Güneş, gecenin devrettiği yeri hızla almasına rağmen etrafı ısıtmak konusunda o kadar hızlı davranmamıştı. Yaydığı ışık gözlerimi kısıp, elimi gözümün önüne siper etmeme neden olduğu kadar hırkama daha sıkı sarılmama da neden oluyordu.
"Çok güzel kokuyor," dedim çadırdan sadece kafamı çıkararak.
"Buraya teşrif ederseniz bunu mideniz de tatsın, hanımefendi." Kafamı arabadan içecekleri getiren Uğur'a çevirdim. Düne göre daha mutlu ve enerjikti, ya da rol yapıyordu. Uğur'u çözmek zordu, sadece iyi bir insan olduğuna kanaat getirip, diğer özelliklerine fazla takılmamak gerekiyordu.
Güneş, eliyle gelmemi işaret edince dudak büzdüm ve ardından sadece dudaklarımı oynatarak çok soğuk, dedim.
"Çıkınca alışıyorsun," dedi büyük bir hevesle. Şehrin yoğun temposu ve atmosferinden sonra burası ona çok iyi gelmiş olmalıydı. Daha sakin ve mutluydu. Aslında bana da çok iyi gelmişti fakat ben sıcak yerlerin insanıydım.
Çadırın fermuarını yavaş yavaş indirirken, soğuk hava, aniden vücuduma nüksetmiş ve olduğum yerde donakalmama neden olmuştu. Vücudum yavaş yavaş havaya alışırken ilk yaptığım hareket ellerime sıcak hava üfleyip, birbirine sürtmek olmuştu.
Çadırdan çıktığımda, güneşin vurduğu bir yeri gözüme kestirip, aniden koşmaya başladım. Tabii bunu yaparken hırkamı vücuduma iyice sarmış ve kollarımı önümde kavuşturmuştum. Ben hariç herkes ortamın sıcaklığına alışmış, hatta aralarında kısa kolluyla gezen bile vardı.
"Batu'nun yanına otur, oraya güneş vuruyor," dedi Güneş içecekleri bardaklara doldururken.
"Neden çay yapmadınız?" dedim. Hava durumunu artık konumuz dışı etmiştim bile.
Çisem, kinayeli bir kahkaha patlattıktan sonra herkesin önüne plastik tabakları gergin bir şekilde bırakmaya başladı.
"Bizdeki semaveri getirebileceğimi söylemiştim, ama unutmuşum," dedi Güneş. Morali bozulmuştu ve alt dudağını çiğniyordu. Boşver dercesine elimi salladım ve dudak hareketlerim bunu takip etti. Bu hareketim Çisem'i daha çok sinirlendirmişti, aksine benim hoşuma gitmiş, yüzüme tembel bir gülümseme yerleşmişti.
Batu'nun yanına, en kenara yerleştiğimde elimle Batu'nun omzuna vurdum ve uyku sersemi haliyle birden gözlerini daldığı noktadan ayırdı ve benim gözlerimle buluşturdu. Uykusu yavaş yavaş dağıldıkça, yaptığım hareketin farkına varıyordu. Sonunda kendine geldiğinde ağzı kulaklarına varana kadar gülümsedi ve, "Günaydın!" dedi heyecanla.
Buradaki insanların aksine hayat dolu bir çocuktu. En kötü depresyon anlarımda bile beni güldürebiliyordu.
"Günaydın," dedim onun aksine daha düz bir sesle.
"Evet, size özel hazırladığım Fransız tostu da geldi. Tabaklarınıza alabilirsiniz," diyerek masanın ortasına yerleştirdi.
Batu'ya doğru eğilerek, "Ne zamandır yumurtalı ekmeğin adı Fransız tostu ?" dedim sessizce. Ama anlaşılan yeterince sessiz olamamıştım, masadaki tüm gözler bana çevrilince bunun farkında varabildim. Batu, kahkahasını içinde tutmak için çabalıyor, dudaklarını birbirine bastırıp, işaret parmağıyla kafasını kaşıyıp duruyordu. Güneş, damaklarını kemiriyordu ve bakışlarını ağacın gövdesine dikmiş, kendini oyalıyordu.
İş işten geçti mantığıyla yumurtalı ekmeği, peynir ve çoban salatasını tabağıma alıp, önümdekilerle meşgul oldum. Kahvaltı boyunca Gökhan Hoca'nın nasihatları ve anlattığı ibretlik hikayeler dışında pek bir konuşma olmamıştı. Herkes yamyamlar gibi önündeki yemeğe odaklanmış, kıtlıktan çıkmış gibi yiyordu.
Yemeğimi ilk ben bitirmemiştim ama yarıda bıraktığım için boşalan tabakları toplayama ben başlamıştım. Plastik tabakları ve bardakları poşetlere dolduruyor, bir yandan da çok yedikleri için şişen karınlarını ovalayan ekip arkadaşlarım üzerinde göz gezdiriyordum. Evet, onları ekip arkadaşlarım diyerek nitelendirmeye karar vermiştim. Dilime en makulü bu gelmişti.
"Şimdi bana yardım edecek genç delikanlılara ihtiyacım var," dedi Gökhan Hoca ayağa kalkıp, elini Cihangir ve Rüzgar'ın omzuma yerleştirirken.
Cihangir, homurdanarak oturduğu yerden kalksa da, Rüzgar itiraz etmemiş hatta Cihangir'in aksine neredeyse Gökhan Hoca'nın onlardan yardım istemesine sevindiğini söyleyebilirdim.
Gökhan Hoca önde, peşini Cihangir ve Rüzgar takip ediyordu. Ellerinde anlam veremediğim birkaç eşya ve kutu vardı. Gökhan Hoca, her zaman yaptığı projelere önem vermiştir ama bu sefer diğerlerine oranla daha fazla hevesi ve ilgisi vardı. Sanki kendini kanıtlamak istiyor gibiydi... Ya da çok eskiden bahsettiği gitmeden önce dev bir iz bırakarak gitme hayalini gerçekleştirmeye çalışıyordu. Umarım böyle değildir, diye geçirdim aklımdan.
Nerden bulduğunu gerçekten merak ettiğim eski yapım sandalyeleri, ağaçların biraz ilerisine yerleştirdi. Cihangir ve Rüzgar hala ellerinde hala kılıflar duruyordu. Cihangir, kılıfı askılığından tutmuş, gözlerini Gökhan Hoca'ya nefretle dikmişti. Gökhan Hoca'nın büyük bir hevesle ellerini yumruk yapıp, göğüs hizasında kaldırmasına karşılık gözlerini abartılı bir şekilde devirmişti.
"Evet, bunlarla ne yapacağımızı merak ediyorsunuzdur," dedi. İçindeki heyecan sesinin tınısına bile yansımıştı.
Herkes konuşmasına devam etmesini bekliyordu. "Doğada sanki tiyatro sahnesindeymişsiniz gibi hissetmenizi istedim. Hem burası kadar huzur dolu, hem de sanki sahneye çıkacakmışsınız gibi stres dolu olmanızı..." Havayı derin derin soluyor ardından büyük bir mutlulukla geri veriyordu.
"Bunlar ne ?" dedi Çisem. Rüzgar ve Cihangir'in ortasına geçmiş iki eliyle de kılıfların kenarlarını tutuyordu. Saçlarını düzleştiremediği için kabarmış ve birbirine karışmıştı. Tarakla düzeltmeye çalışırken saçlarını daha da elektriklendirdiği belliydi. Komiğime gitmişti ama yüzüne baktığımda içimdeki tüm iyi hisler kendini vuruyordu. Anlamsız bir şekilde bu kıza karşı antipati duyuyordum.
"Birisi deli önlüğü," dedi Gökhan Hoca. Diğerine hatırlayamamış, gözlerini kısıp, işaret parmağıyla kafasını kaşımaya başlamıştı. Hatırlamak için kendini zorluyordu. "Açıp bakalım," dedim yardım etmek isteyerek.
"Mantıklı," dedi parmağını şıklatıp, beni göstererek. "Aç bakalım, Çisem."
Çisem, takılmış fermuarı açmak için yırtınırken, Rüzgar, elleriyle Çisem'e durmasını işaret etti ve kendisi açtı. Mavi bir hasta kıyafeti bulunuyordu.
Gökhan Hoca, görür görmez hatırladı ve "Tabii ya," diyerek mırıldandı.
"Birkaç gündür Çisem'le konumuz hakkında enine boyuna konuşuyoruz. Çöpçü fikrini bir sonuca bağlayamadığımız için bunu değiştirmeye karar verdik."
"Hastanenin için birisi olmasının hepimiz için daha kolay olacağını düşündük, deli olmasına karar verdik," diyerek araya girdi Çisem.
"Akıllı olan bir insan neden deliye aşık olsun?" diyerek sitem etti Hicran. Daha çok hepimiz konuşup bir sonuca varmadığımız için kızmış gibiydi. Bireysel hareketlere her zaman karşı çıkan bir karakteri vardı. Eğer ortada çözülmesi gereken bir konu varsa herkesin fikrini belirtmesinden yanaydı.
"Aşkın kendisi zaten bir delilik değil midir?" Tüm gözler Cihangir'e çevrildiğinde, o deli gömleğini sandalyenin üzerine bırakmakla meşguldü. Ardından Rüzgar, elinde tuttuğu kılıfında, önü açık duran elbiseyi Cihangir'inkinin üstüne bıraktı.
"Keşke fikrimiz alınsaydı," dedi Güneş. Sesi sitemden tamamen uzaktı ama bolca kırgınlık bulunduruyordu.
"Şu an fikrinizi alıyoruz," dedi Çisem öfkeli bakışlarla. Kendini bilirkişi ilan etmiş, yaptığı her şeyi kusursuz gördüğü için laf ettirmiyordu.
"Uzun uzadıya gidiyordu, bir an önce halletmek istedim. Haklısınız," dedi Gökhan Hoca mahcup bir şekilde.
Kollarımı göğsümde kavuşturup, altına birkaç gün önce üzerinde çalışmaya başladığım senaryonu yerleştirmiştim. Bir yandan alt dudağımı dişliyor, diğer yandan da içimdeki volkan patlaması etkisi yaratacak öfkeyi zapt etmeye çalışıyordum.
"Keşke daha önce haber verseydiniz," dedim. Sesim titrediği için nefesimi tuttum. "Boşuna senaryoyu yazmaya başlamazdım," diyerek sözlerimi devam ettirdim.
İçimde ayağa kalkan duyguları dindirmiş, umursamamak için artık kendimi zorlamıyordum.
"Olan oldu artık," dedi Su. Çoğumuzun aksine normal karşılamıştı durumu. "Bence ne kadar çabuk başlarsak o kadar iyi olur."
"Elimizde senaryo yok," dedi Batu. Gözleri ,bizim aksimize Gökhan Hoca'yı hedef almıştı. Biz de nefretle Çisem'e bakıyordu.
"Doğaçlama her zaman en iyisidir," dedi Çisem. Sesinden yapmacık bir neşe akıyordu.
"Evet, sonra Beste onları kağıda işler," dedi Rüzgar. Söylediği şeye kızmıştım ama Çisem'i desteklemek için değil bir tartışma yaşanmaması için çabalıyordu. Arkadaşının tam zıttı karakterdeydi. Ona ne kadar arkadaş denebilirse tabii.
Sandalyelerden boş olanı iyice geri çekerek, oturdum ve bacaklarımı üst üste attım.
"Evet, oynayın bakalım. İzleyip kağıtların boş kısımlarına not alacağım," dedim elimde ortayı göstererek.
"Güneş," dedim kolumu sandalyenin yanında yerleştirirken. "Sen kanser olacaksın, böyle duygusal roller sana göre."
"Batu, sen de Güneş'in sıkıcı sevgilisi olacaksın."
"Uğur, sen deli olacaksın. Güneş'in tutulmasına neden olan bir yanı olmalı, ama onu şu an tam kararlaştıramadım."
"Hicran, sen Güneş'in en yakın arkadaşı olacaksın. Su, sen de Güneş'in annesi ol, ya da ilerleyen zamanlarda değiştirebiliriz."
"Ve Cihangir'le Rüzgar' a geldi sıra. Siz den de acıklı ama bir o kadar da insanın tüylerini ürperten müzikler bekliyorum," dedim elimi yumruk yapıp çenemin altına yerleştirirken.
Şu an Çisem'le rolleri değişmiştik, aslında hoşuma gitmediğini söyleyemem ama onun çok sinirlendiği her halinden belliydi.
"Evet, Çisem seninle de yollarımız burada ayrılıyor sanırım. Tüm yaptıkların için gerçekten çok minnettarız," dedim sesimle bolca kinaye ve alayı yoğurarak.
Bir şey söyleyememiş, öylece kalakalmıştı.
"Pekâlâ," dedi Gökhan Hoca ellerini iki kez birbirine vurarak. "O zaman Güneş ve Batu sizi sahneye alalım, diğerleri şimdilik kenara çekilsin."
Herkes arkama doğru geri geri ilerlerken, sahnede sadece Güneş ve Batu kalmıştı. Cihangir, elini sandalyemin arkasına koydu ve kulağıma doğru eğilerek, "İçindeki yırtıcıyı dışarı çıkardın, bakıyorum da," dedi.
Gün boyu sinirimi bozmuş, saçma sapan konuşmuştu ve hâlâ bunu yapmayı sürdürüyordu. Kafamı hızla ona doğru çevirmemle burun buruna gelmiştik. Zihnimde bir deprem olmuş ve sıralanan cümleler birbirine girmiş, karman çorman olmuşlardı. Tek yapabildiğim sandalyemi hışımla öne doğru çekmek oldu, ama bu durum onun keyfine gitmiş, benim aksine yüzüne çelişkili bir gülümseme yayılmıştı.
Cihangir ve Rüzgar, senaryo henüz hazırlanmadığı için benim gibi oturmuş, Gökhan Hoca'nın bunalarak da olsa yapmaya çalıştığı taslağı izliyorlardı. Sabah hava ne kadar soğuk olsa da öğleden sonra iyice kızışmış ve üzerimdeki hırkamı çıkarmama müsaade etmişti.
Güneş yavaş yavaş gökyüzünden çekilirken, ardından sıcak bir rüzgâr dalgası bırakıyordu. Rüzgârın uğultusu ile kuşların sesleri birbirlerini tamamlarken ortaya kulağı gıdıklayan bir melodi çıkmıştı. İnsanların neden doğada huzur bulduklarını daha iyi anlıyordum.
Gözlerimi, kaybolan güneşin ardında bıraktığı renk cümbüşünü bulunduran gökyüzüne diktim. Bulutlar sanki bir şeyler anlatmak istiyor, hareket ediyorlardı. Arada gözlerimi kısıp, bulutların oluşturduğu şekillere bir anlam yüklemeye çalışıyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİDEN
Teen FictionHerkes için sancılı bir süreç olacaktı. Ama aşılamaz değildi. "Zülfü Livaneli'nin dediği gibi : Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey," dedim Zülfü Livaneli'den alıntı yaparak. Yüzünde samimiyetten tamamen uzak alaycı...