Yüzük

88 5 0
                                    

Uyandığımda saat 7.30tu ve ben susuzluktan ölmek üzereydim. Buraya geldiğimi hayal meyal hatırladığım için panik halinde değildim. Gecenin bir kısmını hatırlamasam dahi üzerimdeki mont beni rahatlatmıştı.

Yavaşça doğrulup yataktan kalkarak aralık kalan kapıdan dışarıya baktım. Evin icinde dolaşırken Engin'e yakalanmaktan çekiniyordum ama eğer 15 saniye içinde su icmezsem ölecek gibi hissediyordum. Dilim sünger gibiydi ve yutkunmakta dahi zorlanıyordum.

Odanın kapısından çıktığımda uzun koridora serilmiş bir sürü ufak kilim dikkatimi çekti. Tam bir uzun ince hali kullanmaktansa parça kilimlerden renkli bir kombin yapmıştı. Sağ ve sol duvarlarda kilimlerle uyumlu renklerde çerçevelerin içinde 6 tane şehir fotoğrafı vardı. Sadece Kiev ve Budapeşte'yi ayırabilmiştim.

Parmaklarımın ucunda koridoru ilerlerken mutfağın salonla birleşik olduğunu gördüm. Kapıya yanastım ve koltukta uyumus olan Engin'e bakmaya başladım. Baş ucundaki sehpada iki tane kahve kupası ve laptopu duruyordu. Işık geceden açık kalmış hala yanıyordu. 'Umarım uykusu derindir.' diye geçirdim içimden ve mutfağa doğru girdim.

Mutfak olması gerekenden de derli topluydu. Bulaşıklar yıkanmış ve lavabonun yanına dizilmişti. Buzdolabının üstünde 10-15 adet kitap ayracı asılmıştı. Evin anne evinden geri kalır hiçbir yani yoktu. Salonda ise iki adet siyah ikili koltuk karşı karşıya duruyordu. Halı mavi, parkeler krem rengiydi. Zevkli ve muhtemelen pahalı seçimler yapmıştı. Burası her yalnız erkek evi gibi yazlıktan bozma alakasız eşyaların bir araya geldiği bir yer değildi.

Yalnız erkekse tabi. Çünkü büyük şüpheler doğmuştu içime.

Sessizce dolapları açıp kapatarak bulduğum ilk bardağı alıp cesmeden suyu doldurarak başıma diktim. Hatta bunu tam 3 kere yaptım. Hala susuzluğum dinmiş gibi değildi.

Bardağı bırakarak dirseklerimi tezgaha dayadım. Engin, muhtemelen ellerini laptoptan çekmiş ve hemen öyle uyumuştu. Havanın sogukluguna rağmen üstünde kısa kollu tshirt vardı ve hiç de

üşümüş ve büzülmüş bir hali yoktu. Tek kolu koltuktan sarkmış yüzü yastikta kaydığı için dudakları bebek gibi olmuştu.

Ellerimi yüzüme bastırıp dün geceyi hatırlamaya çalıştım. Orhan'ın yüzü kesik kesik aklıma geliyordu. Bir ara gözlerimi açtığımda yüzü yakınımdaydı. Orhan olamayacağını biliyordum ama kendimi ne kadar zorlasam da bu şekilde hatırlıyordum. Sonra panik halinde elimi cebime atarak yüzüğümü aradım ama elime gelmedi. Diğer cebime de baktım ama yoktu. Elimi hızlı hızlı cebimde çevirirken yüzüğü hissettim ve parmak uçlarımla tutup çektim.

Cebimden çıktığı anda çok sıktığım parmaklarımın arasından kayarak önce mutfak zeminine düştü sonra mutfağı salondan ayıran iki merdivenden yuvarlanarak Engin'in uyuduğu koltuğun altına girdi.

