"Halide Hemşire! Halide Hemşire!"
Halide, okuduğu kitabını hemen kenara bırakarak oturduğu yerde dikeldi ve üç dört askerin beraber taşıdıkları adamı sedyeye bırakmalarını izledi. Adamın karnından çıkan kan oldukça yoğundu ve kirli üzeri koyu kızıla bürünmüştü. Adamın yanına gitmeden hemen önce, gözüne kestirdiği, gerekli malzemeleri kucakladı ve askerleri sözleriyle iteleyerek, adamın yanına ulaştı. Önce adamın üzerindeki gömleği hızla çıkardı ve kan akan yaraya dikti gözlerini, aldığı talimata göre adam vurulmuş bir sivildi. Önce yaranın etrafını temizleyerek, asıl hasarı göz önüne çıkardı ve alkollü bezi adamın yarasının üzerinde gezdirerek, bir nevi acıyı azaltmaya çalıştı. Daha ilk günü olmasına rağmen senelerdir bu işi yapıyor gibi elleri titremiyor, kulakları adamın acı dolu iniltilerini bertaraf ediyorlardı. Kendini kasan adama talimatlar verirken, eline aldığı aleti yaraya yavaşça sokmaya başladı ama adam acı dolu inleyip, kızın koluna yapışınca başa tekrar dönüldü. Halide, sinirli ve gergin bir şekilde "Tutun!" diye bağırınca, askerler adamın kollarını ve bacaklarını tutup sabitlediler. Adamı uyuşturmak, şu andan itibaren olanaksızdı. Halide tekrar aynı tekniği deneyip, fazla derine girmeyen kurşunu çıkardıktan sonra yarayı tekrar temizleyerek, dikti. Askerler, adamı bıraktıklarında adam çoktan şuurunu kaybetmişti. Halide elini alnına götürmek istediyse de, eldivenindeki eldivenler buna engel oluyordu. Eldivenleri hangi ara, nasıl takmıştı hatırlamıyordu. Adamın şuurunu kaybetmiş bedenine sessizlikle bakmakla geçen dakikaların ardından, askerler genç kadına dönerek "İyi misiniz?" diye sormayı akıl edebilmişlerdi. Halide başını dikey olarak sallarken, arkasına dönüp ilaçları hazırladı ve serum çubuğunu adamın başına getirerek, iğneyi adamın damarına soktu. Ağrısını bir nebze de hafifletmek içindi bu yaptığı.
Albay Kerem, koşuşturmalar ve seslere dikkat kesilmişken, sağlık ocağından topluca çıkan askerlerle kaşları çatıldı. Bir sorun mu vardı? Yoksa... Şehit mi veril mişti? Kerem'in kalbi bu ihtimalle öyle bir şekilde kasıldı ki, eli hafifçe kalbinin üzerine dokundu. Dua ederek askerlerinin yanına ilerleyip, karşılarında durarak rapor istedi. Yapılı olan, konuşma işini devraldı.
"Nöbette sesler duyduk Albay'ım. Gittik, baktık neymiş ne değilmiş diye. Sonra bir el tetik çekme sesi... Pusuya düştük sanarken biz, duyduk acı çekiyor birisi. Koştuk, baktık adam ya vurulmuş, ya da kendini vurmuş. Buraya getirdik, Hemşire ilgilendi."
Kerem, gayet sakinlikle dinledikten sonra, kaşları gevşedi ve kalbi bir nebze de olsa rahatladı. "Tamam asker, gidebilirsin." dedikten sonra seri adımlarla askerlerin çıktığı kapıdan içeri, hızla girdi.
Halide Hemşire, ellerini yıkamış, bir havluya silerken gözleri serum bağlı olan adamdaydı. Albay, botlarının yerde tok ses çıkarmasını önemsemeyerek Hemşire'ye ilerledi ve "İyi günler hemşire, hayırdır?" diye sordu adama bakarak. Halide, adamın bot seslerini dahi duymadığından ürkerek adama döndüyse de, yeni yeni tanıdığı yüzü görünce istemsizce rahatlamıştı. Yine de diline kilit vurarak, adamla konuşmadı ve sivilin yanına giderek, serumunu kontrol etti. Bu, bir nevi kaçma haraketiydi ve Kerem bunu hemen anlamış, yanaklarını zorlayarak gülmesini bastırmıştı. Bu küçük kadın ondan kaçıyordu!
Kadının konuşmaması üzerine ocaktan hızlıca çıkarak, odasına doğru ilerlemeye başladı. Adımları sert olsa da yüz kasları oldukça yumuşaktı, eğer kendini salsa ortalık yerde kahkaha atabilirdi. Kadının kendinden kaçışı aklına geldikçe kendini bir yumuşama alıyor, gülmemeye çalışıyordu. Bir anda durup, eliyle alnına vurdu. Nasıl unutmuştu! Hemen yanından geçen askeri çağırarak, yaralı sivili getiren askerlerin derhal sağlık ocağına gelmeleri gerektiğini söylemesini istedi ve sağlık ocağına geri döndü. Halide Hemşire, anladığı kadarıyla adamın ateşini ölçüyordu. Onun normalde oturduğu yere gidip oturarak, ki bunu yaparken kendisinin geldiğinden haberdar olsun diye fazla ses çıkarmıştı, sivile baktı. Orta yaşlarının sonlarında, yaşlılığına az kalmış kumral, sıskaca bir adam... Böyle bir adamın dağlarda ne işi olabilirdi? Dağlardaki eşkıyalar onu kaçırsa, tabiri caizse ne etinden ne de sütünden yararlanabilirlerdi. Adam buralarda spora da çıkamazdı, yasaktı. Derin bir nefes alıp, soludu. Eşkıyalar, dağın öbür tarafında yaşayan bir nevi kendi kurallarını kendileri yazan adamlardı. Asker üssü yapılınca sinirlenmiş, dağlar bizim diyerek askerlerin üzerine yürümüşlerdi ama askerler onu geri püskürtmüş, bir nevi kendi taraf çizgilerini çekmişlerdi. Dağların bir tarafı üs, diğer tarafı eşkıya sığınağıydı. Onlar azgınlık yapacak insanlar değildi, zira böyle bir durumda aklına tek durum geliyordu. Buralarda hiç bulunmayan, bulununca da hemen ihma edilen teröristler... İçten içe ürperdi genç adam, göğsündeki yara sızladı. Anılar, hiç acımadan beynine dolarak onun görüş alanını o saniyelerle bürürken genç adam kendini toparlamak adına başını iki yana salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşekâ #Wattsy2017 (Ara Verildi)
RomanceBir albay. Cesareti ve mütevazılığı herkes tarafından bilinen. Bir hemşire. Cesaretinden ve hislerinden asla ödün vermeyen. Bir üs. Kalplerin kapılarının kapatıldığı, çok can yakan. * Sert yüz ifadesinden ödün vermeyen kız, başını önündeki ilaçlarda...