İzmir'in güneşi gözlerini alıyordu, ışıkları deniz gözlü kızın yüzüne düşmüş ve onu paha biçilemez bir mücevhere dönüştürmüştü sanki. Ölümün pençelerinden bir bir kurtulmalarının ardından günler geçmişti, hesaplar ortaya dökülmüş, mavi gözler yine öfkeyle karışık bir hayranlık saçmıştı etrafına. Kızın dudakları da onunki gibi dikili olmasına rağmen Leonidas artık biliyordu. Bu yangın yalnızca onun içinde değildi, çoktan ikisini birden yakmış ve küle dönüştürmüştü. Gecelerce düşünmüştü, Hilal onu sevebilir miydi? Aylarca nefretini akıttığı bu Yunan askerine gönlünü verebilir miydi? Eğer Leon onu seviyorsa, içindeki cehennemi biraz olsun ferahlattığını hissediyorsa genç kız da sevebilirdi onu. Ceketinin cebinden bir tomar kağıdı çıkarırken zorlukla yutkundu ve kıza baktı tekrar, "Halit İkbal sensin biliyorum."
Kızın mavi bakışlarındaki parıltılar söner gibi oldu, gözleri daha da büyüdü ve şaşkınlıkla fısıldadı, "Ne? S- sen nasıl?" Şimdi Leon'un avuçları arasına girmiş oradan oraya dönen bir balerin gibiydi, kızın bakışları üzerinde bulundukları tepenin ardında kalan şehre döndü. "Uzun zamandır biliyordum, sen mahkum edildiğinde hiç ses çıkarmaması, senin konuşmalarındaki aynı öfkenin ve vatanı kurtarma azminin sayfalara dökülmesi. Ben dikkatli biriyimdir Hilal, ancak sen değilsin." Sesinde öfke vardı, dikkatsiz olduğu için kızıyordu Hilal'e, ya ondan başkası da bu durumu fark etseydi, Albay Stavro böyle bir şeyi sezerse hemen tutuklardı kızı, konuşana kadar da bırakmazdı. Şimdi Leon tekrar elindeki kağıtlara bakıyor ve Hilal'in cümlelerini okuyordu. "Bir insanı sevmeyi bilmeyen memleket sevmeyi bilmezmiş. Memleketi sevmek kadar acıtmaz mı insanın canını bir insanı sevmek. Vatanın işgaline,mazlumun çığlığına nasıl dayanırsa yürek sevdaya da öyle mi dayanır? Sevda dedikleri medet hep can acıtmaz mı?"
Yıldız elinde bu kağıtlarla çıkıp geldiğinde ne diyeceğini şaşırmıştı Teğmen, kızın ablası hem ona olan ilgisi hemde kardeşinin başını belaya sokması korkusu ile ne bulduysa toplayıp getirmişti. "Kardeşim, Halit İkbal'in kuryeliğini yapıyor. Konuş onunla vazgeçsin Leon, yoksa yakalanacak, yakacak kendini." Ancak Yıldız'ın anlamadığı bir şey vardı, bu cümlelerin hepsi Hilal'e aitti. Teğmen daha ilk okuduğunda anlamıştı, gece yarısı uyanıp eline almıştı sararmış kağıtları, yeni yeni öğrendiği dilde Hilal'e söylediklerini, adeta kalbinden geçenleri görmüştü. İşte o zaman anlamıştı alevlerin bir tek onu kül etmediğini.
"İhbar edecek misin beni?"
Kızın gözleri gözlerine değdiğinde kalbinin daha da hızlandığını hissetti, bu tıpkı çatışırken kurşunlardan kaçmanın heyecanına ve korkusuna benziyordu. Mavi gözler birer kurşun olmuş, ona doğru geliyordu. Başını olumsuz anlamda sallarken kaşlarını çattı, "Hayır, ancak artık kendini tehlikeye atmanı istemiyorum. Eğer yakalanırsan öldürürler seni." Hilal kalemini bırakmaktansa ölmeyi tercih ederdi, ancak Leon kararlı bir ses tonu ile konuşuyordu. Omuzlarını dikleştirdi ve cevap verdi, "Anlamıyorsun, yakalanmaktan korksaydım idam sehpasından indikten sonra tek kelime dahi yazmazdım. Ölmeyi umursadığımı mı sanıyorsun?" Son kez Teğmen'in elindeki kağıtlara baktı ve bir adım attı, güçlü parmaklar kolunu yakalayıp onu engellediğinde o kadar yakındılar ki etrafta kimse olmasa da Hilal rahatsız hissetti. "Ölmeyi umursamadığını biliyorum," dedi Leon içindeki cehennemden kalan yıkıntıların yüreğini sıkıştırdığını sanarken, dudaklarından çıkacak her kelime olan biteni daha da karışık hale getirecekti, biliyordu ancak engel olamıyordu. Sanki dudaklarındaki o görünmez iplikler çözülüyordu bir bir. "Ancak kimse o darağacına tek başına gitmez Küçük Hanım, o urgan yalnızca onun boynuna geçmez, geride bıraktıklarının da nefesini keser, yavaş yavaş öldürür onları." Kızın kolunu serbest bıraktı ve bir adım geri çekildi, mavi gözler kızıl bir deryaya dönmek üzereydi yine, gözyaşları belki de öfkesinin göstergesiydi. Sustu Hilal, hiç konuşmadı, Leon'un gözlerinde öyle şeyler görmüştü ki, bunları düşünmek dahi diri diri yanmak gibiydi.
"Bir daha kendini tehlikeye atarsan, o matbaayı yıkarım." Şapkasını başına geçirirken kağıtları ceketinin cebine koydu, Hilal hâlâ bir heykel gibi olduğu yerde dikiliyordu. "Gelin şimdi, uzun bir dönüş yolumuz var."
Ellerimin arasında yeniden atmaya hazırlanan bir kalp, gözlerimin önünde yüzün, nasıl yok sayarım seni? Bir bir yıktığın o duvarları nasıl yaparım yeniden?
Hikayenin şimdiye kadarki en uzun bölümüydü, oylarınız, yorumlarınız için çok teşekkür ederim, düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın. Teşekkürler, iyi okumalar!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kıyamet ► Vatanım Sensin
Fiksi PenggemarŞimdi her şeyin bittiği yerdeyiz, sonsuz tutsaklığım başlıyor. Artık kuşları duyamıyorum, yıldızları göremiyorum, toprağı hissedemiyorum. Ölümün arzusu içinde yanıp tutuşuyorum ve senin açlığınla yok oluyorum. 3.02.2017