5. Bölüm - Hazır

1K 75 2
                                    

  Eve yürürken ikimiz de sessizce ilerliyoruz. Hava sanki daha ağır... Daha puslu. Daha umutsuz. Kalbim sürekli aynı soruyu soruyor acı çekerken. Neden sevdiğim herkes beni terk ediyor?
  “Babam sana yardım edeceğine söz verdi” bana güven vermeye çalıştığını biliyorum.
  “Benim babana yardım etmem gerekir daha çok.” Gözlerini deviriyor. Mavi evin tek çocuğu… Annesi onun doğumunda ölmüş. Babasının anlattığına göre onun ismini fısıldadıktan sonra son nefesini vermiş. Belki de bu nedenle Mavi ismini bu kadar çok seviyorum… Şimdiyse babası ve Mavi’den başka kimse yok ailelerinde. Evlerimiz neredeyse yan yana…
  “Senin beslemen gereken dört boğaz daha var. Lir ve Bal’ı da sayarsak altı…”
  “Lir kendi başına gayet güzel hallediyor her şeyi… Bal da o kadar büyük bir yük değil.” Savunmaya geçmeme gülüyor. Sanki hiç konuşmamışım gibi devam ediyor.
  “Babam size yardım eder.” Mavi gittikten sonra babası tamamen yalnız kalacak. O an kimin kime yardım ettiğinin bir önemi olmadığını fark ediyorum. Mavi gittikten sonra birbirimizden başka kimsemiz olmayacak ki zaten… Zaten ikimiz de birbirimize destek olmaya çalışacağız. O kardeşlerim için bir baba gibi olacak. Bense onun için kızından farksız olacağım… Neyse ki bir babaya ihtiyaç duymayı uzun zaman önce bıraktım. Oysa bir annem olmamasını atlatabilecek miyim hâlâ bilmiyorum.
  Onunla daha fazla tartışmak istemiyorum. Sessizlik uzayıp gidiyor. Ağaçların arasında odun toplayarak ilerliyoruz. Mavi bir taraftan meyveleri de alıyor. Son yaz meyvelerimizi…
  “Keşke Lir burada olsaydı” diye hayıflanıyor üşengeç üşengeç…
  “O bir kılıç dişli kedi” diye kızıyorum. “Senin getir götür işlerini yapacak sıradan bir uşak değil.” Sanki bana hakaret etmiş gibi davranıyorum. Açıkçası biri sevdiğim birine ya da bir şeye laf ettiğinde bana hakaret etmişler gibi hissediyorum da.
  “Kızma” diyor sevimli olmaya çalışarak. Yere eğilip kocaman bir çiçek koparıyor. Gülümsüyorum. Bu bana ne kadar doğal gelse de hâlâ bir parça tuhaf. Birkaç saat öncesini düşünüyorum. Beni suya attıktan sonrasını… Öpüşmemiz aklıma geldiğinde kızardığımı hissediyorum. Mavi gözlerini gözlerime dikiyor. Onun da aynı şey düşündüğünü biliyorum. Gülümsediğinde sonrası geliyor aklıma. Bana bugün yüzme öğretti. Sonunda ben de suyun üzerinde durabiliyorum. Oysa hâlâ ölesiye korkuyorum sudan. Yol boyunca son birkaç saati düşünüyorum.
  Birden eli benimkini kavrıyor. Gülümsüyorum. Ormandan çıktığımızda evimi görüyorum. Kaira dışarıda bizi bekliyor. Gözleri ellerimize kaydığında yüzünde oluşan tebessümü fark ediyorum. Belki de gerçekten benden başka herkes benim için en doğrusunun bu olduğunu biliyordu… Uzun zamandır istedikleri şey olmuştu işte. Ne yazık ki yanlış bir zamanda… Elindeki meyveleri Kaira’ya uzatıyor.
  “Görüşürüz” derken sesindeki gerilimi hissedebiliyorum. Elimde olmadan yüzüne dokunuyorum. Son bir kez doya doya bakıyorum ona. Belki de bu onu bu şekilde son görüşüm olacak. Sudan yeni çıkmış. Giysileriyse toprak içinde… Orman kokuyor. Gözlerimi örten bir tutam saçı geriye atıyor. Birbirimizi izliyoruz. Öylece. Onun da aynı şeyi yaptığını fark ediyorum. Beni zihnine kazıyor.
  “Mavi?” sese doğru dönüyoruz aynı anda. Servator özür diler gibi bakıyor bana. Bizi bölmek istemediği her halinden belli… Bir an içimde büyük bir suçluluk oluşuyor. Mavi’yle son dakikalarını geçirdiğini fark ediyorum. Çünkü en değerli son birkaç saatini ben çaldım… Ona gülümsüyorum. Oysa Servator gülümseyecek gücü bile bulamıyor kendisinde. Mavi bana bakıyor. Kendimize özgü o bakışma dilimizde konuşuyoruz. Bakışlarımla gitmesini işaret ediyorum. Bana sıkı sıkı sarılıyor. Sanki bu sonmuş gibi… Belki de öyledir. Alnıma minik bir öpücük bıraktığında gözlerimi zorlayan gözyaşlarımı hissediyorum. Sonunda ayrılıyoruz ve Mavi babasının yanına gidiyor. Birlikte evlerine doğru yürüyorlar. İçeri giriyorum.
  “Abla!” birden bacağıma dolanan minik bir şey hissediyorum. Lara simsiyah gözlerini kocaman açmış beni izliyor. Yedi yaşında bir çocuk olsa da çok daha küçük gösteriyor. Bir şey istiyorlar. Ne zaman bir şey isteseler böyle olur. Defne de tıpkı onun gibi bakıyor bana. On beş yaşından çok daha büyük gösteriyor o da. Benimle yaşıt gibi hatta...
  “Çıkarın bakalım ağzınızdaki baklayı” Defne cesaretini sonunda topluyor. Ne kadar büyük gösterirse göstersin. On beş yaşında ve hâlâ bir şeyler için benim iznimi isterken çocuk gibi davranıyor.
  “İzlemeye gelebilir miyiz?” diyor iki küçük kız aynı anda. Benim iki küçük kardeşim...
  “Hayır!” diye cevaplıyoruz Kaira ve ben aynı anda. Yüzleri bir anda düşüyor. Oysa Morra gülümsemeye başlıyor. Size söylemiştim demek istiyor sanki. İstemsizce onu kendime çekip saçlarını karıştırıyorum. Bana iyice sokuluyor. Bazen onun ablası gibi değil de annesi gibi hissediyorum. Ve aslında ikisi de olmadığım gerçeği beni yaralıyor. İki kızın da omuzları çöküyor.
  “Ama…”
  “Hayır. Konu kapandı.” Defne bu kez bana diklenmeye çalışıyor. Daha başlamadan susmasını sağlamaya çalışıyorum. “Küçükler zaten gelemez. Sen de onlarla kalmak zorundasın.” Eskiden hiç böyle şeyler istemezlerdi. Bu yıl ne değişti anlamıyorum. Gözlerim Kaira’ya kayıyor. O bu yıl benimle meydana inecek. Reşit olan herkes vergi günlerinde meydana inmek zorundadır.
  “Peki, ben reşit olduğum ne olacak? Benim vergi günüm geldiğinde? Onları tek başına mı bırakacaksın?” aslında çok haklı ve bu benim sinirlerimi ne yazık ki daha çok bozuyor.
  “O gün geldiğinde bir şeyler düşünürüm.” Defne ilk kez bana bu şekilde karşı çıkıyor. “Uzatma” diyorum sertçe. Umut dilenir gibi Kaira’ya bakıyor ama onun da benimle aynı fikirde olduğunu görmek için dahi olmaya gerek yok. Aralarında sadece bir yaş olsa da Kaira, Defne’den çok daha olgun bir çocuk. Defne uzatmak istiyor ama Kaira başını iki yana salladığında o da mesajı almış oluyor. Defne sinirle çıkıyor yukarıya. Bu kız ne ara bu kadar büyüdü diye soruyorum kendime. Kaira onun peşinden merdivenleri tırmanıyor. Ben de öyle. Oysa benim derdim Defne’nin peşinden gitmek değil. Hazırlanmam gerek. Odamın önüne geldiğimde konuştuklarını görüyorum. Kaira bir elini kardeşinin omzuna koyuyor. Geri kalanlarımızın aksine onlar gerçekten kardeşler.
  “Yanımda olmak istediğini biliyorum” diyor sakince. “Bir şey olmayacak. Söz veriyorum sağ salim döneceğim.” Elbette bir şey olmayacak. Kaira on altı yaşında. Benden sadece birkaç yaş küçük olsa da hep daha küçükmüş gibi geliyor. Aslında bu yıl onun bile seçilme ihtimali var. Ama bu olmaz. Yaş sınırını birden bu kadar düşüremezler. Sayımız öylesine azaldı ki… Daha fazla insanın ölmesine izin veremezler. Herkes ölecek olursa insanlar kimi korumak için savaşır ki? Defne başını yavaşça sallıyor. Kapıyı tıklatarak içeri giriyorum. Defne sonunda biraz daha sakin görünüyor.
  “Sana giysi ayırdım” diyor yerlere bakarak. Yatağın üzerine bakıyorum. “Oraya böyle gitmeyeceksin herhalde.” Aslına bakılırsa aklımdan geçmedi değil. Kızıl kahve saçlarını tepesinde toplamış bir anne gibi dikiliyor tepemde.
  “Peki” diyorum pes ederek. Onun on beş yaşına geldiğine inanamıyorum. Çok yakında reşit olacak ve ben o gün hâlâ yıllarca uzaktaymış gibi hissediyorum. Oysa Defne birkaç ay sonra ikinci vergi gününde çıkacak. O gün kasabada kalanlardan olursa birkaç gün içinde de çalışmaya başlayacak.
  “Ben giyinirken o yatağa oturuyor. “Maviyle neler oluyor?” diye soruyor umut ve merakla.
  “Bilmiyorum” diyorum. Simsiyah elbise bana biraz bol geliyor. Eskiden tam üzerime otururdu. Yine siyah ayakkabılarımı giyiyorum. Resmi rengimiz. Neredeyse her özel günde giydiğimiz renk. “Fark eder mi?” diye ekliyorum bir yandan. Defne yine umutla devam ediyor.
  “Belki onu seçmezler” Bu kızın hayal gücünün sınırı yok. Bunları düşünsem bile bir tarafımın da onunla aynı hayalleri kurduğunu inkâr edemem. Mantığıma ne kadar güvensem de bazen onun yanlış olduğunu görmek istiyorum. Başımı iki yana sallıyorum. Bugün onun son günü…
  “Bence bazen senin bile gerçekçi olman gerek” diyorum masum kız kardeşime. “Otuz erkeğe ihtiyaçları var. Bizdeyse sadece yirmi beş kişi var. Yani kesinlikle seçilecek.”
  “Geri gelecek” diyor bu sefer kendisinden emin bir şekilde. “Senin için geri gelecek.” Gerçekten gelecek mi? Buna inanmayı ölesiye istiyorum. Tek bildiğim geri gelmeyecek. Belki de bu nedenle bu kadar acıtıyor gidişi. Oysa günlerdir gideceğini biliyorum. Defne saçlarımla oynamaya başlıyor. Bir topuz yaptığını hissedebiliyorum. Küçüklüğünden beri saçlarımla oynamaya bayılır.
  “Keşke benim saçlarım da seninki gibi olsa” diyor hüzünle.
  “Keşke benim saçlarım seninki gibi olsa” diye karşılık veriyorum. Bu kız ne kadar güzel olduğunun hiç farkında değil. Saçları bazen alev almış gibi duruyor. Gülümsüyor. Ellerini omuzlarıma koyuyor.
  “Hazırsın” diyor beni aynaya döndürerek. Bu simsiyah elbisenin içinde tenim bembeyaz görünüyor. Daha kırılgan. Daha zayıf. Daha yorgun. Daha güçsüz. Ama kesinlikle hazır değil.

PİYONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin