"Unutma küçüğüm; mutlu bir ilişki istiyorsan, sorunlarını çözecek biri değil, sorunlarıla yüzleşirken seni bırakmayacak biri gerek."
Tekrardan şu gizemli eve geldiğimizde Kezzap istersem dışarıda bekleyebileceğimi söylediğinde dışarıda kalmayı seçtim. Geniş bir merdiven vardı girişinde. Üç katlı ahşap bir evdi. Sabahın sisi ve henüz tam aydınlanmamış olan gökyüzü yüzünden oldukça ürkütücüydü.
Ellerimi cebime sokup sadece bekledim. Siyah kabanımın önü açık olduğundan sonbaharın o soğuk delici rüzgarı iliklerime kadar işlerken bir yandan da göbeğimdeki açıklığı ve boynumu yalayıp geçiyordu dikenli diliyle. Geçmişin o çamurlu anıları aklımdan bir sel gibi akıyordu. Akan sel her şeyimi götürür gibiydi ancak gözümden süzülen bir damla yaşa mâni olamadım.
Burada durmak için olan sebeplerimi sordum kendime beş saniye kadar. ''Gitsen nereye gideceksin? Sorsana bir kendine! Ailene gitsen tüm olanlardan sonra seni kabul edeceklerini mi sanıyorsun gerçekten? Güldürme beni Zümra! O evden ayrılırken babanın dedikleri gecelerce kulaklarında yankılanmadı mı? Benim öyle bir kızım yok dediği cümle günlerce kulaklarını çınlattı! Şimdi gelmiş..."
"Kapat çeneni!" diye tısladım kendi kendime. İç sesime mâni olamamam da başlıca sorunlarımdan bir tanesiydi.
"Kiminle konuşuyorsun?" arkamdan gelen sesle irkildim. Elimin tersiyle gözümden akan yaşları sildim. Arkamı dönmedim, Kezzap'ta olduğu yerde kaldı.
"Hiç." dedim sadece ağlamaklı bir sesle. İç sesimin hakaretlerini mi anlatacaktım ona? "Hakaret değil, gerçek!" dedi tekrardan. Kendi kendime sinirleniyordum.
Yanımdan geçip basamakları inmeye başladı. 15 kadar basamak vardı. O aşağıdan bana bakarken ben hala dikiliyordum olduğum yerde.
"İstersen birini çağırayım özel olarak indirsin seni ha, ne dersin?"
"Şükür ki ayaklarım var?!" dedim ters ters bakıp basamakları inmeye başlarken.
"Seni bilmesem ayaklarını başka bir şey için kullanıyorsun sanacağım. Ama mesele sen olunca düşünemiyorum."
"Salak!"
"Ne dedin sen?" dedi yürürken olduğu yerde durup. Ne demiştim? Ağzımdan cidden ne çıktığını düşünemiyordum şu an. Ketçap mı dedim?
"Aman canım ne olacak bir ceza daha verirsin." dedim yanyana yürürken yüzüne bakmadan. Kafamı toparlayamıyordum. Gülümsediğini hissediyordum. Ah o gülünce yanağında beliren gamzeler... "Hah." iç sesim yine kendini göstermeye hazırlanırken.
"Cezalarımın ne kadar ağır olduğunu farketmemişsin bakıyorum da."
Cizilirimin ni kidir iğir ildiğini inlimimişsin bikiyirimdi.
"Affola Kezzap Bey oğlum." ne diyorum diye bu kez kendi kendimi azarladım.
"Senin dilin fazla uzadı ufaklık!" tükürür gibi söylemişti ama sesinde eğlendiği bir gerçek vardı. Hoşuna mı gitmişti yani benimle böyle çocukça konuşmak?
"Ne yapacaksın? Ceza olarak dilimi mi keseceksin?"
"Hayır." dedi net bir şekilde. "Ucundan çengel geçirip tavana asmayı düşünüyorum." gözlerimin son demine kadar açıldığını farkettim. Ama o bir kahkaha atmıştı bir ara sokağa dönerken.
Bir arabanın yanına geldiğimizde elindeki anahtarla kilitleri açtı.
"Sustun." dedi sürücü koltuğunun yanındaki tarafın kapısını açarken.
O gülüyordu. İçten diyebilir miyim bilmiyorum ancak daha önce gördüğümün aksineydi bu gülüş.