Nefes alış verişimin normale dönmesi kalbimi fazla etkilememişti. Hâlâ ritminin dışında fırlayacakmış gibi atıyordu. Alt dudağım gözlerimden düşen gözyaşlarına ev sahipliği yaparken aynı zamanda titremeyi de ihmâl etmiyordu.
Cihangir'in ise dudakları ince bir çizgi halindeydi. Elleri saçlarımı sıkıca kavramış, sanki bir daha kaybolacakmış gibi tutuyordu.
Ardından bir elin daha sırtımı sıvazladığını hissedince yavaşça kafamı ardıma çevirdim. Güneş gözlerinin feri sönmüş bir şekilde bana bakıyordu. Göz altındaki morluklar dün gece hiç uyumadığının en büyük ispatıydı. Benim arkamı dönmemle Cihangir'in kolları da bedenimden çözülmüş ve yanına doğru düşmüştü. Ardından kollarını göğsünde birleştirdi ve taviz vermek istemediği o sert mizacıyla birlikte kaşları da dudakları gibi düz bir çizgi halini aldı. Gözlerindeki ışığı da söndürmeyi unutmadı.
Kollarımı Güneş'e dolarken hissettiğim sıcaklık beni evime dönmüş gibi hissettirdi. Kollarımı daha da sıkı bir hale getirirken bir daha asla kendi başıma buyruk hareket etmemem gerektiğini kendime bilmem kaçıncı tembihleyişimdi.
"Deli kız.." dedi Gökhan Hoca. Onun da teni iyice solmuş ve yorgun olduğunu belli edecek şekilde kambur duruyordu.
"İyi misin?" dedi Rüzgar. Sesi Cihangir'in olduğu yerden geliyordu. Güneş'ten kollarımı ayırıp
Rüzgara doğru döndüm ve yarım yamalak gülümseyerek, "İyiyim," dedim.
"Doğanay ve Ece ile karşılaşmışsın," dedi Rüzgar elini ensesindeki saçlarına götürürken.
Kaşlarımı çatıp aşağıda kalan Doğanay ve Ece'ye baktım. İkisi de kollarını göğsünde birleştirmiş bizi izliyordu.
"Evet de..." Sözümü bitiremeden Rüzgar soracağım soruyu anlamış olacak ki "Bazı geceler aynı yerde çalıyoruz," dedi.
"Hocam artık dönmemiz gerekiyor," diyen Çisem'in sesi beni soyutladığım normal hayatıma geri döndürmüştü.
"Evet, haydi çocuklar otobüse dönelim," dedi Gökhan Hoca.
"Gençler, bizimle gelsenize." Rüzgar, Doğanay ve Ece'ye seslenmişti.
"Teşekkürler, arkada kalan bir arkadaşımız daha var. Onunla birlikte döneceğiz."
Rüzgar eliyle tamam anlamında işaret ettikten sonra Gökhan Hoca'nın arkasından yukarı doğru çıkmaya başladı.
En arkada Güneş ve ben kaldık.
"Nasıl oldu?" dedi şüpheli gözlerini üzerime dikerek.
"Uzun hikaye," dedim aynı şeyleri hatırlayıp anlatmak epey can sıkıcı bir durumdu.
Kaşlarını çattı ve yürürken aniden durdu. Tabii benim de onunla birlikte durmam gerekiyordu. Arkama döndüm ve, "Eve gidince hepsini anlatırım," dedim.
Kafasıyla onayladı ve eve gidene kadar kulaklığımla birlikte sessizliğe gömüldüm.
***
Tüm olanları teker teker Güneş'e anlatırken beni annesinden masal dinleyen çocuklar gibi heyecanla dinliyordu. Hepsini anlatmayı bitirdiğimde boğazımdaki kuruluğu gidermek için su içmek zorunda kalmıştım.
"İnanamıyorum," dedi ellerini yüzünün iki yanına yerleştirerek.
"Ben de böyle insanlık dışı hareket sergileyeceğini tahmin etmiyordum," dedim vücudumu tamamen ona dönerek.
"Demek Cihangir ve Uğur zamanında aynı kızı seviyorlarmış," dedi. Tavana diktiği gözleri kafasında bir şeyler oturtmaya çalıştığının simgesiydi.
"Tüm anlattıklarımdan sadece bu mu ilgini çekti yani?" dedim inanamayarak.
"Herhalde," dedi . Bu sefer gözleri başka bir yeri hedef almıştı.
"Gerçekten değişik bir insan türüsün Güneş,"
Oturduğum yerden kalkıp bardağı mutfağa bırakmaya gidiyordum.
"Yarın gece için kimseye söz verme. Zaten evden çıktığın yok ama ben yine de uyarmak istedim," diyerek ardımdan seslendi.
O bunları düşünüp söyleyene kadar ben çoktan mutfağa varmıştım bile.
"Neden?" Sesimi duyacağını varsayarak çok bağırma ihtiyacı duymamıştım.
"Ne dedin, evet mi? Ben de sana katılıyorum. Çok haklısın," diyerek söylediklerimi duymazdan geliyordu.
Bardağı yerine koyduktan sonra evin en aydınlık köşelerinden biri olan oturma odasına geri döndüm.
"Nereye gideceğiz?" dedim tek kaşımı kaldırarak.
Oturduğu yerde biraz kıvrandıktan sonra ağzındaki baklaları tek tek çıkarmaya başladı.
"Cihangir ve Rüzgar'ın çaldıkları bir mekan varmış," dedi ve ardından sessizliğe gömüldü.
"Eee özel bir davet aldın galiba."
Yaptığım imayı hiç beklemiyormuş gibi gözlerini oynadığı tırnaklarından çekti ve hızla yüzüme çevirdi.
"Rüzgar mı?" dedim sakin bir şekilde.
"Hı-hı," dedi. Sanki nereden ve nasıl başlayacağını bilmiyormuş gibi yardım için gözlerime bakıyordu.
"Aranızda bir şey mi var?" Sormamı beklediği soruyu sorarak konuyu hiç dolandırmadan yüzüne doğru gerçekleri söylemiştim.
"Pek sayılmaz. O konular biraz karışık."
"Bir şey vardır veya yoktur Güneş."
"Bu konu hakkında konuşmaya ikimizde cesaret edemedik. Sanırım ondan hoşlanıyorum," dedi ve elini saçlarına daldırıp aşağıya doğru çekti.
"Bu kadar kısa sürede mi?"
"Hoşlantı kısa bir sürede olur zaten. Sevmek zaman işidir," dedi yanaklarını şişirerek.
"Pekâlâ."
"Yani gidiyoruz," dedi heyecanla.
"İstediğin olsun," dedim omuz silkerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİDEN
Roman pour AdolescentsHerkes için sancılı bir süreç olacaktı. Ama aşılamaz değildi. "Zülfü Livaneli'nin dediği gibi : Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey," dedim Zülfü Livaneli'den alıntı yaparak. Yüzünde samimiyetten tamamen uzak alaycı...