1991
Sözümü tutamamıştım, kardeşime zarar vermiş, o'nun ölümüne yol açmıştım. Bir kez daha gözlerimden akan yaşlara mani olamadım. Artık güneş doğmuştu. Şoför çok az yolumuz kaldığını söyledi. Karnımın acıktığını hissettim, saatlerdir yemek yememiştim. Çantamı açıp Emine annemin içerisine ne koyduğuna baktım. Beze sarılı bir parça ekmek, peynir ve birkaç elma vardı. Elmalardan birini yemeye başladım. Canım başka bir şey yemek istemiyordu.
Biraz zaman geçtikten sonra araba ana yoldan içeriye girdi. Bir süre ilerledikten sonra şehir merkezine benzeyen dükkânların olduğu bir yerde park etti. Sabah saat çok erken olmalıydı ki dükkânlar henüz açılmamıştı. Burada beklemeye başladık, kimi ya da neyi beklediğimizi bilmiyordum ama giderek huzursuzlanmaya başlamıştım, korkuyordum. Yakalanmaktan korkuyordum. Aslında ben bir suçluydum ve kaçmak yerine teslim olmam, cezamı çekmem gerekiyordu. Arif babam ve Emine annemin sanki tüm olup biteni önceden bilir gibi soğukkanlılıkla beni hazırlayıp göndermeleri, bu planı yapmaları inanılır gibi değildi. Acaba onlara ne olacaktı. Yoksa benim suçumu mu üstleneceklerdi? Polislere ne anlatacaklardı. Bunu öğrenebilecek miydim bilmiyorum... Bildiğim tek şey şu saatten sonra suçumu itiraf etmem onların da zarar görmesine neden olacaktı. Suçumu gizleyip beni kaçırarak bu duruma ortak olmuşlardı artık. Bana söylenileni yapmam gerekiyordu, söz vermiştim.
Gergin bekleyişim devam ederken, kırklı yaşlarında, uzun boylu ve takım elbisesinin üzerine paltosunu giymiş, şapkalı bir adam bize doğru yaklaştı. Paltonun üzerinden bile ne kadar zayıf olduğu belli oluyordu. Yanakları sanki içeri çökmüştü zayıflıktan. Kirli sakallarının bir kısmı beyazlamıştı. Şoför tarafındaki cama yaklaşıp "Ayşe Hanımı mı getirdin?" diye sordu. Şoför evet diyerek arabadan aşağıya indi. Bana da inmemi işaret etti. Kendi aralarında kısaca konuştuktan sonra bana dönüp "hoş geldin kızım." dedi.
Hoş bulduk deyip Ona doğru ilerledim. Elimden çantamı aldı ve gidelim dedi. Beni buraya kadar getiren şoföre teşekkür ederek bu adamın peşine takıldım.
"Ayşe, kızım, ben babanın eski bir arkadaşıyım. Bir süredir iş için buradaydım. Başına kötü bir şey geldiğini biliyorum. O yüzden sana büyük halanın evine varana kadar eşlik edeceğim. Sen de bana dayı diyeceksin başka insanların yanında. Benim ismim Salim Uslu. Aslında Almanya'da yaşıyorum, Türkiye'de işlerim olduğu için sürekli gelip gidiyorum."
Konuşurken devamlı öksürdüğü için dediklerini anlamakta güçlük çekiyordum.
"Yolda bir şey soran olursa ben cevap veririm, sen sadece dayın olduğumu söyle yeter."
"Tamam." diyebildim.
Yürüyerek vardığımız yerde küçük bir minibüsün önüne geldik. Salim dayı cebinden para çıkartıp minibüsün yanında duran adama verdi ve içeriye girerek en arka koltuğa geçtik.
Uzun süren bekleyişimizin ardından karı-koca olduklarını düşündüğüm bir kadın ve bir adam, biri kucağında diğeri ise yanında iki çocuk ile birlikte bir kadın minibüse bindi.
Bir müddet daha sonra şoför ve şoförün yan koltuğa binen diğer adam geldi ve araba yola çıktı. Zaten bulanan midem daha da fazla bulanmaya başlamıştı. Salim dayı yolun çok uzun olduğunu ve biraz uyuyacağını söyledi. Bu şekilde öksürerek nasıl uyuyacağını düşündüm. Bir süre sonra sese alışmış olacağım ki artık beni rahatsız etmediğini fark ettim. Gözlerimi kapatıp başımı arkaya doğru yasladım.
Tüm yaşadıklarım sanki birer hayalden ibaretti. Annemin beni uyuyakaldığım sobanın arkasından dürterek uyandırmasını diledim. Bir zamanlar nefret ettiğim o günlere dönebilmek için neler vermezdim.
1975
Nazlı teyze akşamüzeri eve gelmişti. Onu görünce hemen koşarak yanına gittim, öylece yüzüne bakıyordum. Eğilip beni öptü ve bir erkek kardeşim olduğunu artık beni eve götürebileceğini söyledi. Heyecanla hırkamı giyip kapıya atıldım. Kenarı yırtılmış ayakkabılarımı giyerken biraz utanmıştım.
Elimden tutup beni eve kadar getirdi. Kapıyı komşularımızdan biri açmıştı. Nazlı teyze ile birlikte eve girdik. Koşarak sevinçle annemin yanına gittim. Odasındaki yatakta yatıyordu, kardeşim de kundağa sarılı vaziyette yanında yatıyordu. Kıpkırmızı suratında minik dudaklarını oynatıyor, cılız ve garip sesler çıkarıyordu. Daha iyi görebilmek için yatağa doğru uzandığımda annem hemen beni tersleyerek yaklaşmamı söyledi. Yatağın ayakucunda dikilen babam hemen yanıma gelip beni elimden tutarak odadan çıkarttı. Odadaki koltuğun üzerine oturup beni kucağına aldı. Annemin ve kardeşimin çok yorgun olduğunu, uyuyup dinlenmeleri gerektiğini söyledi.
Dudaklarım titreyerek sadece görmek istediğimi, kardeşime zarar vermeyeceğimi söyledim. Babam bana sarılıp yarın kardeşimi bana göstereceğine hatta kucağıma vereceğine söz verdi.
O gece ebe teyze annemin yanında kaldı. Biz ise babamla yer yatağında uyuduk.
Ertesi sabah babam işe gitmedi. Hazırladığı kahvaltı sofrasına oturdum, kardeşim hala uyuyordu. Babam annemi kahvaltı için kaldırmak isteyince annem yine söylenmeye başladı.
"Bir masamız bile yok, bu halimle ben yere mi oturacağım?" Ve yine ağlıyordu...
Kardeşim karnındayken ona ne yapmıştı böyle, annem hep söyleniyor, hep ağlıyor, bizden nefret ediyordu.
Babam sabırla ve üzgün şekilde bir tepsi alıp sofraya geldi. Bir tabağa yumurta, zeytin, süt ve ekmek koydu. Zaten kahvaltıda başka yiyecek bir şeyimiz yoktu, hatta süt bile annem rahatsız olduğu için alınmıştı. Alıp o tepsiyi anneme götürdü. Annem önce ağlayarak yemeyeceğini söylese de babamın ısrarı üzerine tepsiyi aldı.
Babam sofraya gelip yanıma oturdu ama ağzına bir lokma bile sürmedi. Ona üzülmemesini söylemek istiyor ama yapamıyordum. Annem babama kızmasın diye bir daha kardeşimi görmek istediğimi söylemedim.
Birkaç gün sonra annem iyileşmiş, babam yeniden işe gitmeye başlamıştı. Havalar artık ısınmaya başladığı için annem gündüzleri beni birkaç saatliğine dışarıya gönderiyordu. Yorgun olduğunu, biraz uyuyacağını, o çağırana kadar gelmememi söylüyordu. Bazen öğlen, bazen öğleden sonra beni eve çağırıyordu.
Kardeşime yaklaşmama pek izin vermiyor, sürekli beni izliyordu. Kardeşimi o kadar çok seviyordu ki onu kıskanıyordum. Kıskanmamam gerektiğini, onun daha küçük bir bebek olduğunu sürekli kendime söylesem de beni sevmediğini ama onu çok sevdiğini düşünüp üzülüyordum.
Evde olduğum zamanlarda bana devamlı iş yaptırıyor, yaptığım işi beğenmeyip tekrar tekrar kızıyordu. Hatta bazen hırsını alamayıp bana vuruyordu.
Artık sokakta kaldığım zamanları daha çok seviyor, okula başlayacağım gün için sabırsızlanıyordum. Babam okula başlamam için dört ay kaldığını söylüyordu. O zaman önlüğüm ve yeni ayakkabılarım olacaktı, hatta çantam ve kitaplarım da olacaktı. Üzüldüğüm zamanlarda kendimi bu düşüncelerle avutuyordum.
Dışarıda oyun oynadığım saatlerde daha öncede evimizin kapısında annemle konuşan adamı gördüm. Kafamı okşayıp annemi sordu. Evde olduğunu söylediğimde eve doğru yöneldi. Adamın peşinden gidip ben de eve doğru yaklaşmıştım. Annem kucağında Hasan ile kapıyı açtı, adam annemle sohbet ederken bir yandan da Hasan'ı seviyordu. Adam elindeki poşeti anneme vermişti.
Adam gittikten sonra ben de arkadaşlarımın yanına dönüp oynamaya devam ettim.
Eve döndüğümde annem poşetteki bebek kıyafetlerine bakıyordu. Hemen birini Hasan'a giydirdi. Lacivert beyaz tulum çok yakışmıştı Hasan'a. Akşam babam geldiğinde kardeşimi kucağına aldı, ben de yanındaydım, birlikte kardeşimi seviyorduk. Annem sofrayı hazırlıyor bir yandan da bize bakıyor ama bir şey diyemiyordu. En sonunda daha fazla dayanamamış olacak ki "Hasan'ı emzirmem gerekiyor." diyerek gelip babamın kucağından aldı. Neredeyse onun bile sevmesine izin vermeyecekti. O sırada babam tulumun nereden geldiğini sorunca annem önce bocaladı ardından komşuların hediyesi olduğunu, bugün hediyeler getirdiklerini söyledi. Oysaki o adam bizim komşumuz değildi, öyle olsaydı tanırdım ama değildi. Sustum ve babama bir şey söylemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞTEN GELEN
Teen FictionBir insanın hayatında geçmişi ne kadar iz bırakırdı?Ayşe bütün hayatı boyunca belki de hiç unutamayacağı izler taşıyordu. Peki bu izleri azaltabilecek miydi? Ya da tamamen geçmişi unutup, sadece geleceği planlayarak hayatına devam edebilecek miydi?