Ölümün harmanlanmış kokusu tüm beğenliğiyle bedenimi sararken bana el sallayan küçük kız çocuğu...
Bedenimi himayesi altında esir tutan bir kaç duygu kırıntısı...Yanaklarımdan ince düz bir yol olarak ilerleyen göz yaşlarım çenemde buluşup küçük bi çarpışmanin ardından elimde tuttuğum günlüğume düstü. Günlüğümdeki yazıların bi kısmı gözyaşlarımın etkisiyle dağlıp özgürlüğünu ilan etmişti...
Sahi yaşamak için kaç günüm kalmıştı?
Yaşan bi ölü olarak bu dünyadan ayrilmama kaç gün kalmıştı...
Duvarda asılı duran takvime baktım. 3 ay 12 gün...
Yaşayan bir ölüden farksız ben için fazla uzundu...
Bu günleri kısaltmanın tek yolu da benim elimdeydi...
GÜZEL ŞEYLER KISA SÜRER DEĞİL MI?Günlüğümün kapağını kapatıp oturduğum yerden kalktım. Göz yaşlarımi elimin tersiyle sildim. Bir an aynadaki soluk yansımami gördüm. Göz altlarım çökmüştü. Kizarmış ve kılcal damarlarım ortaya çıkmıştı. Dudaklarım soluk,yanaklarım kizarıkdi. Toplu olan saçımdan birkaç tel bağımsızlığını ilan etmiş tokamdan kurtulmuştu. Hızlıca sacımı açıp saç lastiğimi bileğime geçirdım. Üzerimdeki bordo kazağı düzleyip belimden düşen kotumu yukarıya çektım. Kötu görünmüyordum ama iyi de görünmüyordum...
En azından insan içine çıkacak durumdaydım...
Komodinin üzerinde duran dudak balımı alıp dudaklarımı nemlendirdim. Hafif bi kızarıklik dudaklarıma yayılırken dericeketimi üzerime geçırıp biraz önce çıkartmış olduğum postallarımı geri giydim.×××
Evden saat kaçta ciktigim hakkinda hicbir fikrim yok fakat uzun zamandır boş ve dar sokaklarda yavaş adınlarla yurüyordum. Saat gece yarısını geçmiş olmalıydı...
Keskin rüzgâr saçlarımı yalayıp geçerken birkez daha soğuga lanet okudum. Duyduğum müzik sesinden DNA clubun yakınlarına geldiğimı anlayıp adimlarimi biraz daha hizlandirip culubun önünde durdum. Her zamanki gibi isimlerini bildiğim halde aklima getirmeye üslşendiğim Bodyguard amcalara selam verip içeriye adımımi attım.
Klasik bir tabir ile anlatmak gerekirse ortam tam bir duman altıydi...
Kalabalık... duman... keskin içki kokusu... mide bulandırıci görüntüler...
Tiksinç olan herseye karşı gözlerimi kapayip başımı yere eğdim ve barın tam önüne gelip yuksek tabureye oturmadan da basımi yerden kaldırmadım.
Tabureye yerleşip bakişlarimi barmen arkadaşima Bekir'e çevirdim...
Hafif kumral saçları,kücük ve cekinik gözleri ve kirli sakalı...
Elinde tuttuğu bardağa odaklanmış kuruluyordu. Işine tamamen adapte olnuş bir şekildeydi. Dirseğimi tezgaha yaslamış sessizce onu izlerken aniden gelen bir öksürük hissiyle ağzımı elimle örtüp öksürdüm. Öksurmem bir kriz haline gelirken bir elin bana uzattiğı peçeteyi gorüp ağzımı kapattım. Elimdeki kana alışıktım.
Ne zaman öksüresem elime bulaşan kan...
Önüme konulan sudan bir yudum içip elime ve dudaklarima bukaşan kanı Bekir'e gostermeden silmeyi umut ettim...Tabii sadece umut ettim. Elimi tutan ellere karşılık derince bir iç çekip ellerim sahibine baktım. Tabii ki de bu Bekirdi.
"Neyin var Deniz?"
Başımı iki yana sallayıp "hiçbir şeyim yok" dercesine omzumu silktim.Tek kaşını kaldırıp "sen bugun doktora gittin dimi? Söylesene neyin varmis?"
Amfizem...
Boşta olan elimle telefonu cebimden cikartip yazdim"Basit bi grip işte. Doktor iki üç güne geçer dedi..."
Hafifçe gülümseyip hâla elinde olan elimi sıktı. Yumuşacıktı eli... içimde kipırdanan küçük yaratıkları dizginleyip yanaklarımın kızarmaması için dua ettim.
"Baksana... bana yardım etsene. Umut yok bugün. Yorucu bir gün oldu benim için bugün."
Ben... Deniz Sarpkaya bu guzelim adam Bekir Birgen'in teklifini red eder mi? Tabii ki de hayir!
Hızla başımla onaylayip tezgahin diğer tarafına geçtin. Bekir elinde tuttuğu siyah önlüğü alip elime tutuşturdu. Önlüğe salak salak bakarken histerik bir kahkaha atip elimdeki önlüğü alıp kollarını belime dolarcasına önlüğu belime sarıp cenesini omzuma koydu. Burnum göğsüne değerken vanilyalı parfümünün kokusu çok net bi şekilde alabiliyordum.Kalbim normalden daha hizli atmaya başlamış yanaklarıma vücudumdaki tüm kan toplanmışti sanki...
"Deniz?"
Bekirin alaycı sesiyle yerimden sıçrarken benden ne zaman ayrıldığı hakkında hiçbir fikrim yoktu.
"Deniz... elimi bıraksanda işimize dönsek?"
Bir an kendime gelip elimde olan eline baktım. Ne ara tutmuştum ben bu eli? Ekini yavaşça bıraktım. Avuçlarim heyecandan terlemişti. Avuçlarımı önlüğume sürüp hiç bitmesini istemediğim 2 saatlik yola ilk minik adımımı attım...
×××
Yorgunluktan bitap düşmüş bedenimi yavaşça tezgeha yaslayıp yere doğru kaydım ve soğuk zemine oturum. Elimdeki bezi bir sağ bir sola savurup oynamaktansa kucağima koyup göz alıcı rengine baktim. Ben bezin Sarı rengine bakarken Bekir yanıma oturmuş postallarımı inceliyordu.
"Uykum var..." mırildanışının hemen ardından ona bakip cebinden telefonumu çikardım.
"O zaman uykun kacmadan uyu"
Yazdığım yazıyı okuduktan sonra bana bakıp derin bir iç çekti. Uyku maruru gozleriyle gözlerime baktı.
"Uykum kaçmaz ki... tam 3 gün araliķsiz uyuduğumu bilirim."
Gözlerim hayretle açılılirken ekledi "tabii 2 gun uyumamistim" ikimizde ayni anda histerik kahkahalar patlatirken ortamdaki ayak sesleri susmam icin yeterli bir sebepdi...
"Bekir... abi nerdesin!"
Kalin tok bir erkek sesi ortamı doldururken Bekir ayağa fırlayıp "Sen nerdesin asil?"diye mirıldandi.
Yerimden hiç kalkasim olmasada yavaşça ayağa kalkıp gelen kişiye baktim.
Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken çocuğun alayci bakışlari çoktan beni bulmuştu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizlik Alfabesi
Teen Fictionmasmavi gözleri bir masal gibi güveni analatıyordu bana. Belki o masalda kaybolmak istemiştim. O masalin içınde yaşadıkça gerçek dünyadan soyutlanmıştım. Sonra bir anda o masal silikleşti. Ilk başta zorlandım. Ama o masalda yaşamak... o kadar güzeld...