Bölüm 4: Birkaç Gün

4.2K 273 30
                                    

Bölüm başlarına küçük notlar düşebilirim. Kurgum tamamiyle ortaya çıktı ve heyecanla satırlara dökülmeyi bekliyor. Beni desteklemenizi umuyorum. Harika bir hikayeyle ve şaşırtıcı olaylarla karşınıza çıkıp eğer olursa okuyucularımı hayal kırıklığına uğratmayacağım. Sevgiler :)

Andrew Dawson hatırladığım kadar berbat değildi. Daha da berbattı. Geçen günkü akşam yemeğinde onu yeterince inceleme fırsatım olmamıştı. Şimdi ise tüm şişmanlığıyla karşıma dikilmiş, bana tıpkı masadaki yiyeceklere baktığı gibi bakıyordu. Bayılmamak için dadımın koluna girip gözlerimi yere dikerek reveransa geçtim.

"Victoria," dedi tıslamayı andırır bir sesle. "Ne büyük sürpriz. Sevgili nişanlım beni ziyarete gelmiş."

Gülümsemem gerektiğini bilsem de gülümsemedim. Sert bakışlarımı bu aşırı samimi şişman adama diktim. Nişanlı bile olsak benim kim olduğumu unutmamalıydı. Bu kadar samimiyet benim için fazlaydı.

Soğuk bakışlarım biraz olsun aramıza mesafe koyarak malikanenin gösterişli merdivenlerinden çıkmaya başladık. Kapının girişinde bayan tavus kuşu ve bay kırmızı surat bizi karşıladı.

"Prenses, hoşgeldiniz," dediler birlikte konuşarak. Çınlayan sesleri benim odamın kapısının çıkardığı gıcırtıdan daha da sinir bozucuydu.

Aynı şekilde revereansa geçerek mesafeli bir duruş sergiledim. Tamam, belki şişman adamla evlenmek zorundaydım ama en azından onları sevmediğimi belli edebilirdim. Bu kadarını da yapmak hakkımdı. 

Andrew tüm soğuk bakışlarımı umursamayarak "Burada mutlu birkaç gün geçirmeniz için elimden geleni yapacağım sevgili prenses," dedi.

En azından bu defa adımı söylemek yerine unvanımı söylemişti.

"Memnun olurum," dedim aynı mesafeli sesle.

Yoldan geldiğimizi düşünerek neyse ki akşam yemeğinden önce odalarımıza çekilme fırsatı bulabilmiştik. Mary'le bize ayırdıkları odaya geçerken büyük bir rahatlamayla nefes aldım.

"Biraz daha nazik olabilirsin," dedi dadım kısık bir sesle.

Umursamaz bir ifadeyle omuzlarımı  salladım.

"Eh," dedi. "Yine de neyse ki bugün kaçmadın."

Şaşkın gözlerimi yüzüne dikip bunu nereden çıkardığını soracaktım ki beni susturup tekrar konuşmaya başladı.

"Boş yere itiraz etme. Aklındakinin bu olduğunu biliyorum ve Tanrı biliyor yokluğunda geçirdiğim tüm zaman gelmen için mi yoksa gitmen için mi dua etmem gerektiğinde kararsız kaldım."

Dadım bu yeryüzündeki beni anlayabilen tek insandı ve onun da benim gibi kararsız kaldığını öğrenmek içimi rahatlamıştı. Yanına gidip kollarımı sıska beline doladım ve başımı omuzlarına yasladım.

"Bilmiyorum Mary," dedim fısıltıyı andıran bir sesle. "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."

***

Akşam yemeğine inerken üzerimde bu dünyadaki bana en çok yakışmayan elbise vardı. Bu elbiseyi bilerek yanımda getirmiştim ve bu akşam bunu giymekten aşırı derecede bir zevk aldığımı söylemeliydim. Bilerek çirkin görünüp bayan tavus kuşunu ve misafirlerini rezil etmek istiyordum.

Üzerimdeki elbisenin rengi berbat bir kırmızıydı. Saçlarımın rengi de kızıl olduğu için ikisi bir arada boğucu bir hava yaratıyordu. Elbisenin üzerindeki yeşil ve mor detaylar da boğuculuğu artırmakta cabasıydı. Sırıtarak merdivenlerden inerken Mary ne için neşelendiğimi bilerek gülümsedi. Çoğu zaman onunla konuşmadan anlaşabilirdik. Bizim hayatımız için bu bir gereklilikti. 

Kayıp PrensesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin