Sectum

113 24 10
                                    

Nefes almak zordu. Hava çok yoğundu fakat oksijensizlikten başım dönmüyordu. Ciğerlerimde bir boşluk vardı. Korkutucu bir boşluk. Anlık bir korku. Parmaklarım kendilerince hareket ediyorlardı. Bir aşağı... Bir yukarı... Bir aşağı...

Göz kapaklarımda güçsüz bir ışığı hissedebiliyordum. Kaynağı yok gibiydi. Her taraftaydı. Asırlardır oradaymış gibi. Aydınlatmaktan yorulmuş gibi güçsüz. Yıllar önce ölmüş bir yıldızın son varlığı olabilirdi. Sadece hissediliyordu ve yeteri kadardı. Kimsenin nereden geldiğini sorgulamayacağı cinstendi.

Havanın kokusu... Yıllardır yanımda olmasına rağmen özlediğim bir şeydi. Mutluluk gibi kokuyordu. Her bir nefes çektiğimde, kalbimi daha da hızlandıran bir şeydi. Kusurlarıyla kabul ettiğim, mükemmel bir şeydi. Çok tanıdık olmasına rağmen farklıydı. Farklılığın harika olduğunu öğreten bir şeydi.

Hatıralarım yok gibiydi. Beynimin içi boştu. Dolduracağım sınırsız şey için boştu. Geçmişi hatırlamadığım gibi gelecek ile ilgili emin olduğum tahminlerim vardı. Mavi rengin ne olduğunu bilmeden laciverte aşıktım. Kim olduğumu bilmesem bile soracaklara verebilecek bir cevabım vardı.

Etraf soğuktu. Ama üşümüyordum. Bir şey hissedebileceğimi bile sanmıyordum. Hissetseydim çünkü, korkacağımı biliyordum. Endişeleneceğimi, bu yüzden çifte öleceğimi biliyordum. Bunları bildiğim için sanırım bir şey hissetmiyordum. Kollarımı indirip soğuk olmadığımı kontrol etmek istedim. Ama parmaklarım gibi süzülen kollarımı kıpırdatamadım bile. Bir aşağı... Bir yukarı... Bir aşağı...

Adım atmak için bacağımı büktüm. Ayağımı boşluktan kaldırıp, tekrar indirmek istedim. Her şeyin açıklamasını biliyordum. Ama bilmemek istedim. O yüzden ayağımı indiremedim. Sert bir yüzeyle buluşturamadan havada asılı kaldı. Bir aşağı... Bir yukarı... Bir aşağı...

Bir ses duydum. Pürüzsüzdü. Saatlerce konuşsa dinleyeceğim türdendi. O an saatin ne olduğunu unuttum. Zaman kavramım olmadan duruyordum. Zaman yoksa duramazdım ama. Durmanın bir anlamı olmazdı o zaman. Anladım. Duyduğum şey bir ses değildi. Göz kapaklarımın ardından "iyi misin?" ifadesini görmüştüm. Ağızım olduğunu anladığım şeyi biraz yukarı kaldırıp gülümsemeyi gerçekleştirdim. Bir aşağı... Bir yukarı... Bir aşağı... Bir yukarı...

"Merak etme." sesimin çok uzaklara kadar yankılandığını hissettim. Çok uzakta beni merak edenlere. Beni sevenlere. Beni düşünenlere. Düşüncelerine yankılandığını hissettim. "Ölmüyorum." kafamı olabildiğince kaldırdım. Gözlerimi açıp sırıttım, "Çoktandır yaşamıyordum."

Hissettim. Siyahı ve Pembeyi. Birbirlerine olan sevgiyi. Onlar için çalınan şarkıları. Herkesin mutluluğunu. Üzüntüyü hissettim. Korkuyu ve vahşeti. Çaresizliği hissettim o an. Özlemin kasvetini, mutluluğun zevkini yaşadım. Birbirlerine değmelerini hissetim. O kadar güzeldi ki. Ama sorun, bir şey hissedemediğimi sanıyordum.

Ölümsüz iki gezegenin varlığını hissettim. Zamansız boşluktaki anlarımda, orada olduğumu biliyordum. Onların yanında. Boşlukta. Bir aşağı... Bir yukarı... Bir aşağı... Bir yukarı...

*

Değişik.

Gemina Planetarum • Namjin •Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin