Günler yeniden doğarken insan bazen bunu göz ardı edebilir. Yeni gün hiç gelmeyecekmiş gibi hisseder. Kaybolmuş, güneş ışığına hasret, onu kurtaracak rehberini bekler. Ancak yeni gün doğduğunda öğrenir insan, rehberin kendisi olduğunu. Kimi insanın yeni günleri çabuk doğar. Bazı insanlarınsa günleri öylesine uzundur ki, ay yatıp güneş arşa çıktığında bile kendilerini safça kaybolmuş sanarlar. Oysa gün doğmuş, yeni bir kapı açılmıştır önlerine.
Hayatın en saf olduğu, tamamıyla kavranmaya en yakın olduğu anlar anılara dalınan anlardır. Çaresiz, o anıda ne varsa tekrar tekrar yaşanırdı acısıyla hüznüyle ve mutluluğuyla.
Güze batmıştım tekrar. Anılarımdan çıkamıyordum. Bu kız, ismine dilim varmıyor. Hayatıma nereden girdin lan? Neden hatırlattın bana geçmişimi?
Hadi hatırlattın anasını satayım, içime gömdüğüm en derin yaramı nasıl deşer, kanatırsın?
O kız, aşağıda bırakmıştım onu. Adını öğrendikten sonra boğulmuştum hatıralara, sessizce odama çıkmıştım. Gitarıma başvurmuş başımı eğerek birşeyler çalmaya başladım. Ne olduğu o an umrumda değildi. Zaten uykum gelene kadar gitar çaldığımı bile unutmuştum anasını satayım. Gitarımı yerine koyup amfinin fişini çektim. Jakı çıkarmama gerek yoktu. Odadan çıkıp aşağı kattaki banyoya girdim ve yüzüme biraz su serptim. Acıkmıştım. Aşağı indim. Salonun ışığı yanıyordu. Salonda olmalıydı o kız. İlke. Evet İlkeydi o. Öteki ismi yoktu benim için. Sadece İlkeydi o artık. Salona girdim. Koltukta uyuyordu. Terlemişti. Evim sıcaktı ve üstünde kazakla dolanıyordu. Kucağıma aldığımda kıvrılmıştı iyice. Odamın olduğu kata çıkartıp şimdilik kaldığım odanın karşısındaki odaya bıraktım. Üstündeki kazağı zor bela çıkartıp banyoya götürdüm ve makineye attım. Kirliydi biraz. Kızın üstüne hiç bakmamıştım henüz. Odamdan tişörtletimden birini alıp odaya geri girdiğimde vücudunu görmüştüm. Teni bembeyazdı. Ancak çok fazla yara vardı. Tırnak izleri, sigara izleri faça izleri. Nasıl çekmişti bu kız bu kadar çileyi? Nasıl intahar etmemişti bu kız?
Daha fazla görmemek için hızlıca tişörtü giydirip odadan çıkmıştım. Odama gidip, Istanbul'a geldiğimden beri hiç açmadığım bavulu açtım. İçinden çıkardığım ten rengi kol boyu tozlukları aldım ve İlkeyi bıraktığım odaya gittim. Kollarında da vardı izleri. Serice tozlukları koluna yerleştirdim. Omuzdan bileğe kadar olduğu için gerçek deri gibi duruyordu. Üstüne çarşafı örttükten sonra birde başucu lambasını yaktım olurda korkar diye. Komodinin üstüne bir çift deri eldiven bıraktım. Ellerindeki yaralar halen gözüküyordu. Bir deri ceketle uyumlu gidebilirdi. Bu kızı kurtaracaktım bu şerefsiz illetten. Ona bunu yapanlarında yaptıranlarında.. Alayını sikecektim.-------
Ertesi sabah yatağımdan, aşağıdan gelen kokular yüzünden uyanmıştım. Ev kahvaltısı? Koşar adım yataktan atladığım gibi yerden tişörtümü aldım ve kafamdan geçirdikten sonra masamdan silahımı alıp aşağı indim. Merdivenlerden inerken kollarımı geçirmiştim. Pantolonla mı yattım lan ben? Silahı hızla koridordaki bir çekmeceye koydum ve mutfağa girdim. İçerde sarı saçlı bir kız görünce yine aklıma o geldi. İlke kahvaltı hazırlıyordu. Tabak ve çatallar hariç hiç eksik yoktu masada. Yumurta kırmış onu pişirmekle uğraşıyordu. Tabakları çekmeceden çıkarmaya gittim. Kapağı açarken çıkan gıcırtı onu sıçratmıştı. Bana korkuyla döndü.
- Korkuttum mu? Kusura bakma ya. Dedim gülerek. Başıyla onaylayıp işine döndü. Tabakları yerine koyduktan sonra çatalları aldım ve masaya koydum. Sonra üst çekmecelerin birinden çay paketini çıkardım ve tezgahın üstündeki demliğe birkaç kaşık attım. Çay paketini yerine geri koydum ve çaydanlığın içine su doldurmaya başladım. İkisini de üst üste koyduktan sonra da İlkenin arkasından geçerek ocağa koydum.
- Şunun altını açar mısın? Dedim. Gösterdiğim düğmeyi çevirdi ve çayın altını yaktı. Çayla işim bitince buz dolabına yöneldim ve dolaptan süt şişesini çıkardım. Bir bardak alıp doldurduğum sütü de İlkenin oturacağı tarafa koydum.
- Süt? Diye bir ses duyunca İlkeye döndüm.
- Senin. Dedim. Birşey demedi. Üstünde halen verdiğim tişört duruyordu. Kolları tamamdı da ellerindeki yaralar halen duruyordu. Belli olan yaralardı bunlar. O da her iki dakikada bir ellerine bakıyordu. Yumurtayı iki tabağa paylaştırmış, tavayı tezgaha bırakıp oturmuştu. Çay kaynayınca bir çay bardağu ve altlık alıp masaya koydum. Sonra çaydanlığı alıp ateşini kapattım ve masaya giderek çayımı doldurdum. Çaydanlığı yerine bırakarak bende masaya oturdum ve kahvaltıya başladım. Sözde bugün İzmire gidecektim. Saate baktım. Daha sabah 7 idi. Burdan havalimanına 45 dakikalık yol vardı ve uçağım istediğim an hazır olacaktı. Uçağım var anasını satayım. Derken telefonum çaldı. Çayımdan yudumlanıp telefona baktım. Urkaydı. Açıp kulağıma götürdüm.
- Efendim?
- Kanka geliyorsun değil mi? Dedi hemen. Kararsız kalmıştım.
- Alo?! Tatar. Kanka orda mısın?
- Kanka işler biraz karışık. Ben sana dönücem tamam mı? Dedim kapadım. Telefonu masaya bırakıp İlkeye döndüm. Bana bakıyordu. Merak etmiş gibiydi.
- İzmiri sever misin?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
TATAR
Teen FictionHatalar insana yol gösterir, kendini tanıtır. Yaptığı hatalar kadar bilgeleşir insan. Us kazanır, yerini bilir, olgunlaşır. Çok hata yaptım ben, sayamam. Ama önemli olan sayısı değildi hatalarımın, sonuçlarıydı. Hiç hatamın olmadığını düşündüğüm anl...