Içimden bildiğim bütün küfürleri ederek sessizce koltuğun arkasına dolaşıp eğilerek altına baktım. Yüzük Engin'in sallanan kolunun tarafında içeriden 5-6 santim içerideydi. Parmak uçlarımda mutfağa kosup bir bıçak alıp döndüm ve koltuğun ön tarafına eğilerek bıçağı uzattım. Bir yandan da sürekli Engin'in suratına bakıyordum. Ben ona bakarak bıçağı koltuğun altında gezdirirken kolum eline çarptı ve sıçrayarak gözlerini açtı. Yer yarılsa ya da surda ölüp gitsem diye düşündüm.

-Mia?

Suratına gülümseyerek bakıp dizlerimin üstüne oturdum.

-Günaydın.

-Ne yapıyordun?

-Uyuyor musun diye bakmaya geldim. Çok acıktım ama seni seslenerek emrivaki yapmak da istemedim.

-Sen de öperek mi uyandırmaya karar verdin, önce dudağının kenarı kıvrıldı sonra dudaklarını birbirine bastırıp tamamen sırıttı.

Ben bir yüzüne bakıp bir gözlerimi kaçırmaya devam ettim. Çok uzun sürmeyen bu sessizlikten sonra hemen ciddileserek doğruldu ve

-Keşke çekinmeseydin, dolapta bir şeyler vardı, dedi.

Sonra kalkarak bana hiç bakmadan salondan çıktı ve yaklaşık 2 dakika sonra tshirtüne damlamış sularla geri geldi. Sonra mutfağa girip dolaptan süt, yumurta ve meyve suyu çıkarttı.

-Krep sever misin?

-Evet, eğer güzel yapabiliyosan.

Gözlerini devirdi. Gidip koltuğa oturdum. Eğer bugün bu yüzük burda kalırsa bir daha alabilecegimin garantisi yoktu. Hatta belki ihtimali bile olmayabilirdi. Engin tavayı ocağa koymak için döndüğünde eğilerek elimi koltuğun altında gezdirdim ama sonuç olumsuzdu. Bakmak için iyice kendimi öne verdim, tek elimle yerden destek almaya çalışırken Engin'in sesiyle irkilerek kendimi koltuğa geri dayadım.

-Bir şey mi arıyorsun?

-Yok hayır, nasıl gidiyor?

-Ilkini bile koymadım daha. Çok acıkmışsın sen, güldü.

-Sabahları 5 saniye içinde bir sey yemezsem canavara dönüşüyorum.

-Hiç de öyle görünmüyor buradan.

-O yüzümü henüz saklayacağım, kaşlarımı kaldırarak başımı salladım.

-Bakalım daha neler saklayacaksın, sonra arkasına dönerek bir kepçe krep hamurunu tavaya döktü. Son cümleyi söylerken ciddi gibi geldi. Bir şeyler anladığını düşündüm ama sonra saçmalama diye geçirdim içimden. Kuruntu yapıyordum.

Kalkarak mutfağa girdim ve Engin'in talimatlarıyla çayı koydum. Birlikte kısa bir kahvaltı yaptıktan sonra ne yapacağımı bilemedim. Yani pazar günü isim yoktu, dışarı çıkmayı teklif etmeli miydim, oturmalı mıydım yoksa gitmeli mıydım bilemiyordum.

Engin karşı koltukta oturuyordu. Ben dizlerimi kendime çekmiştim. Sürekli bana sorular soruyordu. Genelde "şöyle bir durumda kalsan napardın, biri sana böyle dese ne derdin"tarzında sorulardı. Dikkatle cevap veriyordum çünkü bir kaç sorusuna yalan söylemem gerekiyor gibi hissetmiştim. Tam yalan degil ama daha şiddetli ya da daha hafif tepki vereceğimi söylemek gibi.

Sonra bir sessizlik oldu. Saatine baktı ve bir iç çekti.

-Seni arabana kadar bırakmamı ister misin?

Bahse VarımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin