Okula başlayalı bir ay kadar olmuştu. Sınavlar, sözlüler derken kitaplarımın içine gömülmüştüm. Hayatta tek idealim, okumaktı. Belki de o yaşta düşündüğüm tek doğru buydu. Okumak! Okuyup adam olmak! Ama hangi mesleği seçeceğime hala karar vermiş değildim. Matematik zekâm pek yoktu. Ama Türkçem son derece mükemmeldi. Türkçe öğretmenim bana hep; “Mihrican! Senin şu sert karakterinin altına gizlediğin sanatçı ruhunu çıkarabilirsen, senden çok iyi bir edebiyat öğretmeni olur hani! “ derdi.
Okulda herkesin gezindiği bir arkadaş grubu vardı. Bense bağımsız gezmeyi tercih ederdim. Aslında bir başıma kalmamın tek sebebi, özgürlüğüme düşkünlüğüm değildi tabi. Asi ve hırçın tavırlarımla herkesin köşe bucak kaçtığı, sevimsiz biri haline gelmiştim. Onların beni bir marslı gibi görmemeleri için kendime devamlı farklı bir kılıf uyduruyordum. Kafamda her zaman uygulamaya hazır bir planım vardı. Biri ne zaman canımı sıksa anında hücuma geçerdim. Ben özümde kötü bir insan değildim. Buna rağmen bana ters olan kim olursa olsun ezip geçerdim. Bana zarar vermeyenlerle işim olmazdı. Sadece, benim zaaflarımdan yararlanmak isteyen; korkak ve uyanık yaşayan insanlara tüylerimi kabartırdım. Bu da kendimi ezdirmeyeceğimi gösterdiğim farklı bir yöntemimdi.Yine her zamanki gibi o gün de okula geç kalmıştım. Kravatımı çekiştire çekiştire sınıfa girdim. Her nedense bir yere geç kalmış olsam, kesinlikle kendimi çoğu şeyden mahrum kalmış hisseder, o günüm asla güzel geçmezdi. Nitekim öyle oldu. Hayıflanarak yerime oturduğumda sıra arkadaşım yerinde yoktu. Göz gezdirip etrafıma bakındım. Pencere kenarındaki bir sırada üç kişi birden oturmuşlardı. Herkes bana bir öcü gibi bakıyordu. Bozuldum. Kendimi kontrol ettim, fakat neye baktıklarını anlayamadım. Sonra dersi kafamda bin tane soru işaretiyle dinledim. Nihayet zil çalmıştı. Uğuldamalar başladı. Herkes durmuş beni izliyordu. Kendimi gerçekten hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. Utana sıkıla sıra arkadaşım Elife’nin yanına gittim:
“Neler oluyor? Neden sıranda değilsin? Ne var söylesene?”Elife, gizlice etrafına bakındı ve beni usulca kenara çekti:
“Bak Mihrican! Benden duymuş olma sakın ama Gaye ve onun tayfası senin hakkında herkese çok berbat şeyler söylemiş!”Sinirlenip çatacak bir konu bulduğuma sevinmiştim ve hemen öfkeyle bir çığlık kopardım. Elife, şaşkın ve söylediğine bin pişman görünüyordu. Bense neler yumurtladıklarını anlatması için Elife’nin boğazına yapıştım. Benim vazgeçmeyeceğimi bildiği için geç kalınmış bir keşkeyle anlatmaya başladı:
“Şeyy… Mihrican, bak ne olur beni ele verme. Gaye, dün laboratuara girerken, senin saçında bit görmüş. Ve bunu da herkese anlatmış. Bu yüzden de herkes senden uzaklaşıyor.”
Ben bulunduğum yere çakılıp kalmıştım. Beynimden vurulmuştum adeta. Nasıl rahatça böyle söyleyebilmişti ki? Çılgına döndüm. Dişlerim gıcırdıyordu. Demek tüm sınıf böyle düşünüyordu ha! Bu yüzden kaçıyorlardı. Büyük bir hınçla bahçeye koştum. Onlardan öcümü almazsam asla rahat edemezdim. Bahçeye çıkar çıkmaz onların her zaman oturdukları banka doğru yürüdüm. Onlar benim öfkeyle yanlarına yaklaşmamdan durumu fark etmişlerdi. Korkuyla ayağa kalktılar. Bense hınçla:
“ Siz ne aşağılık, ne adi kızlarsınız be! Bana bu yapılır mı? Ecelinize mi susadınız siz? Korkmuyor musunuz ulan? Ama dur! Ben size haddinizi bildirmeyi iyi bilirim!”Daha kendilerini savunmaya geçemeden gırtlaklarına çökmüştüm. Birinin karnına, ötekinin beline, diğerinin boğazına yapıştım. Dövdükçe daha da öfkeleniyordum. Hıncımı almam lazımdı. Yüreğimi soğutmam, beni herkesin önünde küçük düşürmenin ne demek olduğunu onlara anlatmam lazımdı. Herkes başımıza toplanmıştı. Ben sakinleşene kadar hepsini sıradan geçirdim. Ayağa kalkıp, onların yüzüne tükürerek, güya son kozumu gösterdim. Onlara:
“Bu kadarı size yeter. Eğer bir daha, benim ya da kardeşlerim hakkında tek kelime konuşursanız, andım olsun ki yakarım çıranızı. Sizi elimden kimse alamaz!” deyiverdim.Etrafımızdakiler bir alkış tufanı koparmıştı. O yaşlardaki çocukların da büyükler gibi tek dertleri buydu; büyük balığın, küçük balığı yutması! Mahalle okuluydu sonuçta. Herkes bu tür kavgalara alışkındı, yadsınmazdı. Ben de öyle! Çevremizdekilere elimle işaret edip, dağılmalarını sağladım. Sonra da bir kenara çekilip, sessizce ağladım.
Kimse beni sevmiyordu işte! Ben kimsenin umurunda olmayan, zavallı yetimin biriydim! Hem benim onlar gibi, güzel kıyafetlerim de yoktu. Şu altı delik ayakkabılarım, ne kadar da çirkindi. Hâlbuki gaye ve diğerleri; çok daha iyi durumdaydılar. Her ne kadar aynı mahallenin kaderini ortak yaşasak da istedikleri birçok şeye sahiptiler. Çünkü her birinin nazlarını geçirebileceği anneleri ve babaları vardı. Ya ben, ben zavallının tekiydim onlar için. Tabi ki sevilmezdi böylesi. Kendime kızıyordum sürekli. “Sen zavallı, sen rezil, sen küçük bir ucubesin! Senin şımarmaya, ses çıkarmaya hakkın yok! Boşuna dev aynasından bakma kendine.” Böyle söyleyerek aklımca kendimi cezalandırırdım. Ağlamaktan gözlerim kan çanağına döner, pörtlek gözlü biri olurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİHRİCAN #Wattys2017 (Akademisyen Yayımlarından ÇIKTI)
Teen FictionBir hayal kurdum. Kendime söz verdim. Ve inandım... Sonuçta, tüm bunların peşi sıra gelen bir başarıyı kucaklıyor olduğum için mutluyum. Sevdiğim, tutkunu olduğum ve inandığım bir sanatla hemhal olmak inanılmaz gurur verici. Herkes inandığı yold...