-Sehun-
Sehun, aynada yüzüne bakarken derin bir nefes aldı. Aşağı inmek istemiyordu, onu yeniden görecekti. Dün hayatına yeterince heyecan katmıştı zaten, daha fazlasına gerek yoktu. Onun yüzünden 'o kadını' da kaybetmişti. Gerçek olmadığını biliyordu, muhtemelen yine zihninin ona oynadığı oyunlardan biriydi ama yine de inancını kaybedemezdi.Tek bildiği o kız yüzünden kaybolmuştu ve değerli zamanını kaybetmişti. Hana'nın dün geceki kırgınlık dolu yüzü geldi aklına. Daha önce onu hiç böyle görmemişti, her zaman bir şekilde Sehun'a dayanamayarak yumuşardı, ama bu seker kolay olmayacak gibiydi. Hepsi o kız yüzünden dedi yeniden içinden.
Sehun isteksizce odasından çıkıp yemek odasına doğru yol aldı, çantası sırtındaydı. Masadaki herkes ona bakıyordu. Sehun ise tek kişiye odaklanmıştı, Minah. Kızın gözleri kızarık ve şişlerdi, kırgın bir halde Sehun'a bakıyorlardı.Nedenini bilmese de bu Sehun'u daha da kızdırmıştı. Bu masaya oturamazdı, o buradayken olmazdı. Hışımla çıkış kapısına yönelip, evden çıktı. Kendi evinde hayaletten farksızdı. Arabasına atladı ve elinden geldiğince hızlı bir şekilde bu lanet yeri terk etti. İçinden geçenlerse *umarım en azından okulda onu fazla görmem* oldu...
-Minah-
Pencereden sızan güneş tatlı tatlı yüzünü yakarken Minah gözlerini açmak, bugüne başlamak istemiyordu. Dün olanlardan sonra ne kimseyi görmeye ne de onunla karşılaşmaya hazırdı.Bir el onu sevgiyle kendine çekip sarıldı. 'Uyandığını biliyorum, bundan kaçış yok artık kalkmalısın.' Sohyun, Minah'ı sıkıca sardı.Minah, arkadaşının onu sıkıca sarmasına izin vererek, biraz güç kazanmaya çalıştı. 'Korkuyorum Sohyun, onu bir daha görmek istemiyorum.' Sohyun hafifçe güldü. 'Kim korkuyor sen mi? Ufak bir züppeden mi? Sen bundan daha cesursun, daha kötülerini atlattık Minah.' Haklıydı. Daha ötülerini atlatmışlardı, hemde sayısız kez... 'Pekala!' Minah hızla ayağa kalktı ve güçlü ol dercesine kendi kendine *fighting* yaptı. Bu Sohyun'u güldürmüştü. *Bunu yapabilirim, Sohyun haklı ben güçlüyüm, ne de olsa ben belanın kendiyim değil mi?* Bu düşünce onu güldürmeye yetmişti, bunu yapabilirdi. İtinayla kıyafetlerini giydi, dişerini fırçalada ve son birkaç rütuşla okul için hazırdı. Çantasını alıp odadan çıkmadan geeçmiş geldi aklına, tereddütle odaya geri döndü. *Ne olur ne olmaz, bela olduğun gibi bela mıknatısısında* diye söylendi ve birkaç bez parçası, rulo havlu ve temizlik eşyası alıp, çıktı odadan. Kahvaltı masası oldukça eğlencli görünüyordu, Bay Oh'da erkenden inmiş onlarla sohbet ediyordu.Masada tek kişi eksikti, bay başbelası... Sohyun, Minah'ı fark ederek hemen yanlarına çağırdı. Herkes ona dönmüştü, çekinerekte olsa Bay Oh'un yanındaki boş sandalyeye oturdu. İçeriyi sanki bir anda soğukluk vurmuştu...'H-herkese günaydın.' Başını kaldırmadan tereddütle çıkmıştı sesi. Aradan geçen birkaç saniyenin ardından Woobin kocaman bir gülümsemeyle ona karşılık vardi sonra diğerleri ve Bay Oh'da...
Anlaşılan Minah boşuna dert etmişti. Ona günaydın demeyen tek kişi vardı ve o da şimdi gelmiş karşısındaydı, ona bakıyordu. Minah elinde olmadan gözlerinin yaşarmaya başladığını farketti, ona karşı güçsüz görünmek istemiyordu. Bu velete koz vermek istemiyordu ama elinde olmadan yaşarıyordu işte...Çocuk ona sert gözlerle bir müddet baktıktan sonra hışımla kapıyı çarpıp çıkmıştı.Minah nedenini bilmese de kalbinde bir köşenin kırıldığını hisetti. Bunca zaman hep istenmeyen kişi olmuştu zaten, insanların ona böyle bakmasına alışıktı ama yine de kırılıyordu, kalbinin derinlerinde birşeylerin kırıldığını hisediyordu... 'Üzgünüm Bay Oh.' yavaşça kafasını önüne eğdi, gözyaşlarını tutmakta zorlanıyordu, en ufak bir değişimle durmaksızın akmaya başlayabilirlerdi. 'Hayır, Minah bu senin suçun değil.' Bay Oh derin bir nefes aldı 'Bu sadece... sadece tipik Sehun. Aslında ben senden özür dilerim,
anlaşılan bu sefer başına dert olmak için seni seçti.' Minah öyle değil, böyle konuşmayın demek istedi ama gözyaşlarına hakim olmak için kafasını kaldıramıyordu. Sadece oraya oturdu ve gözyaşlarını dizginledi...