir yemeni ile örtmüş. Beni görmüyor olmamalılar. Halbuki eve girdim ve odanın eşiğindeyim. İçeriye bir adım attım, diğer ayağım dışarıda. Kadın adamın yüzünde elini gezdirdi, terini sildi. Adam ağladı. İki damla kasının tombul ellerini ıslattı. Çıksam mı ki odadan. Yaşlı insanların ağlaması korkutucu, Tanrıların ağlaması gibi. Yine sancı gelmiş olmalı ki yastığa sarıldı. Beni görmeliler, iyice yaklaştım ama gene de beni fark edemiyorlar. "Anne... anne..." diyorum. Annemin eli hala babamın yüzünde, alnını siliyor. Beklide ateşi var babamın. "Anne... anne..." diye tekrar seslendim. Yoo duymuyorlar. Demek ki sesim çıkmıyor. Sonra karanlık da var."
Otobüs ani bir fren yaptı. Ayaktaki yolcular birbirlerine saniyelik temasta bulundular. Herkesi bir suçluluk duygusu yokladı. Ne kadar günah dolu şu yabancı tenler, dokunmaktan korkuyoruz. Kapının oradaki yaşlı kadın da bir türlü yer bulamadı. Kalkıp yer verse mi? Tereddüt ediyor. Neyse ki başka biri kalktı. Kadının buruşuk yüzünü minnettar bir sevinç kapladı. "Allah razı olsun evladım" dedi. Çok yorgun hissediyor kendini. İyi ki işgüzarlık edip yerini vermemiş. Başörtülü kadın hala bakıyordu. Şişmanlığı annesine benziyordu. Yüzünün yuvarlaklığı, gözlerinin cam yeşilliği de. Şu anda yaşıyor olsaydı bunun gibi pamuk bir nene olacaktı. Ağlamak istiyordu. Annesini özlüyordu. Halbuki ölmesini ne kadar da istemişti bir zamanlar. Acı çekmesini istemiyordu anacağızının. O kadar ki; anacık o dayanılmaz böbrek sancılarını çekerken ve böbreklerinin ikisi de yetmez olduğunda ve sürekli diyaliz makinesine bağlandığında ve nakledilecek böbrek bulunamadığında ve anacığı hastanede yatarken babası yeni karı aradığında o pamuk anacığının yerinde olmayı ve onun yerine o acıları çekmeyi ne kadar da istemişti. Birilerine muhtaç olmak ne korkunç şeydi. Ne zaman geleceğini bilmemek o ölümcül meleğin ve her an onu beklemek korkunçtu. Allah'ım o acı çekmesin, ölsün diye ne kadar dua etmişti. Fakat şuan onu özlüyordu. Pamuk saçlarını, tombul yüzünü, yeşil gözlerinin, sırtını kaşıyan nasırlı ellerini özlüyordu. Bir şeker komasına girip de çıkamadığını, felç geldiğini öğrendiğinde haykırarak ağlamıştı. Okuldan izin alıp memleketine gittiğinde çok geçti, anacık iki gün sonra ölmüştü.
Otobüs durmadan ilerliyordu. Şehrin ikinci büyük meydanına gelirken yavaşladı. Arabanın yavaşlamasından sevinç duydu bir an. Otobüs son durağa varmalıydı. Teni hissizleşiyor olmalıydı ki camın soğukluğunu yüzünde duymadı. Ellerini birbirine kenetledi. Bir far yüzünü yalayıp geçti. Üşüyordu. İki elini bacaklarının arasına aldı. Belki de korkuyordu da bacaklarını sallıyordu. Aklına gelen mısrayı iki defa mırıldandı. "Şimdi desen bir gemim var- binelim gidelim uzaklara." Oysa bu şehir denizsiz, bu Allah'ın belası yerde bir nehir bile yoktu denize ulaşan.
Arabanın durmasıyla gözlerini açtı. Önündeki boş koltuğa bir kadın oturdu, yaşlı kocası başına dikildi. Taşralı olmalıydılar, orta yaşı da çoktan geçmişlerdi. Kadın kafasını salladı.
" Biz kızı yaktık herif, yaktık biricik kızımızı."
"Sus!... ne yapalım verdik bir kere o itoğluna. Otursun evinde aşağıdan alsın biraz."
Kadın sustu, gözlerini elindeki çiçekli mendille kuruladı. Hayır susamadı, tekrar başladı.
" Görmedin mi kızın yüzünü nasıl morartmış hayvan. Yavrucuğum, bir de hamile. Ne deyim Allah'ıma elleri kırılsın o sarhoş dürzünün. Gebermesin de sürüm sürüm sürünsün."
Adam kadını dürttü. Kadın sustu. Ellerini kucağına koymuş çiçekli mendili buruşturuyor ve öne arkaya sallanıyordu.
Ablasında gelen mektubu düşünüyordu. Mutsuzdu kızcağız.
" Mete ne yapacağımı bilmiyorum. Babama hiç bahsetmedim. O yeni karısıyla meşgul. Diyeceği belli. Otur oturduğun yerde diyecek. Boşanmayı düşünmüyorum ama..." Abisine de yazmıştı belki de ama o kendi dertleriyle meşguldü, uğraşamazdı bacısıyla. Baksaydı anasına bakardı ruhsuz. Kadınlara acıdı. Kadınların çocuklardan hiçbir farkı yoktu. Muhakkak koruyacak birileri gerekiyordu.
"Şimdi desen ki bir gemim var- Binelim gidelim uzaklara." dedi tekrar. Deniz akşamlarına yakışır dizelerdi bunlar. Denizden vuran esintiyle üşürdü insan içten içe. Otobüsün bunaltıcı sıcağında üşüyordu. Ama onun istediği deniz üşümeleriydi. Sahil akşamı üşümeleriydi onun özlediği. Düdüklerini duyuyordu bol ışıklı geçen Rus gemilerinin. Bu gemilerin her geçişinde birilerinin denize atlayacağını, yüze yüze kıyıya ulaşıp yardım isteyeceğini düşünürdü. Ya da kocaman bembeyaz bir yolcu gemisi geçer, Mete o yolcu gemisinde Fransa'ya doğru yol alırdı. Arkalarında yağlı köpükler bırakan şehir hatları vapurunun düdüğü duyulduğunda güvertenin ıssız bir köşesinde güzel bir kıza sarılıp sarılıp öptüğünü düşünürdü.
Camda kendini gördü. Genç oluşunu tuhaf buldu, biraz da sakıncalı. Şu anki durumu için biraz da acınası. Şu otobüs bozulsaydı da gitmeseydi. Son durakta bitecekti her şey.
Otobüse binmeden önce oturduğu pastanedeki kadın pencereden güldü, gene midesi bulandı. Evet emindi o pastanedeki kadının "yollu" olduğundan. Dört kişilik pencerede yanı masasında oturuyordu. Hafif şişman, saçları kızıla boyalı, daracık pantolon, topuklu epa ayakkabılar giymiş. Belli ki orospuydu. Ağır makyajlı yüzünden tatmin edilememiş şehvetin çizgileri okunuyordu. Besbelli "o yolluydu" ki eli pantolonun içindeydi. Maganda erkeklerin ellerini pantolonunun içine ulu orta sokup tombala karıştırmalarına alışkındı ama bir kadın yaptığında insanın midesi bulanıyordu. Aslında şişman kadınlardan tiksiniyordu. Bu ondan ensest bir duygu uyandırıyordu. Çünkü annesi de şişmandı..