"Ah hayır!" Benzin bitmişti ve havanın kararmasına az bir zaman kalmıştı. Araba bir ileri bir geri gidiyordu. En yakındaki bir petrolde durmak zorunda kaldım. Arabadan indim. Yanıma bir adam geldi. "Buyurun nasıl yardımcı olabilirim." Fazla güler yüzlüydü. Elimle arabamı işaret ettim. "Benzin doldurabilir misiniz?" Başını olumlu bir şekilde salladı. Görevli benzini doldururken bende markete girmeye karar verdim. Tabii ilk olarak arabamın anahtarını aldım. Filmlerdeki gibi arabamı başkasına kaptırmak istemiyordum.
Markete girdim. Gözlerim içecek reyonunu arıyordu. İşte buldum. Kahvelerin yanına gittim. Evet, acaba hangisini alsam. Cafe Lattemi, Türk Kahvesimi yoksa Nescafe mi? Elime nescafeyi aldım. Kahve kuru kuru gitmezdi ki. Yandaki reyona geçtim. Bir de bisküvi aldım. Hah işte tamamız artık. Bisküvi paketini açarken bir yandan da yürüyordum. Her zaman yaptığım gibi bisküviyi kahveye batırıp yemeye başladım. "Allah'ım ne güzel şeylersiniz siz ya." Eğer bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu deseler kesinlikle cevabım, kahve fabrikası, bisküvi fabrikası ve beraber yiyeceğim en iyi dostum olurdu.
Kahve ve bisküvi keyfime devam ediyordum. Tabii karşıma kas yığını çıkmasaydı. Ona çarpınca kahve üstüne döküldü. "Ah! Yandım." Telaşa kapılmıştım. "Pardon, çok çok özür dilerim." Ne yapmalıyım? Yardım. Evet yardım istemeliydim. Arkama dönüp boşluğa doğru seslendim. "Ambulans çağırın. Yardım edin!" Ne dediğimi daha sonra fark edebildim. Üstüne kahve döktüğüm çocuk bana bakarak gülmeye başladı. "Ambulans mı?" Acısını unutmuş gibi bir hali vardı. Telaşlı halimden sıyrılıp ciddi tavrımı takındım. "Neye güldüğünü anlayamadım. Eli kolu kopmuş gibi bağıran sendin." Sesim yine yüksek çıkmıştı. Kendimi aptal gibi hissediyordum. En azından markette kimse yoktu. Başkalarına da rezil olmamıştım. Hala karşımdaki sinir bozucu, pislik abidesi gülüyordu. Bir yandan kendisine bol gelen tişörtünü tutuyor. Bir yandan da hayvan gibi gülüyordu. Aramızda kalsın güzel gülüyordu be çocuk. Hem de öyle güzel gülüyordu ki uzun bir süre onu izleyip durdum. Onun etkisinden kurtulunca kendimi silktim. Kendimle tartışmaya başladım. Kendine gel Selin, şu an yapman gereken sana güldüğü için önce çocuğu nakavt etmen, sonra senin ona gülmen gerekiyor. Baştan aşağıya süzdüm çocuğu. İşin biraz zor Selin ama ben sana güveniyorum, yapabilirsin. Plan şu; onun gülmesinde istifade edip tepiği kasığına geçireceksin. Sonra o güzel suratına yumruğu geçireceksin. Haince sırıttım ama çocuk görmedi. Yazık olacak.
Yavaşça yaklaştım. Tam tepiği geçirecektim ki gülmeyi kesti. Tek bir hareketle üstün deki tişörtünü çıkardı. Oha! kaslara gel. Baklavalarından şerbet damlıyordu resmen. Gözlerim açık bir şekilde yüzüne baktım. "Ne yapıyorsun sen ya sapık." Suratıma filmlerdeki kiralık katiller gibi bakmaya başladı. Üstüme doğru yürüdü ve bisküvi raflarıyla arasında bıraktı beni. Kaçacak bir yer kalmamıştı. Yüzüne bakmaya korkuyordum. Sadece nefesini hissediyordum yüzümde. "Bana sapık dedin. Bunun cezasını çekeceksin." Nefesimi tuttum. Kalbim ritimsiz atıyordu. Hiçbir şey düşünemiyordum. Karşımda ki çocuğun nefesi kesik kesik gelmeye başladı. Yavaşça başımı kaldırdım. Artık yüzünü görebiliyordum. Çenesi kasılmaya başladı. Dikkatimi çeken tek şey karanlık gözleriydi. Kalbim daha da hızlı atmaya başladı. Kalp atışlarımı duymaması için içimden dualar etmeye başladım. İçimden bir his bu çocuğun iyi biri olmadığını söylüyordu. Gözlerimi yere devirdim. "Ne istiyorsun?" Yüzünü görmediğim için sorduğum soruya verdiği tepkiyi de göremiyordum. "Seni!" Cevabı gözlerimin fal taşı gibi açılmasına yetmişti. Bir kez daha gözlerine baktım. Gülmemek için kendini zor tutuyor gibiydi. Dişlerim kenetlendi. "Eğer beni bırakmazsan bağırırım." Yüzünü bana daha da yaklaştırdı. "Hadi bağır. Kimse seni duyamaz." Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. "İmdat! Yardım edin!" Arabama benzin dolduran görevli geldi yanımıza. Ama beni köşeye sıkıştıran sapık o tarafa bakmadı bile. Gözlerim resmen petrol görevlisine yalvarıyordu, beni kurtar diye. Görevli önce beni süzdü. Daha sonra sapığa doğru döndü. "Bir sorun mu var patron?" Patron mu? İşte şimdi mahvoldum. Gözleri hala üzerimdeydi, hissedebiliyordum. "Bir sorun yok Ahmet sen git." "Peki patron." Görevli son bir kez baktı bana ve gitti. O giderken tekrar bağırmaya başladım. "Bir dakika nereye gidiyorsunuz. Yardım etsenize." Sapık kolumdan tuttu ve sıkmaya başladı. Bir an kolumu hissetmemiştim. "Bağırma!" "Canımı acıtıyorsun." Yüzünde haince bir sırıtış belirdi. "Merak etme seni bırakacağım. Ama benden özür dilemeden olmaz." "Ama seni istiyorum demiştin." Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Daha fazla saçmalamamak için sustum. "Seni derken özür dilemeni istemiştim, sen ne zannettin ki." Tükürüğümü yutkunamıyordum bile. Pis sapık sırıtmaya başladı. Başka çarem yoktu. Kekeleyerek konuşmaya başladım. "Ö-zür di-lerim." Kolumu bıraktı ve geri çekildi. En azından rahatça nefes alabiliyordum. "Gidebilirsin." Ne? Öküz insan bir önemli değil der. Ama hata bende bir öküzden ne beklenirdi ki. Bacaklarım titreye titreye marketi terk ettim. Arabama binmeden önce tuvalete girip elimi yüzümü yıkadım. Hiçbir şey düşünemiyordum. Tekrar arabama binmek için tuvaletten çıktım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
TAKINTI
Mistero / ThrillerTüm gece arabada evden çıkmasını bekledim. Güneş doğmaya başladı. Çok geçmeden görüş alanıma girdi. Her zaman ki gibi saçlarını serbest bırakmıştı. Çok güzeldi. Planım yolundaydı. Bana doğru yöneldi, ama beni görmedi. Arkasından bende arabadan indim...