Güneş kapıyı açar açmaz kendimi içeri atıp kapıyı kapattım ve Cihangir'in görüş alanından çıktım. Soluk soluğa eskimiş demir kapıya sırtımı verdim ve derin derin nefes almaya başladım.
"İyi misin?" dedi telaşla.
"İyiyim," dedim gülerek.
"Ayağına ne oldu?" Telaşı yüzünden silinmemişti.
"Asıl olay o zaten. Oturma odasına geçelim hepsini anlatacağım," dedim.
Güneş elini belime sarınca bende kolumu omzuna attım ve oturma odasına geçmek için resimlerimizle donatılmış olan holde ilerleyeme başladık.
Yüzümü televizyonu görecek şekilde L koltukların uzun olan tarafına yerleştim.
"Evet, anlat."
"Cihangir'i takip ettim," dedim. Zaten bildiği bir şeyi söyleyince gözlerini devirdi.
"Seni bırakanda Cihangir'di değil mi?"
"Evet," dedim aynı zamanda kafamı sallarken.
"Yakında Murat Amca tepemize çöker," dedi ellerini yanaklarına yerleştirirken.
Güneş'in yaptığı domates çorbasının kokusu mutfaktan buraya gelmişti. Kokuyu içime çektikten sonra sözlerime devam ettim.
"Tabii bu benim takip ettiğimi anlamış ama hiç renk vermiyor. Hastaneye girdi ben de peşinden girdim ama ziyaretçi kartım olmadığı için adını unuttuğum bir bölümden içeri giremedim. Elde sıfır bir şekilde hastaneden ayrıldım," dedikten sonra küçük şişedeki suyu uzatmasını işaret ettim.
Sanki bir yıldır su içmemişim gibi suyu diktim.
"Cihangir'de neden onu takip ettiğimi merak ettiği için benim peşimden geliyormuş. Benim bundan haberim yok tabii. Sonra ben bir ara susuzluktan şuurumu kaybettim sanırım o sırada bisikletli biri bana çarptı. Cihangir'de bu olaya şahit oldu."
Bir kahkaha patlattı.
"Çok sakarsın Beste," dedi ve gülmeye devam etti.
"Ha-ha," dedim yapmacık bir şekilde. "Peki bana çarpan bisikletlinin Cihangir'in akrabası olmasına ne diyorsun?" deyince kahkahalarını yuttu.
"Ciddi misin?" dedi gözleri kocaman açılarak.
Kafamla onayladım.
"Ne olaylı bir günmüş be," dedi gülerek.
"Öyleydi," dedim kendimi tamamen arkaya bırakarak. "Çok yoruldum."
"Yemek yer misin yoksa yatacak mısın?" diye sordu.
"O kadar yoruldum ki yemek bile yiyemeyeceğim sen düşün," dedim dudaklarımı büzerken.
"Odana gitmene yardım etmemi ister misin?"
"Burada yatacağım. Battaniye ve yastık getirir misin?" dedim iki elimi dümdüz bir şekilde ortada birleştirirken.
Güneş yastığı kafamın altına yerleştirdikten sonra battaniyeyi üstüme örttü. "Teşekkür ederim," dedim minnet barındıran bir ifadeyle.
"Önemli değil," dedi gülümseyerek ardından odadan çıktı.
Bir elimi yastığın altına yerleştirirken diğer elimi dizlerimin arasına yerleştirdim ve cenin pozisyonu aldım. Ardından kendimi uykuya teslim ettim.Tüm gece türlü türlü kabuslar görmüş – Cihangir'in beni arabayla ezmesi gibi- uykum bölünmüştü. Ama bu çalan zilin rüya ya da kabus olmadığına emindim.
"Güneeş! Kapıya baksana," diye bağırdım.
"Tamam," dedi uykulu gözlerini ovarken. Üstüne hırkasını geçirdikten sonra kapıyı açmaya gitti.
"Günaydın!" diyerek haykıran Gökhan Hoca'nın sesini duyduğumda yanlış duymuş olmam için yalvarmaya başladım. Lütfen küçük bir şaka olsun.
"Ho- hocam ," dedi Güneş dili tutulmuş gibi.
"Bugün acil olarak toplanmamız gerektiğini, mezunlardan birinin bize tiyatro konusunda yardım edeceğini gruba yazdım. Cihangir'de Beste'nin ayağının incindiğini büyük ihtimalle gelemeyeceğini söyledi. Biz de sizin evde toplanmaya karar verdik. Grup mesajlarını okumadınız mı?"
"Uyuyorduk. Neyse önemli değil buyurun içeri," dedi.
Ayak sesleri holde yankılanırken ben hâlâ yatıyordum. Yavaş yavaş oturur pozisyona gelirken içeri ilk giren Batu oldu.
"Günaydın güzellik," dedi göz kırparak.
"Günaydın," dedim ve ardından elimle selamladım.
Herkes birer birer içeri girip koltuklara yerleşirken kollarımı göğsümde birleştirmiş hoşnutsuz bir ifadeyle onları seyrediyordum.
Cihangir yanıma yerleşirken, "Günaydın. Kış uykusundan uyandırdık sanırım," demeyi de ihmal etmedi.
"Sabah sabah seninle uğraşamam," dedim elimle sinek savar gibi yaparak.
"Senin dünyanda pijama denilen şey hala icat edilmemiş galiba," diyerek ısrarla konuşmaya devam ediyordu.
Bu sırada Uğur'un bakışlarının üzerimizde olduğunun farkındaydım.
"Hı-hı ," dedim yapmacık bir şekilde gülümseyerek.
"Merhaba çocuklar. Bu Çisem," dedi Gökhan Hoca gözlüğünün camlarını silerken. Çisem eliyle hepimizi selamlayıp gülümseyince ben de gülümseyerek karşılık verdim.
"Okulumuzdan bir sene önce mezun oldu. Çok sevdiğim bir öğrencimdir kendisi. Bize tiyatro konusunda yardım etmesini istedim ve kırmadı beni," dedi gözlüğünü gözüne takarken.
"Kendinize bir konu bulabildiniz mi?" dedi Çisem sevecen bir şekilde. Gözlerinin izlediği yolu takip ettiğimde Cihangir'e baktığını fark ettim.
"Kaç gündür elde edebildiğimiz tek şey bitişler ve başlangıçlar," dedi Cihangir. Bu nükte bulunduran sözün ucu bana dokunuyor, yerimde saydığımı ima ediyordu.
Dünkü olaylar gözümün önünde canlandığında az da olsa aramızdaki soğukluğu yendiğimizi düşünmüştüm, yanılmışım.
"Aslında..." dedim aniden. Söyleyip söylememekte kararsız kalmış, tüm gözlerin bana çevrilmesiyle söylemem gerektiğine kanaat getirmiştim.
"Dünden beri aklımda dönüp duran bir konu var," dedim tek solukta.
"Kanser birisinin umutsuzluğa düşüp her şeyin bittiğine inandığı anda aslında her şeyin onun için yeniden başladığını anlatan bir olay nasıl?" dedim etrafıma bakıp onarında fikirlerini almak isteyerek.
"Güzel olabilir," dedi Batu sakalını kaşırken.
Bu fikri biraz da bilerek ortaya atmıştım. Dün hastanede bu kısımla ilgili bilgi alamamıştım ama bu olay üzerine oynayarak neler olduğu hakkında fikir yürütebilirdim.
Her söylediğim cümleyi eleştiren Cihangir'den bu sefer ses soluk çıkmıyordu. Kartları biraz fazla açık oynamıştım ama bu artık hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Lafı ortaya atmıştım, geri de alamazdım.
"Sosyal sorumluluk da içinde barındıran güzel bir proje olabilir," dedi Gökhan Hoca.
"Kanser olan bir kızın her gün camdan izleyip aşık olduğu çöpçü olabilir," dedi Hicran.
"Evet, sunulması kolay ve hoş olabilir," dedi Güneş elini çenesinin altına koyup düşünme pozisyonuna geçerek.
O sırada birkaç gün önce sokakta Güneş'le birlikte sahipsiz bulduğumuz ve apartman sakinlerinden gizli eve alıp adını Vaşak koyduğumuz kedimiz içeri girdi. Aç olduğunda yaptığı gibi miyavlıyor yerde debeleniyordu.
Rüzgar'ın bacaklarının arasında dolanırken Rüzgar'ın yüz ifadesi görülmeye değerdi.
"Korkma, bir şey yapmaz," dedim gülerek. "Vaşak, gel kızım buraya."
Vaşak, Rüzgar'ın bacaklarının arasından çıkınca Rüzgar tuttuğu nefesini bırakıp odadaki herkesin bir kahkaha patlatmasına neden oldu. Ancak yanıma geleceğini sanırken bu sefer Cihangir'in üst üste atıp öne attığı bacaklarından tırmanmaya çalışıp, pantolonunun kenarından çıkan ipi çekmeye başlamıştı.
" Yavşak mıdır nedir? Şunu alır mısınız başımdan," diye söylendi.
"Vaşak," dedim gözlerimi devirerek.
Ardından Vaşak'a uzanıp onu Cihangir'in üstünden aldım ve çenesinin altını okşamaya başladım.
"Güneş, mama kabına mamasını koysana," diyerek Vaşak'ı Güneş'e uzattım.
Gökhan Hoca dağılan konuyu toplamak için birden konuya dönerek , "Yani şimdi konumuzu belirledik," dedi.
Cihangir ve Uğur birbirlerine bakıyor, odadaki diğer herkes kafasıyla onaylıyordu.
"Uğur?" dedi Gökhan Hoca onun da fikrini almak isteyerek.
Uğur gözlerini Cihangir'in üzerinden çektikten sonra bir müddet benim üzerimde sabitledi. Böyle anlarda ondan korkuyordum. Sonra Gökhan Hoca'ya dönerek, "Benim için sıkıntı yok," dedi kuru bir sesle.
"Bunu halletmemiz hepimizin üzerinden büyük bir yükü kaldırdı," dedi Gökhan Hoca.
"O zaman bunu kutlayalım," dedim hızla ayağa kalkarken. "Ben mutfaktan cips, kola getireyim."
"Yardıma ihtiyacın olur. Ben de geleyim," dedi Cihangir ve itiraz etmeme fırsat vermeden ayağa kalktı.Kolumdan hafifçe desteklemiş, mutfağa kadar yürümeme yardım etmişti. Tabii bu melek halleri mutfağa gelinceye kadardı. Mutfağın kapısını hızla kapattı ve burnundan soluyarak arkasına döndü.
"Ne biliyorsun? Dökül bakalım," dedi boş ifadelerle gözlerime bakarak.
"Benim bir şey bildiğim yok. Ama senin anlatmak istediklerin var gibi duruyor," dedim ciddi bir tavırla.
Bu sözüm onu epey düşündürdü. Saçlarının ön kısmındaki uzun, havaya kalkmış kısmı parmağına doluyor, çözüyor ardından tekrar doluyordu. Bunu yapmaya bir süre devam etti. Dikkatini tekrar bana çevirince mânâlı bir sesle söylendi: "Öyle olsun bakalım."Birlikte cipleri, çerezleri ve içecekleri kase ve bardaklara doldururken sessizdik.
"Bu yeni gelen kız seni önceden tanıyor muydu?" dedim sıradan sohbet konusu açıyormuş gibi. Aslında kızın bakışlarının neden üzerinde olduğunu merak ediyordum.
"Hayır, ne oldu ki?" Yüzünde çelişkili bir gülümseme etkisini gösterdi.
"Merak ettim," diye yalandan bir açıklama yaptım.
"Güzel kız," dedi kaşlarını çatarak. Daha çok tepkimi merak ediyor gibiydi.
"Evet, platin saçları ve çok dışarı taşırdığı ruju hariç," dedim umursamaz bir ifade takınmaya çalışarak.
Güneş'in yerleştiği kaju paketini ararken tüm dolapları açıp kapıyor bir yandan da Mavi Gri'den Ben Sende Yandım şarkısını mırıldanıyordum.
Kajuyu dolabın en alt kısmında bulduktan sonra küçük bir kaseye boşalttım ardından dolabın kapağını kapatıp kapıya yöneldim. Bu sırada Cihangir sırtını kapıya yaslamış, ellerini göğsünde kavuşturmuş, gözlerinde sıcak ama ulaşılamayacak bir ifadeyle beni izliyordu. Hemen kendini toparladı ve kaseleri ve içecekleri koyduğu tepsiyi aldı.
"Onu da buraya getir," dedi eliyle kaju koyduğum kaseyi işaret ederek.
"Bunu taşımaktan da aciz değilim, saçmalama."
"Dikkat et," dedi ve kapıyı açıp bizimkilerin olduğu odaya doğru yürümeye başladı.
Ben daha içeri girmeden kaseler ve içecekler sehpalara yerleştirilmişti. Elimdeki kaseyi de en ortadaki sehpaya koyarak Cihangir'in yanındaki yerime oturdum.
"Müzikle uğraştığını duydum," dedi Çisem gözlerini Cihangir'in üzerine dikerek.
"Mide ziyafetinden önce bir müzik ziyafeti hiç fena olmaz," dedi diğerlerine göre normal ama bana göre yapmacık olan bir gülüşle.
Diğerleri de desteklerini alkışlayıp, ıslık çalarak Çisem'i desteklerini belli eden hareketler sergilediler. Onlar bunları yaparken ben kolamı içip diğer herkese göz deviriyordum. Hatta gözlerimi devirirken birinde Cihangir'le göz göze bile gelmiştik. Tabii o da bunu fırsat bilerek gitarını eline aldı ve diğerlerinin istediği şeyi yapmak için iş başına koyuldu.
Gitarı eline yerleştirdi ve şarkı söylemeye başlamadan önce o bal kahvesi gözleriyle son kez bana baktı. Yüzünde nedenini çözemediğim muzip bir ifade vardı.
"Ben de yıkıldım yalnızlıkta
Ben de kırıldım paramparça
Bu yolun sonu yok, biliyorum
Üzülsek de, kırılsak da, darılsak da
Sen de kabul et ikimiz de seviyoruz
Sanki bir uçuruma yalınayak yürüyoruz
Yine de bir yerlerde arıyoruz
Ruhumuzu, ufkumuzu, sevgimizi
Yine de bir yerlerde buluyoruz
Geçmişe dair unutulmayan ne varsa
Ben sende yandım, sende söndüm
Çıkar yol bulamadım bu sensizliğe
Geceler doldu içime, cevap veremedim
Sadece gözyaşlarım kaldı sayfalarda."
O şarkı söylerken aralanan dudaklarını, kapattığı gözlerini – gözlerini kapatmasına rağmen kirpikleri yukarı doğru kıvrık duruyordu- izliyordum.
Sesi kulağımı okşayıp geçiyor, etkisinden kurtulamıyordum. Daha birkaç gündür tanıdığım bu çocuğu sanki birkaç gündür değil de yıllardır tanıyormuşum gibiydi.
Belki de yıllardır arayıp bulamadığım ruhu içine hapsettiği içindir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİDEN
Teen FictionHerkes için sancılı bir süreç olacaktı. Ama aşılamaz değildi. "Zülfü Livaneli'nin dediği gibi : Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey," dedim Zülfü Livaneli'den alıntı yaparak. Yüzünde samimiyetten tamamen uzak alaycı...