#1#

205 25 8
                                    

Hayatımın büyük çoğunluğunu geçirdiğim hastanenin tanıdık duvarları gözüme çarparken yıllar sonra tekrardan aynı koridorda yürümenin artık rol yapmanın hastalığımı saklamaya yetmediği anlamına gelmesi kalbimi sızlatıyordu. Kapıyı tıklatıp 'sözde' beni iyileştirecek olan kişinin odasına girdim. Doktorun yüzünde oluşmaya başlamış kırışıklıklar yılların bizi nasıl değiştirdiğinin simgesiydi adeta. Her bir kırışıklığın derinliği hastalığın benim içime ne kadar işlediğini anlatıyor gibiydi.
"Hoş geldin Even."kapıyı arkamdan yavaşça kapatarak doktorun yeniden dizayn ettiği odada aheste aheste gözlerimi gezdirdim. Mobilyalar turkuazdan vazgeçip kendini beyaza bırakmış ve sanki artık bir şeylerin farklılaşması gerektiğini söyler gibi yerleri değişmişti. Kimin umrunda?
"Değişiklik yapmışsınız bayan."adımlarımı ilerleterek kendimi karşısındaki koltuğa attım.
"Konu benim yaptığım değişiklik değil Even sende olması gereken değişiklik. Hastalığının geçtiğini düşünürken beş yıl sonra annenin ağlayarak beni araması şaşırttı. Neler oluyor Even?" doktor elindeki siyah dolma kalemi bana doğru doğrulttu. Sanırsın polise ifade veriyoruz. Sırtımı iyice geriye yaslayıp sol ayağımı sağ ayağımın üstüne attım. Yapabildiğim kadar ciddi bir ifadeye bürünerek gözlerimi doktorunkilere kilitledim. Dudağımın hafiften seyirdiğine kalıbımı basarım ama yine de denemeye değerdi.
"Amcam doğurdu."birkaç saniye sadece bakıştık fakat saniyeler kendi sonsuzluklarını yaratıp saatler kadar uzun bir zaman dilimine sahip gibi davrandılar. Doktor aramızda ki bu anlamsız bakışmaya sadece kafasını yana eğip, kaşlarını çatarak karşılık verdi. Bu ufak hareketle seyiren dudağımın yerini kahkahalar aldı. Hayatımda ilk defa gülüyormuşçasına gülmeye başladım. Tadını çıkararak ve bu kadar güldüğüme şaşırarak.
"Sanırım bunlara alışmalıyım."dedi doktor kaşlarını kaldırarak. Gülmemi yavaşça durdurarak yüzüne baktım.
"O kadar yıla rağmen hala alışamadınız mı madam?"omuzlarını silkti ve alışkanlık haline gelmiş hareketini yaparak önündeki not defterine bir şeyler yazdı. Belki de öyle gösteriyordur, resim falan da çiziyor olabilir. Ne de olsa yazacak bahaneleri yıllar içinde tükenmiş olmalı.
"Hastanızla konuşurken göz teması kurmak daha iyi bir iletişim sağlar biliyorsunuz değil mi?" yüzüme bir sırıtış yerleştirip doktora bakmaya başladım. Kaşlarını tekrar kaldırarak bana baktı ve "Yıllar seni daha da ukala yapmış Even."dedi bıkkınlıkla. Gülümsememi genişleterek karşılık verip sözsel bir girişimde bulunmadım. Dışarıdan öyle görünmüyor olsa da bu dört duvar arasında kaldığım her saniye içim daralıyor, nefesim tıkanıyordu. Bu hissiyatı dışarıya belli etmemek için gülücükler saçıp mutlu olmaya çalışıyordum fakat içimdeki acı büyüdükçe, kafamın içinde hiç durmayan sesler dünyada ki seslerin önüne geçmeye başladıkça yaptığım rol yapmacıklaşıyor ve beni her şeyimle ele geçiriyordu. Elindeki kalemi adeta fırlatarak masaya bıraktığında dikkatlice hareketlerini izledim. Aslında hiç kendim gibi davranıp davranamayacağımı merak etmiyor değildim. Doktorun karşısında bile olamıyorken diğer insanlara gerçek beni gösterebilecek miydim? Ve en önemlisi kafamın içinde bir müzik çalar gibi durmadan başa dönüp tekrar ve tekrar dönüp duran sesler hiç susacak, sesini alçaltacak mıydı? Ben bunları düşünür dururken doktor ayağa kalkmış, masasının etrafından yorgun düşmüş vücuduyla dolaşmış ve karşıma oturmuştu. Aklıma ergenliğimin ilk yıllarında buraya geldiğim gün geldi. Bu yorgun vücut o zamanlar beni gördüğünde masanın etrafından seksi bir biçimde kıvırtarak dolaşırdı. Ah, yıllar bizi hangi duruma sokmuş! Şu anki halimize bakın, gençliğini iyi rolü yapmaya harcamış bir hasta ve yıllarını insanların dertleriyle uğraşırken yitirmiş bir doktor... Sanırım ilk zamanlarda doktor tedavimin bu kadar uzun süreceğini düşünmüyordu. Masanın etrafında ki bir kaç adımın ardından karşımdaki koltuğa oturdu, yavaşça arkasına yaslandı ve vücudunu saran siyah, mini elbisesinin baldırlarından yukarıya doğru yükselip tam kalçasında çıkmasını sağlayacak şekilde bacak bacak üstüne attı. Artık dizlerine kadar ancak kapatan elbisesi bütün bacaklarını göz önüne sunuyordu. Karşısında on sekiz yaşında hormon karmaşasına uğrayan bir genç olduğunun farkında mıydı acaba? Doktorun bütün hatlarını sergileyen görüntüsü beynimde ki sesleri daha da canlandırdı. Duyabildiğim tek şey 'ÖP ONU!'ydu. Kafamda binbir farklı ses 'Öp onu!' diye bağırıyordu. Seslerin fazlalığı başıma ağrı saplanmasını sağladı. O kadar katlanılmaz bir ağrıydı ki bu gözlerim dolmaya başlamıştı. Gözlerimi kapatıp kendimi olduğum mekandan soyutlayarak sesleri susturmayı denedim fakat denedikçe sesler daha da yükselmeye başladı. Artık dayanamayıp göz yaşlarımı serbest bıraktığımda kendimi karşı koltukta doktorun dudaklarını sömürürken buldum. Doktor şok olmuş olmalıydı ki hiçbir tepki vermedi. Gözlerimi kapatmamıştım, doktor da öyle. Birkaç saniye o şekilde kaldıktan sonra ne olduğunu fark etti ve beni sertçe iterek kalktığım koltuğa geri oturttu. Elimin tersiyle hızlıca gözlerimi silip daha sonra da baş parmağımla dudaklarıma bulaşmış olan kırmızı ruju sildim. Yüzüme çarpık bir gülümseme yerleştirip saçlarımı arkaya doğru yatırdım.
"Evli bir kadın için uygunsuz giyinmiyor musunuz bayan?"kaşlarını çatarak elbisesini dizlerine doğru çekiştirdi. Gözlerini etrafta gergince gezdirip ayağa kalktı ve kendini koruma altına alırcasına tekrar masasının arkasına geçti.
"Sanırım seansımız burada bitiyor Even."demek ki başından beri buradan kurtulmamın çözümü onu öpmekmiş. Ellerimi dizlerime sertçe vurarak ayağa kalktım ve yavaşça kapıya ilerleyerek kulpu kavradım. Kapıyı açmamla etrafa sesler yayılırken çıkmadan önce adımlarımı durdurup doktora seslendim.
"Bunun buraya ilk geldiğim günden beri yapmak istediğiniz şey olduğunu reddedemezsiniz değil mi?"kapıyı kapatarak derin bir nefes aldım ve seslerden kaçmak istercesine koşarak kendimi binadan dışarı attım. Sokağın gürültüsü beynimin gürültüsü ile birleşince başımın ağrısı daha da kuvvetlense de önemsemeden kalabalığın arasına karıştım. Bütün bu olanlara rağmen okula gitmemin gerekmesi sıkıcı bir durum olsa da ilk gün heyecanını(!) kaçıramazdım. Hastanenin okula yakın olması bugün beni sevindiren tek şeydi. Yürüme mesafesi on dakika olan yolu yedi dakika da bitirerek okul bahçesinin önüne geldiğimde düşüncelerin ağırlığından kamburlaşmış bedenimi dik bir konuma getirdim ve derin bir nefes alarak yüzüme rol yapma yeteneğimin el verdiğince samimi bir ifade yerleştirdim. Kafamdaki sesler susmak nedir bilmezken kendi kendime her şeyin iyi olacağına dair birkaç şey mırıldanıp durdum. Yürümeye devam ederken bir şeye takılmamla düşmekten son anda kurtuldum. Ah, bir şeyin doğru düzgün gideceği yok! Önümde duran futbol topuna sert bir tekme atmamla acı bir çığlık duymam bir oldu. Gözlerim hızla büyürken sesin geldiği tarafa doğru dönerek yürüdüm. Kafasını tutan, minyon bir vücuda sahip çocuğun yanına vardığımda tam özür dileyecekken kafasını bana çevirdi. Onun gözleri gözüme değdiği zaman vücudumu öyle bir ateş sardı ki beynimde ki bütün sesleri de kalbimle birlikte yaktı. Sinirle parlayan gözleri bütün bedenimi ele geçirmişti ve yıllardır hasret olduğum sessizliği bana vermişti. Hareket edemiyor, düşünemiyor ve nefes dahi alamıyordum. Bütün sesler, bütün varlıklar yok olmuştu. Sadece ben ve o vardık. Ben ve o. Biz. Sinirle bir şey söyledi ve arkasını dönüp okul binasının içine doğru yürüdü. Bir bakış nasıl böyle hissettirebilirdi? Yaşadığım duygu yoğunluğundan beni kurtaran okulun son derece kulak tırmalayıcı zili olmuştu. Duygularımın derinliği ile yavaş yavaş okula yürümeye başladım. Aslına bakarsan derse falan girmeyecektim, umurumda da değildi. İlk gün kim derse girerdi ki? Kafeteryada olduğunu düşündüğüm arkadaşlarımın yanına gitmek uğruna koridorda yürürken bahçede yaşananların etkisindeydim. Yıllardır onlarca kızla birlikte olmuştum ama hiçbiri dışarıdaki çocuğun beni etkileyişi kadar etkilememişti. Dalga geçtiğim eşcinsellerden biri değildim ben. Erkeklerden hoşlanıyor olamazdım! Ben tamamıyla düzdüm. Bu konuda da kendime yalan söylemiş olamazdım. Beynimdeki sesler bu güne kadar bir erkeğe ilgi duyduğum bütün anları zihnime sıralarken kendime söylediğim bir yalanın daha ortaya çıkışı içimdeki öfkeyi arttırıyordu. İnsan kendine bile samimi olamaz mıydı? Insan kendine söylediği yalana inanabilir miydi? Sinirle adımlarımı hızlandırdım. Kendi düşünce dünyamdan çıkabilmek için dikkatimi dağıtacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Sinirle kantine girdiğimde gözlerim direkt arkadaşlarımın oturduğu masayı buldu. Onlar hiç gerçek beni tanımış mıydılar? Ya da gerçek beni ben biliyor muydum? Hayat belki bir oyundu ve hepimizde birer oyuncuyduk fakat oynadığımız karakter gerçek karakterinizin önüne geçebilir miydi?

Love Of Silence//evakWhere stories live. Discover now