Kıyamet Günü Doğmak

75 2 0
                                    

Hava çok karanlıktı. Koşarken yüzüme vuran hafif serinlik bile ürpermeme sebep olmuştu. Kış aylarının dondurucu soğuğu olmasa da, üzerimde sadece geceliğimin olması yeterince üşümeme yetip artmıştı. Adım Carolina Gaterd. Pripyat da, Çernobil Nükleer Santrali işçileri ve mühendisleri için özel inşa edilen binalardan birinde, mühendis Johnathan Levier'ın dairesinde kalıyorum. Eşi Lila Levier'ın hamile oluşu beni tamamıyla o eve bağladı. Git gide büyüyen karnının ona çıkaracağı zorluğu en aza indirmek ve artan ihtiyaçlarını karşılamak için kendi isteğimle yanında kalmayı kabul ettim. Çünkü, benimde bir evladım vardı ve hamile bir kadının nelere ihtiyacı olabileceğini iyi bilirdim. Malesef ben bu konuda pek şanslı sayılmazdım. Çünkü hamileyken terk edilmiştim ve yanımda kimsem olmamıştı. Bu zorlukları bilmeme rağmen, hem patronum hemde tek arkadaşım olan Lila'yı yalnız bırakmak bir nevi kendimi de yalnız bırakmak olacaktı. Kaldığımız dairenin bulunduğu sokağa yaklaşık on dakika mesafede bir hastane bulunuyordu. En kısa sürede hastaneye ulaşıp bir doktor çağırmalıydım. Çünkü Lila, doğum yapmak üzereydi ve benim de fazla vaktim yoktu. Aylarca bu anı, doğacak çocuğunu bekledi. Johnathan'a göre bir oğulları olacaktı. Lila ise bu konu hakkında sessiz kalmayı tercih etsede, içinden geçenin tam olarak ne olduğunu biliyorum. Bir keresinde mutfakta kendine atıştırmalık tatlı bir şeyler hazırlarken, mutfak dolabındaki yansımasına bakarak kendiyle sohbet ettiğine şahit olmuştum. O an için bu tüyler ürpertici gelse de daha sonra benim de hamilelik döneminde böyle saçma şeyler yaptığımı hatırlayıp bunu normal karşılamıştım. Bir eli karnında, bir eli ise hazırladığı mini kek tabağında mutfak dolabının camına bakıyordu ve sürekli "Lütfen, babana benzeme..." diyordu. Bunu ona yaptıranın dengesiz hormonları olduğunu düşünsemde, bazen şüphelendiğim durumlar da oluyordu. Eşi Johnathan, bu santrallerde çalışmaya başlayalı on dört yıl olmuştu. 1970 de Pripyat şehriyle beraber kurulan ilk nükleer reaktörde görevliydi. On dört yıl sonra bu gün ise santralin dört ünitesi bulunmakta ve aç gözlü Sosyalist Sovyetler Birliği Cumhuriyeti tarafından beşincisi inşa edilmekte. Paranın nereden geldiğini ve değirmen suyunun ne taraftan aktığını anladığı andan itibaren her devlet başkanı nasıl davranmışsa, kat kat fazlasını yapmak için inanılmaz derecede çaba sarf ediyorlar. Dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük risk ise, kimsenin hayatı zerre umursanmıyor...

***

Daha hızlı koşmalıydım. Evden çıkalı yaklaşık beş dakika olmuştu fakat, buna rağmen hastanenin kapısını henüz görebilmiştim. Yaklaşırken kapıdaki görevlilere ellerimi sallayarak bağırmaya başladım. "Hey! Bir doğum doktoruna ihtiyacımız var. Morgan Levier'ın doğumu başladı ve onu buraya taşıyamam! Hey, size diyorum! Lütfen, doğum doktoruna ihtiyacımız var!" Sonunda sesimi duyabilecekleri bir noktaya vardığımda görevlilerden biri aceleyle içeriye girerek bir şeyler anlatmaya başladı. El ve kol hareketlerinden benim için yardım istediğini anlamıştım. Ben daha bahçe girişine bile varamadan, elinde çantasıyla bir doktor ve yanında iki hemşire hızlı adımlarla hastaneden çıktı. Hastanenin arka tarafından ön bahçe kapısına giden araç yoluna bir ambulans yaklaştı ve doktorla yardımcıları araca bindiler. Ambulansın geldiğini gördükten sonra dinlenmek ve nefesimi tekrar kontrol altına alabilmek için girişte bir kirişin üzerine yaslanmıştım. Korna sesleri ile önümde duran ambulansın yan kapısı açıldı ve bir bayan elini uzatarak "Acele etmelisin. Arkadaşın doğurmak üzere olabilir." diyerek beni içeri çekti. Kapı kapanırken aniden basılan gazın etkisiyle savrularak, oturmakta olan hemşirenin üzerine düştüm. Hemencecik kendimi toparladım ve yanına oturarak özür diledim. Ambulans şoförünün omzuna elimi koyarak "İlk aradan dönmeliyiz. Daha sonra ise..." Ben cümlemi henüz bitirmemiştim ki arkamdaki hemşire kolumdan tutup beni çekerek "Dönüşler bazen sorunlu olabiliyor. Düşmek istemiyorsan otur ve yolu merak etme. Levier'ların evini herkes bilir." diyerek güldü.

***

Binanın giriş kapısına yanaştığımızda,  Johnathan Levier'ın kapının önünde dört döndüğünü gördüm. Bina da oturan diğer ailelerin kadınları, eşinin doğum yaptığını haber vermiş fakat onu içeri almamışlardı. Doktor ve yardımcıları içeri girerken aradan sızmaya çalışsa da kapıda karşılaştığı etten duvar yüzünden tekrar tekrar surlardan geri püskürtülen düşman edası oturmuştu yüzüne. Bu sefer daire kapısında beklemesine izin verilmiş olsa da hala içeri giremiyordu ve bu durum onu oldukça sinirlendirmişti. Buraya gelebilmek için bu gece yapması gereken bir deneyi iptal etmişti ama gel gelelim böyle özel bir gecede eşinin yanında olmasına bir türlü fırsat bulamıyordu. Kendi kendime biraz güldükten sonra doktorun yanına koştum ve bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordum. Yapması gereken şeye odaklandığından olsa gerek hiçbir cevap alamamıştım. Hemşiresi ve yardımcısı bir süre ortalıkta koşuşturup sürekli malzemeler getirdiler. Doktor başladıktan on beş dakika kadar sonra bir ağlama sesiyle Jonathan'ın geçmesine de izin verildi. Gözünden akan bir kaç damla yaşı silmeye çalışsa da bu başarısız bir girişim olmuştu ve bebeğini kucağına alır almaz kendini tutamayarak ağlamaya başladı. "Sana Morgan demek istiyorum küçük şey. Benim küçük, tatlı Morgan'ım. Sen ne dersin annesi?  Sence adı Morgan olabilir mi?" diye sordu Lila'ya. "Elbette." dedi Lila. "Elbette adı Morgan olabilir. Morgan Levier... Imm, kulağa hoş geliyor." dedi ve güldü Lila. Bu isme alışması zaman alacak gibiydi.

***

Doğumdan kırkbeş dakika kadar sonra Çernobil nükleer santralinin bulunduğu taraftan büyük bir patlama sesi geldi. Saat 01.23'ü göstermekteydi. Johnathan, şaşkın bakışların arasından sıyrılıp pencereye yöneldi ve göğe yükselen ateş eşliğinde çıkan kara duman bulutunun adeta dans edişiyle yüzleşti. Patlamanın sebebinin ne olduğunu öğrenmek için santrale dönmesi gerekiyordu. Lila ise Johnathan'ı o kıyamet alanına göndermemek için elinden geleni yapıyor ve durmadan yalvarıyordu. Johnathan arabasıyla gelmişti ve Pripyat'dan ayrılmaları gerektiğini biliyordu. Lila, yardımcıları Carolina ve ailenin yeni üyesi Morgan'ı alarak Kiev de bulunan evlerine doğru yola çıktı. Ailesini güven içinde oraya bıraktıktan sonra geri dönebilmeyi umuyordu. Ters giden bir şeyler olmalıydı ve eğer patlamanın ardından herhangi bir reaktör zarar görmüşse, Kiev'e dönerek ailesini çok daha uzak bir ülkeye götürmesi gerekiyordu. Aklına gelen ilk şeyin gerçek olmaması için yol boyunca sık sık tanrıya dualar etti. Reaktör zarar gördüyse, Pripyat ve yakınındaki onlarca kent ve hatta sınırlara yakın olan sekiz kadar ülke ağır kayıplar verecekti. Ölü şehirler ve formları bozulmuş insanlar toplulukları türeyecek, dünyanın genelinde hava ve toprak zarar görecekti. Dolayısıyla canlı yaşamı tam anlamıyla gerçek bir tehlike ile karşı karşıya kalacaktı. Tek umduğu patlamanın rektöre uzak bir alanda, jeneratörlerden kaynaklı gerçekleşmiş olmasıydı. Fakat hesaba katmadığı şey ise, bir elektrik jeneratöründen o boyutta ateş ve duman çıkması imkansızdı...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 28, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Bir Çernobil HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin