KORKULAN GÜN

91 15 5
                                    

Kırmızı, küçük ve şirin bir kulübeye geldik. Diğer evlerle arasında baya bir mesafe bulunan kulübe adeta yalnızlığa terk edilmiş gibi duruyordu. Açıkçası hayal kırıklığına da uğramıştım. Bir şato bekliyordum. Veya bir saray. Hayal kırıklığımı saklamaya çalışarak kulübenin girişinde durdum. Peki ama saklamak mümkün mü bu (insan demeyeceğim. Kesinlikle insan değiller.) Yaratıkların içinde?

David arkasını dönerek:
"Hizmetçiler de bekliyor muydun Külkedisi?" Dedi. Ona olan sinirim her geçen saniye 5 katına çıkarak ilerliyordu. Bu kadarına dayanamıyordum artık.
"David kes benimle uğraşmayı! Beni buraya getirmeni ben mi söyledim sana? Amacın ne ?" Bir cevap beklercesine baktım gözlerine.
O ise umursamaz bir tavırla gözlerini devirerek içeri girmeyi seçti.

Kalbim fazlasıyla kırılmıştı. Gözyaşlarıma hakim olamadım. Olduğum yere çöktüm. Nereden çıkmıştı şimdi bunlar? Çocuk gibiydim. En güçlü olmam gereken yerde oturmuş hüngür hüngür ağlıyordum.

Jenca'nın elini omzumda hissedene kadar bu böyle sürdü. Derin bir nefes aldım. Ahlak kurallarına göre onun yüzüne bakmam gerekiyordu ama ben fazlasıyla utanıyordum. Şuan ihtiyacım olan şey, ne bir arkadaş desteği ne de yalnız kalmaktı. Bu lanet yerden kurtulmam yeterdi.

Gözyaşlarımı silerek ayağı kalktım. Derin bir nefes daha aldıktan sonra Jenca'nın yüzüne baktım. Onunda söze girmesi fazla zaman almadı.
"Içeri girmeden önce biraz konusmak ister misin?"
Olur manasında başımı salladım. Ve yürümeye başladık. Etraf şaşırtıcı derecede sessizdi. Sahil kulübeden 10 metre ilerde, gayet durgun biçimde uzanıyordu. Su adeta uyuyor görünümündeydi. Kulübenin arkası ormandı. Kuş sesleri bu derin sessizliği araladı. Biz ise sahil boyunca biraz yürüdükten sonra bir taşın üstüne oturduk. Konuşmuyorduk.

Sessizliği bozan ben oldum.
"Teşekkür ederim. Destek olduğun için. Her tanıdığına bu kadar iyi davranır mısın?"
Hafif gülümsedi. Yeşil gözleri kısıldı. Yüzüne gülmek o kadar yakışmıştı ki bir an kendimi kaybettim.
"Teşekkür ederim." Dedi. Ne için teşekkür ettiğini anlamasam da fark etmem uzun sürmedi. İltifatlarım... Düşüncelerimi kontrol etmeyi kesinlikle öğrenmeliydim. David geldi aklıma. Kendimi kandırılmış, ihanete uğramış gibi hissettim. Onun hakkında bildiğim her şey muhtemelen yalandı.

Hazır burada Jenca ile baş başa iken bir kaç bilgi alabilirim umuduyla girdim söze:
"Jenca Davi-" dememle "Tabii ki sorabilirsin."demesi aynı anda oldu.
İlk defa düşüncelerimi okuması hoşuma gitmişti. Aksi taktirde açıklama yaparken baya zorlanabilirdim.
"David İngiltere'den geldiğini söylemişti. İsimlerinin o nedenle yabancı olduğunu. Doğru mu? Saçma bir soru gibi ama David'de olmasa da Lena'da İngiliz aksanı var."
"Bir bakıma doğru denebilir. David'in ailesi İngiltere'den geldi. Ama David'in 3 yıl önce bir görev için Türkiye'ye gelmesi gerekiyordu. Ona en uygun aile bulundu. Gelir düzeyi yüksek ve David'in ismini yadırgamayacak bir İngiliz ailesi. Daha sonra bulunan ailenin Türkiye'ye taşınması sağlandı. Daha iyi iş imkanları sunuldu vs. Sonra anılarına David eklendi. Ve işte böyle bir aile kuruldu."
"Peki neden Türk ailesi seçilmedi?"
"David'in ismi yabancı."
"İsmini değiştire bilirdiniz."
"Alışması zaman alırdı. En ufak bir kuşku bile oluşturmamalıydı."
Açıklaması pek mantığıma oturmasa da "Vardır bir bildikleri." Düşüncesi eşliğinde kabullendim.

Ben alışmaya çalışırken Jenca uzun uzun gözlerime bakıyordu. İçimde bir kıpırtı oluşsa da geçmesi fazla zaman almadı. Gülümsedim. Ve işte o soruyu sordum:
"David'in sevdiği biri var mı?"
"Bir zamanlar vardı. Ama hala seviyor mu bilmiyorum?
"Ne demek bilmiyorum. Siz düşünceleri okuyamıyor muydunuz?"
"Evet. Yani kısmen evet. Birbirimizin düşüncelerini izin verildiği sürece okuyabiliriz ama sizinkileri her zaman."
Kim düşüncelerinin okunmasına izin verirdi ki. Hangi mantıkla. Düşünceler kişiye özel sırlar idi. İnsanın en rahat olduğu her şeyi en dürüst belirttiği yer kafasının içi değil miydi? Nasıl olur da buna izin verebilirler idi? Eğer bir dilek hakkım olsa kesinlikle okunmasını engellerdim.

"Ne durumlarda okunmasını istediğimizi öğrenmek istiyor musun?"
"Evet, kesinlikle." Dedim ve Jenca'nın yüzündeki kurnaz gülümseme ile parlayan gözlerine baktım.
"Emin misin ?" Diye sordu. Evet manasında kafamı salladım ayağı kalkmam için bir hareket yaptı. Yavaşça doğruldum yerimden ve heyecandan titreyen ayaklarıma bıraktım vücudumun yükünü. Oda benimle beraber kalktı.

Bana bir adım yaklaştı. Elini belime kavrayıp kendi vücuduyla benim vücudumu birleştirdi. Hiç beklemediğim bu hareket karşısında nefes alıp verişim saniyede 100'e çıkmış olabilir. Ama o bununla da yetinmedi. Dudağını dudağıma yaklaştırdı. Her şey çok hızlı gelişmişti.

Tepki verecek durumda değildim gözümü sıkıca kapatmakla yetindim. Öpmesini bekledim. Ama yapmadı. Dudağımın yanında adeta durmuştu. Gözümü korkarak hafif araladım. Dudağı dudağıma fazlasıyla yakındı. Ama öylece duruyordu. Gözümü açmamla fısıldamaya başladı:
"Haklısın küçük hanım. İnsanın en dürüst olduğu yer kafasının içidir." Birkaç saniye bekledi. Sahilde öylece duruyorduk.

Derin bir nefesin ardından konuşmaya devam etti:
"Ve aşk da dürüst olunması gereken bir konudur. Bunu kanıtlamanın tek yolu, düşüncelerini okutmaktır. Tam da bu anda." Dedi ve elini belimden çekti.

Hiçbir şey diyemedim. Ani bırakmasının etkisiyle yere düşerken hissettiğim tek şey kalbimin atışıydı.

Sonra gülümsedi ve elimden tutarak kalkmama yardımcı oldu. Nefesimi düzenlemeye çalışırken:
"Sadece bu anda mı düşüncelerinizin okunmasına izin veriyorsunuz?" Dedim yarı alaycı bir ses tonuyla.
"Hayır ben bunu seçtim."

Yüzünü çapkın bir gülüş kapladı. Gözüne kenetlenmiş olan gözlerimi kulübeye doğru çevirdim. Ve kulübe kapısına yaslanmış olan David'i görmem, hiç hoş olmadı.

               ****  ***  ****

Oda fazlasıyla genişti. Açıkçası bu küçük kulübeden bu denli geniş ve modern bir salon beklemiyordum. David'in bileğindeki saat yanıp sönmeye başladı. Yarım saattir hiç konuşmadan oturduğu yerinden büyük bir tebessüm ile kalktı ve başka bir odaya geçti.

Bende gizlice onu takip ettim. Saatte bir görünüm belirdi. Güzel bir kız. Fazlasıyla güzel. Yeşil gözleri, kırmızı dudakları, karamel rengi saçıyla bir prenses görünümüne sahipti. Tek sorun kızın ağlıyor olmasıydı. Ağladığı gören David telaştan ne yapacağını bilemedi. Şaşkınlıkla kıza:
"Alara sakin ol!" Kız daha fazla ağlamaya başladı.
"Sakin ol ve bana neler olduğunu anlat."
"An-annem..." ağlama nöbetiyle kesildi kızın cümlesi.

David sabırsızlanmıştı. Ekrana yoğunlaştı. Hatta o kadar yoğunlaşmıştı ki benim orada olduğumu fark etmedi.
"Ne oldu annene!?"

Kız ağlamasını kontrol edip, derin bir iç çektikten sonra:
"Annem öldürülmüş David!"

David'in gözleri büyüdü. Yanakları kızardı. Sinirden çenesi kasıldı. Elini saçlarının arasında gezdirdikten sonra:
"Alara dur. Sakin ol ben geliyorum oraya." Dedi. Sesi beklediğimden de telaşlı çıkmıştı.
"Gelme biz geleceğiz Olca'yla."

  Bunlar da kimdi? Neler oluyordu? Hiç bir şeye anlam veremiyordum. Odayı dikkatlice izlerken lavabodan çıkan Jenca'nın sesiyle irkildim.

"Ne oluyor Alinda? Bu sesler de ne?"
Tam cevap verecekken David saatti kapattı ve bize döndü.
"Korkulan gün geldi Jenca ."

            ****  ***  ****


Umarım beğenmişsinizdir.Arladaşlar hikayenin adını ve kapağını da değiştirdim. Bilginiz olsun.Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

TARANTUS(KAYIP TAÇ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin