#3#

104 12 0
                                    

Annem bir süre suratıma öylece baktı, neler söyleyeceğini kafasında tartıyor gibiydi. En sonunda yüzüne sadece bir gülümseme yerleştirdi. Gözlerinin dolduğunu, kafasının içinde büyük bir mücadele verdiğini görebiliyordum. Özür dilerim anne ama benim kafamda en az seninki kadar karışık.

''O kız mutlaka gelecektir, şimdi kahvaltı edelim.''anlamamazlıktan mı geliyordu yoksa cidden anlamamış mıydı bilmiyorum ama hiçbir şey demeden yemek masasına geçtim. Etrafı sessizlik alıp götürürken kardeşim yine her zamanki gibi yardıma koşmuştu.

''Abi, Gabrielle dinlemek ister misin?''ve ikimizinde suratında oluşan o korkunç sırıtış...

Telefonumu çıkarıp Gabrielle-5 fine frøkner şarkısını açtım. Telefonu masaya bırakıp yerine masada duran kaşığı elime aldım ve masadan kalktım. Kız kardeşimin yanına gidip;

''Bu dansı bana lütfeder misiniz güzel bayan?''diyerek onu masadan kaldırdım. Ritme ayak uydurup kız kardeşimle dans etmeye başladım. Onu elinden tutup kendi etrafında döndürerek kaşığı mikrofon gibi kullanarak sözleri tekrarlamaya başladım.

''Du får meg til å kjøre meg opp

Det e ingenting som kan kjøre meg ned,

Du får alt til å sprenge i kok

D e ingen andre eg heller gjør det her med.'' kafamı anneme çevirdiğimde gülerek bizi izlediğini gördüm. Kardeşimin elini bırakıp annemin yanına gittim ve onuda kaldırıp dans etmeye devam ettim. Şakrının sözünü ''2 fine frøkner oppi klubben (2 iyi bayan klupte)''olarak değiştirdiğimde ikisi de gülmeye başladılar. Şarkı bittikten sonra annem gülümseyerek bana bakmaya başladı.

''Seni böyle gülerken görmek o kadar güzel ki. O göz yaşlarının yerine hep gülüşlerin olsun güzel yüzünde. Yapma gülüşlerin değil, mavi gözlerini parlatacak gülüşler hayatın boyunca yoldaşın olsun.'' dedi annem dolu gözleriyle bana bakarak. Biraz daha konuşursak daha fazla üzüleceğimizi biliyordum, bu yüzden gülümsememi koruyarak kardeşime doğru döndüm.

''Seni okula bırakayım mı? Biliyorsun bugün okulun ilk günü ve sen yeterince geciktin küçük bayan.'' dudağına bulaşan reçel ile kafasını salladığında saçlarını karıştırarak odasına gidip hazırlanmasını söyledim. Anneme geç kalmayacağım söyleyerek yüzünde ki endişeli bakışların bir nebze olsun azalmasını sağladım. Ben de odama giderek günlerdir açılmayan dolabımın kapaklarını aralayıp giyebileceğim şeylere baktım.

Yazlıktan kışlığa dönememiş olan dolaba boş boş bakıp sonunda yine aynı şeyleri giymeye kara verdim. Kapüşonlu poları alıp, altına da rahat bir şeyler seçtim. Üstümdekilerden kurtulup elimdekileri giydim ve kardeşimin yanına gittim. Kapının önünde çantası ile bir savaş veriyordu. Bu kadar dolduracak ne buluyordu acaba?

''Hazır mısın?''onayladığında arkamı dönerek duvara yaslanmış olan annemin yanağını öptüm ve masanın üzerinden araba anahtarını kaptım. Çoktan kapıdan çıkıp arabanın önünde duran kardeşimi daha fazla bekletmemek adına kapıları açtım, o yolcu ben ise şoför koltuğuna yerleştiğimizde arabayı çalıştırdım.

''Derslerin nasıl gidiyor?''diye sorduğumda kısaca iyi diye cevapladı. Konuşacak bir şeyler bulamayınca, arabanın içerisinde ki sessizliği bozmak uğruna uzanıp radyodan rastgele bir kanalı açtım.

''Neden okula gitmedin abi?''kaşlarımı çattım, bu kendim bile cevaplayamadığım bir soruydu.

''Sen neden bu kadar geç gidiyordun TyTy?''okulun önüne geldiğimizde sorudan kaçabildiğim için rahatlamıştım.

''Geldik, dönüşte alamayabilirim dikkatli ol.''yanağımdan öpüp-ailede gelenek olmuştu artık-kapıyı açarak geniş bahçede gözden kayboldu. Kafamı dağıtabilmek uğruna arabayı sahile sürdüm. Kış soğuklarının kendini belli etmeye başladığı bu günlerde oranın dolu olmayacağını umuyordum. Beynimin seslerini bastırmak uğruna müziği son ses açtım fakat her zamanki gibi bu sesleri katlanılmaz bir halde getirmekten başka bir işe yaramadı. Başıma saplanan ağrılarla birlikte zorla sahile vardım.

Arabadan dışarı çıkınca soğuk hava bedenimi sardı ve titremeye başladım. Beynime saplanan sancılar gözlerimden yaşların akmasına neden oldu. Denize ıslanmadan ne kadar yaklaşabilirsem o kadar yaklaştım. Şehirden uzak bu tenha yerde beynimden yükselen seslere inat içimden geldiğince bağırmaya başladım. Ben bağırdıkça sesler daha da yükseldi. Binlerce farklı sesin binlerce farklı şeyi bağırdığı beynimin içinden bir ses kendini belli edercesine sesini yükseltti.

''DENİZE GİR!'' bu sesin ardından bütün sesler ağız birliği yaparak bağırmaya başladılar.

''DENİZE GİR!''sonra bir ses daha geldi arkadan:

''BENCE SOYUNMALISIN!''bu sesin ardından kahkahalarla gülmeye başladım. Bir taraftan gözümden yaşlar akarken bir taraftan da deli gibi gülüyordum ki zaten deli olduğum inkar edilemez bir gerçekti. Seslerin başka türlü susmayacağını bildiğim için üzerimdeki kıyafetlerden yavaş yavaş kurtulmaya başladım. Her üzerimden çıkan parçada, eksilerde olduğunu tahmin ettiğim hava daha da işliyordu içime. Kumaş parçalarından kurtulduktan sonra denize doğru ilerlemeye başladım.

Ayaklarım ıslanmaya başladığında vücudumun soğuk su ile titremesine engel olamadım. Her bir adımımda nefes almam da zorlaşıyordu, daha çok denize karışıyordum sanki. Su boyu belime kadar ulaştığında çıplaklığımı örtmek istercesine hafif dalgalar sarıyordu vücudumu.

''Özür dilerim.''ne kadar şey söylemek istesem de ağzımdan sadece bu iki kelime dökülü vermişti. Su göğsüme değdiğinde olduğum yerde kaldım. İleri gitmek istemiyordum ama vücuduma söz dinletebileceğimi de düşünmüyordum.

''İLERLE!''göz yaşlarımı arttıracak derecede şiddetli olan sesle tekrar hareket etmeye başladım. Boynuma kadar battığımda birkaç adım daha atarsam ne olacağını çok iyi biliyordum.

''Lütfen.''dedim acizliğimi sesime yansıtarak.

''Lütfen yaşamama izin ver.''

Titreyen vücudumu zorlayarak denizin derinliğine doğru yürüdüm. Mavinin uçsuzluğu beynimi ele geçiriyor ve ayaklarımı gökyüzü ile denizin birleştiği o ince çizgiye doğru yürümeye zorluyordu. Hiç varamayacağını bilerek...

Hayatta bu değil miydi zaten? Asla varamayacağın hayaller kurup ulaşmaya çalışırken boğulmak. Kurduğum hayallere ulaşabileceğim düşüncesindeydim hep. Sonra ne oldu? Hepsi teker teker suya düştüler. Şimdi o düştükleri su beni boğuyordu. Attığım son adımla su dudaklarıma değmeye başladı. Nefesimin kesilmesine an kalmıştı. Beynimdekiler heyecanla olanları izliyorlardı, içimde korkuyla can çekişen çocuğun aksine...

Gözlerimdeki yaşlar artık çok da mesafe kat etmeden suya karışıyordu. Birkaç adım sonra tuzlu su burnumu yakmaya başladı. Hissettiğim acıyla göz yaşlarım hızlandı. İçimde ki çocuk korkudan bayılmış olmalıydı ki adımlarım daha kararlıydı. Nefessiz kalan ciğerlerim içine hava çekmek için uğraştıkça sular genzime kaçıyordu fakat hiçbir şey beynimde ki sesleri geri dönmeye ikna edemiyordu. Artık tamamen suyun altındaydım. Oksijensizlikten ağrımaya başlayan başıma bir de tuzlu ve kumlu suyun etkisiyle batışan gözlerim eklenmişti. Bilincimi kaybetmeye başladığımı hissediyordum. Vücudumu sadece beynimdeki sesler yönetiyorlardı ve ben ne olduğunu kavrayamıyordum. Tek fark ettiğim şey büyük bir aydınlığa ilerlediğimdi. Parlak, can yakan ve bembeyaz bir aydınlığa doğru gidiyordum...

-Yazarların Notları-

İlk önce geç yazdığımız için özür dileriz. Hikayeyi iki kişi yazıyoruz ve uygun bir zaman bulamadık yazmak için..

Yazamadığımızdan dolayı mıdır Even'ı öldürmeye karar verdik sanırım...ya da vermedik mi?

Love Of Silence//evakWhere stories live. Discover now