Erkenden Melis'e mesaj çektik, annesiyle aynı yerde buluşalım diye.
"Ömer, bu bileklik altı yıldır oradaydı, başkası bulmadı, biz bulduk. Ben Melis'e, bilezik ve kolyesinin görüldüğü bir resmini getirmesini rica ettim, çok önemli diye de ekledim."
"Sağol kardeşim, sen olmasan bende kaybolurdum, iyi ki varsın."
Onlar bizden erken gelmiş, bekliyorlardı. Selamlaştık, Kaya getirdilerse resmi istedi.
"Babam hepsini çöpe attı, annemle ben sakladık. Lütfen ne olduğunu bize anlatın."
Kaya anlatacaktı, öyle anlaştık. Annesine baktık sıra çok etkileniyordum. Resimleri aldı, birini gösterdi, kolyesi net gözüküyordu. Başka bir resimde bileklik vardı, aynısı. Kaya başladı anlatmaya, bilekliği çıkardı, Melis'e verdi.
"Ablan seni çok sevdiğini söylemesini istedi Ömer'den, bunu da sana vermesini söyledi" dediği an, ikisinin gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
"Bu, bu, bunu nereden buldunuz?"
Bilekliği çevirdi, baktı iyice, sımsıkı tuttu.
"Ablamın bu, nasıl olur, nasıl buldunuz?"
"Anlattım ya, Ömer rüyasında gördü."
"Gerçek olması imkansız, gerçek olan tek şey bu ablamın."
"Emin misin?"
Annesi ağlayarak başını salladı.
"Evet, bakın içinde M ve E yazılı."
Gösterdiği yerde çok minicikti yazı, biz harflere odaklanınca görmemiştik.
"İki tanesi kırılmış."
"Evet, biri 'İ', o belli, sonradan kırılmış olmalı. Diğeri balıktı, çok üzülmüştü düştüğünde."
Annesi ilk kez konuştu.
"Elisya'm, güzel kızım, balık olsam da şu mavilere dalsam, tüm güzelliklerini görsem derdi. Ahh kızım ahhh, güzel kızım benim."
Balık olmuş yüzüyordu şimdi, üstelik benide peşine takmıştı. Melis biraz toparladı, kendine geldi. Kaya sormaya başladı.
"Lütfen, hatırladığınız ne varsa anlatın,"
"Bilmem ki oğul, geçmiş zaman. Çok severdi sahilde gezmeyi, en son pazar günüydü. Ekmek almaya çıkmıştı, baban alır dedim, yine de fırladı gitti. Dönmedi..."
İçim sızladı, tekrardan yaşattık anılarını, bulmamız lazımdı, çaremiz yoktu başka.
"Evet, ablam fırladı gitti. Ömer Abi gitmeden bana söyledi, şu ana kadar anneme bile söylemedim."
Kaya ve ben "neyi?"
"Sizin bir tekne turunuz varmış o pazar. Fenere çıkıp el sallıycam, sevgimi haykıracam, deniz, dalgalar sesimi duyurur nasılsa demişti."
"Fener mi?"
"Evet"
"Peki, siz o civarda aradınız mı?"
"Fenere gittiğini soyledim sadece. Polisler baktı, hatta düşmüştür diye dalgıçlar geldi, yok. Öyle bir şey olsa kıyıya vurur dediler, altı yıl oldu. Bilseydik nerede olduğunu."
"Okul bitmeye bir hafta kalmıştı. Arkadaşlarla eğlenelim dedik, sadece bizim sınıf, tur düzenledik, sabah çıkıp akşam dönecektik. Fenere hiç bakmadım. Ben ne o kolyeyi ne de bilekliği görmedim."
"Tamam Ömer sakin ol, bir şekilde senle bağlantılı, sebebi belli, sevgi."
"Lütfen, eğer bir şey bulursanız haberdar edin Melis'e."
Hepimiz üzgün bir şekilde ayrıldık. Altı yılda geçse acı değişmiyordu.
Eve akşam üzeri geçtik, olayları ve olanları tartıştık. Elisya'yı nasıl bulacağımızı bulamadık.
"Kaya kardeşim sana güveniyorum, gidecek falan olursam tut beni, uyumaya korkuyorum artık. Şu sorundan kurtulsaydım."
Önce ben geçtim odama, Kaya film izlemek istedi. Yorgun değildim, uykusuzdum sadece, daldım dalacam...
Bal rengi gözler, öyle güzel bakıyor ki bana, öyle güzeller ki... Saçları bukle bukle, yarı ıslak, yarı kuru, daha mı uzun ne, dalgaları daha bir hoş.
"Gel, sana ne göstereceğim."
"Tamam"
Peşine takıldım, suyun içinde, maviye hasta olan ben, ilk kez maviyi bu kadar yakından görüyordum. Derinliklerdeydim, gece olmasına rağmen, Deniz Kızı'mın etrafı aydınlatması, benim bütün güzellikleri görmemi sağlıyordu.
Az sonra nefes alamayacaktım, yukarı çıkmam lazım. Yanıma geldi, hava kabarcıkları vardı elinde, bana doğru uzattı. Rahatlamıştım, çıkmam gerekmiyordu suyun içinden.
Denize aşık, maviye hasta olan ben, bu kadar yakından görmemiştim. Ayak değmemiş kumlar, rengarenk balıklar, küçük taşlar, yosunlar arada tek tük tahta parçaları... Yosunlar ayrı bir güzellik katmıştı, dalgalanıyor, yeşili maviye karışıyordu. Hele benim Deniz Kızı'm öyle eşsizdi, öyle eşsizdi ki. Beni benden alıyordu artık.
"Yapma demiştim sana."
"Neyi yapma dedin?"
"Beni kalbine taşıma."
"Ama"
"Söz ver."
"Söz"
"Sen evimi biliyorsun, neden gelmedin?"
"Bilmiyorum"
"Biliyorsun, ama gelmesen daha iyi, karanlık, sevmiyorum."
"Bütün bu yerler evin değil mi?"
"Değil, evimi aydınlık bir yere taşısak, birde elma ağacı diksek, ne güzel olmaz mı?"
"Olurrr"
Kendi etrafında dönüyordu, öyle mutlu oldu ki. Bir elma ağacı değil, ben sana elma ağaçları dikerim.
"Olur dedin değil mi?"
"Evet"
"Bekliyorum, yarın tam altı yıl olacak, fenere gel. Her yıl, aynı gün, aynı saatte fenerde bekledim, gelmedin. Yarın bekliyor olacağım."
"Tamam"
Hala etrafında dönüyordu, ellerimi tuttu, beraber dönmeye başladık. Birden elleri ellerimden kaydı, tutamadım. Kaymaya başladı, uzattı elini, tutamadım. O tutmustu, çekmişti beni, bense tutamadım. Gitmeye çalıştım, karanlığa doğru akıyordu. Gidemiyordum, Deniz Kızı'm uzaklaştıkça nefes alamıyordum. Çıkmaya çalıştım yapamadım. Tek çarem O'nu çağırmaktı. Bağırmaya başladım.
"Deniz Kızı'm"
"DENİZ KIZI'M"
"Ömer, kendine gel, yine sırılsıklam olmuşsun."
Gözlerimi açtım. Evde, yatağımdaydım, gerçekten sırılsıklamdım. Saat, saat kaçtı?
"Saat kaç?"
Bana bakan iki çift göz, şaşkın, anlamsız.
"Saat kaç?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DENİZ KIZI
Fantasia(Aslında deniz ismini hiç sevmem... Amaaaan, dünyada sanki bir kişi mi var, inadına Deniz diyesim var...) Bal rengindeydi gözleri, ay ışığında parlayan... Kahverengi dalgalı saçlarıyla, kucak açmış GEEELLLL diyordu bana... Çekiyordu beni kendine doğ...