1. Alıntı ☆

50.7K 1.1K 455
                                    

Arda

Sırtımdaki alevlerin basit iki-üç çizikten yükseldiğini biliyordum ama sanki vücudumda bir yangına neden oluyorlardı. Bağırmaya başladım. Gözlerimi açıp yukarıya baktım.

İşte o anda o yıldız yeryüzüne indi. Dizlerini yanıma koyup bana doğru eğildi. Biraz korku, bolca endişeyle yüzünden çekti altın saçlarını. Henüz deldirmediği kulaklarının arkasına götürdü. Küpe takmasına daha iki yıl vardı çünkü ortaokulda son derece sinir bozucu bir çocuk ona yılbaşı çekilişinde küpe hediye edecekti, o da ayıp olmasın diye gidip kulaklarını deldirecekti.

Benim güçsüz kollarım kadar titreyen elleri vücuduma yaklaştığında gökten yanıma inmiş yıldızın yüzüne baktım.

O da gülmüyordu. Neden gülmüyordu?

Normalde yere düşenlere gülünürdü. Onlarla dalga geçilirdi. Sanki çok güzel bir olaymış gibi daha sonra başkasına anlatılırdı hatta. Konusu günlerce geçmezdi.

Ta ki bir başkası düşene kadar.

Solan renklerin arasında hala saçlarının ve gözlerinin parlaklığını kaybetmemiş olması, bu yıldızı diğerlerinden ayıran tek fark değildi.

Gerçekten de, o neden gülmüyordu?

Gözleri benim gözlerimle buluştuğunda ağladığını fark ettim. Benimle birlikte ağlıyordu çünkü acımı hissedebiliyordu. Yere düşen birine gülünmeyeceğini bilen bir yıldızla ilk defa karşılaşıyordum. Hatta öyle bir yıldızın varlığından bile şüpheciydim çünkü aslında yıldızların yaptığı tek şey kendilerini ön plana çıkartacak geceyi bekleyip ardından bizi uyurken o gün yaptıklarımızı kendi aralarında konuşup dalga geçmekti.

Bana elini uzattı. O anda ihtiyacım olan tek şeydi belki ama hala bir yıldızın benim odama uğradığına inanamıyordum. Heyecanımı atıp uzattığı eli tuttuktan sonra ikimiz de ayağa kalktık. Hiçbir şey söylemedik. Sadece birbirimize bakıyorduk. Bacaklarım ayakta durmamı istemediklerini belli ediyorlardı ama yine de onlara karşı geldim. Yutkunurken boğazım yandığında ''Ah!'' demek istedim ama demedim. Sessizliği bozamadım. Rezil olmuştum. Bir yıldıza rezil olmuştum.

Önüne düşen saçlarını bir eliyle yeniden kulağının arkasına götüren yıldız kız, yere eğilip kırılan gözlüğümü aldı. Titremesi yavaş yavaş geçen kollarımdan birini kendisine doğru çekip avcumu açtı. Bir camı çatlamış olan gözlüğü bıraktıktan sonra avcumu kapattı. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.

Konuşabileceğimi hissettiğim ilk anda bir şeyler söylemek için ağzımı açtım ama hiçbir kelime gönüllü olmadı. Diğerlerinden farklı olan yıldız gündüz vakti bulutundan uyanıp yanıma inmişti. Daha geceye çok vardı ve büyük ihtimalle evine geri dönmesi gerekiyordu. Onu yormak istemiyordum.

Bana sarıldığında ağlamaya devam etti. Nasıl bir hayatım olduğunu artık öğrenmişti. Ağlamak dışında yapabileceği hiçbir şeyin olmayışı onu kahrediyordu. Sanırım bu gündüz yıldızını tanımaya başlamıştım.

Kollarını gevşetip kendini geri çektiğinde bana sarılırken hissettiğim huzurla yumduğum gözlerimi açtım.

''Kimseye söyleyemezsin,'' diye fısıldadım.

Yanaklarından o an süzülen damla ile sessiz hıçkırıkları son bulduğunda dudaklarını birbirine bastırdı.

Başını olumlu anlamda yukarı aşağı hareket ettirdi.

''Söz mü civciv?''

''Söz.''

Bu hayata neden geldiğimi, hangi amaç uğruna yaşadığımı çözemediğim günlere geri dönüp baktığımda buruk bir gülümseme ile karşılıyorum anılarımı. Meğerse tüm sorularımın cevabı daha en başından beri hep yanıbaşımdaymış. İnanmak zor, biliyorum ama artık cevaptan hiçbir şüphem yok.

İşte ben, beni yere düştüğümde kaldıran o gündüz yıldızı için yaşadım. Beni hayata bağlayan, solan renklere karışmaktan kurtaran; onun altın saçları ve melek sesi olmuştu. Daha o gün konuşulmamış bir sözleşme yapmıştık aramızda. Birbirimize söz vermiştik.

Birbirimizi ne zaman nerede olursak olalım yere düşünce kaldıracaktık.

Hem de ne zamana kadar biliyor musunuz?

Ölene kadar.

-Karanlık Lise 3'ten... (Ocak 2017'de tüm kitapçılarda)

Gölgeler - IntroHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin