Keyifle gülümserken etrafta ki insan kalabalığını sessizce izledi Havin. Etraftan gelen leylak kokularını içine çekti doyumca. Pazar tatilinde insanlar dinlenmek için onun gibi dışarı çıkmışlardı. Dağların tepesinde ki kar inatla erimemek için diretiyordu sanki. Aylardan nisandı ve bahar bütün İstanbul’un üstüne huzurunu yaymak ister gibi tatlı tatlı esintilerini hissettiriyordu.
Çiçekler cadde kenarlarında ki yerini alıp insanlara sırıtırken bütün kafelerde kapı önüne, kaldırım kenarlarına kondurdukları masalara kurulan müşterileriyle ilgileniyordu. Tatlılar, yemekler, içecekler..
Genç garsonların ustaca aralarda gezinmesiyle istenildikleri masalara bırakılıyordu. Bahar herkes için yenilik demekti bu şehirde. Kıştan yeni çıkılmış, insanlar sıcak güneşin yüzüne hasret kalmıştı.
Birbirlerine cömertce fazla fazla yolluyorlardı gülücüklerini.
''Bi elmalı turta ve expresso. Turta ılık olursa sevinirim. '' derken gözünü hala menüde gezdiriyordu Havin. Burası en sık geldiği kafelerden biriydi ve baharın gelmesiyle herkes gibi sokağa atmıştı oda kendini.
Kitabını alıp köşelerden bir masaya sığınmış ve herkesten özellikle de kalabalığın getirdiği gürültüden uzakta, kitabının ayraçlı kısmını açtırmıştı. Sessizce okumaya koyulduğu sırada
yanına gelip ne istediğini soran garson kızın uzattığı menüyü alıp inceliyordu bir süredir. Garson kız, siparişleri elindeki ufak defterine not alıp uzaklaştı yanından. Havin'de rahatlıkla sandalyesine kurulup okumaya devam etti.
Romanın en heycanlı yerinde kalmıştı en son. Kitapta ki kız sevdiği çocuk için intihar ettiği sırada çocuk evine gelmişti ve kapıyı hızla çalmasına rağmen açan olmuyordu. Havin heycanla kitabını okurken annesinin sosyeteden arkadaşları evlerini
basmış ve gürültüleriyle bütün rahatını kaçırmışlardı. Kendini dışarı zor atan kız için burası cennet gibi gelmişti. Sessiz ve ılık cennet.. Dikkatle gözlerini kitabın sayfalarına dikmişken sanki içine girip yaşıyormuş gibi yüzü şekilden şekle giriyordu.
Etrafta ki insanların bir kaçı birbirlerini dürtüp Havin'i gösterirken o bütün bunlardan habersiz heycanlı heycanlı devam ediyordu. Kimseyi gözünün gördüğü yoktu. Etraftakileri umursamaksa şu zamana kadar pek girmediği bir haldi.
''Buyrun efendim. Afiyet olsun. '' Masaya bırakılan tabak ve ardından onlara katılan espressodan sonra garson kız gülümseyerek uzaklaştı yanından. Havin keyfi iyice yerine gelmiş bir şekilde turtasına saldırdı. Uzun zamandır bu kafeninkileri yememişti ve
bir dilim aldıktan sonra emin oldu. Kesinlikle koca İstanbul'da şu turtadan daha iyi anlayan bir kafe dahi yoktu. Afiyetle turtasını bitirme derdindeyken kitabını da unutmamıştı. Yine büyük bir dikkatle devam ediyordu okumaya. Arada kuruyan dudaklarını
espressosuyla ıslatıp yine dönüyordu satırlara ve kapılıp gidiyordu sayfalar arasında. Daha kaç saat orda oturup kaç tabak turta bitirmişti saymadı ama hesabın üstüne kendisiyle ilgilenen güleryüzlü garson kıza yüklü bir bahşiş bırakıp çıktı kafeden.
Şimdi kaldırım kenarında yürürken çantasında ki lolipopunu çıkartıp kâğıdından kurtulur kurtulmaz ağzına tıktı. Kulaklıklarını geçirip yüksek sesli bir müzikle devam etti yürümeye. Kendini her zaman ki gibi şarkının klibindeymişcesine havalı ve çekici hissetmişti.
Ama bunun için klipte oynamasına gerek yoktu. O Havin Şahsevdi idi. İstanbul sosyetesinin biricik genç gülü. Açılmamış goncasıydı. Annesinin aksine o ne kadar bu sosyete rüzgârına kapılmak istemese de, doğuştan kaderi çizilmişti işte. Zengin kızı olarak