Bölüm Dört

66 4 0
                                    


Üç gün. Birbiri ardına sıragelen, dur durak bilmeyen zorlu saatler. Bekleyiş, uzun. Yetmiş iki saat, durmadan birbirinin ardına geliyor. Daha ne kadar sürecek bu bekleyiş?

Halide, sırtını yaslamaya duvar bulamazken, nefesi bir gidip bir geliyor ve midesi çalkalanıyordu. Uykusuzluk başına vurmuş, oraya kesin bir ağrı bahşetmişti. Günler olmuştu üssün yarısı gideli, dağın öbür eteğinden kısık sesli silah sesleri gelse de kimse gelmiyor, kimse gitmiyordu. Askerler telsizlerin başında, yemekhaneciler ocaklarının başında, Halide acil yardım mühimmatının yanında tetikte bekliyordu.

O sırada, hava almak için dışarı çıkan yemekhaneci Fatma Ana, gördüğü silüetlerle gür bir çığlık kopardı.

"Geliyorlaaaaaaaar!"

Bütün üsün eli ayağına dolaşmış, kalpleri heyecanla atmaya başlamıştı. Askerler ve Halide, kendilerini üsten atıp yaralı askerlere doğru koşmaya başladılar. Ölümcül yara alan muhtemelen yoktu ama kan görmek hepsini korkutmuştu. Halide, yere düşmek üzere olan sıska bir askeri tutup, ayakta durmasına yardım etti. Askerin acemi olduğunu tahmin etmişti, dizleri titriyor ve çenesi zangırdıyordu. Yüreği burkuldu.

Ağır yaralı askerler sedyeye, diğerleri sandalyelere yerleştirildiğinde, komutan telefonla şehirden bir kaç doktor istedi. Halide bu kadar insana aynı anda yetişemezdi, biliyordu bunu. Ama genç kız yine de itiraz etti ve Komutan isteğini geri çekti, bu küçük kıza güveniyordu.

Sağlık ocağında ise durum vahimdi, temizlikçi ve yemekhaneciler sağlık ocağına doluşmuş, dört kolla Halide'ye yardım ediyorlardı. Genç hemşirenin verdiği komutlara uyuyor, yaralı en zararsız şekilde sarıyorlardı. Halide, ağır hastalara gereken müdaheleyi yaparken, gözüne biri çarptı. Albay Kerem... Eli ayağına dolaştı genç kızın, Albay ne kadar da yaralanmıştı öyle! Hemen ona koşup, ıslattığı mendille genç adamın yaralarını sildi ve vurulmuş mu diye kontrol etti, hayır, yara yoktu. Bir nebze de olsa rahatladığı sırada, bıçak kesiklerini fark etti.

"Fatma Ana!"

Çığlığı, bütün üse yayılmış, sessiz koridorlarda yankılanmıştı. Fatma Ana elindeki son bezi de askere sarıp, koşar adım kızın yanına gitti ve Albay'a baktı. Hemen Halide'ye yardım etmeye başladı, Albay bilincini kaybetmişti bile. Neden kimse ilgilenmemişti bunca zaman onunla? En kötüleri yüksek ihtimalle oydu!

"Albay? Albay!"

Komutan gelip Kerem'i uyandırmaya çalışırken Halide ve Fatma Ana'da gereken müdaheleyi zamanında yapmak için çalışıyorlardı. Kerem sonunda gözlerini tekrar açtığında, ilk karşılaştığı gökyüzü kadar berrak olan mavi gözler olmuştu. Genç kız başında peri kızı gibi süzülüyor, sırma saçlarının havada uçuşmasına izin veriyordu. Gülümsemesini zorlukla durdurdu ve yalandan öksürdü, gözlerinin ona çevrilmesini her şeyden çok istiyordu o an. Bütün ağrısını, sızısını unutmuştu.

"Albay iyi misiniz? Korkuttunuz bizi?"

Gülümsemesini bu defa engelleyemedi Albay. "Korktunuz mu sahi?"

"Korktuk. Neden korkmayalım? Allah sizi başımızdan eksik etmesin..."

Kızın gözlerine bakmaması ve yanaklarının hafifçe allaşması utandığını ele veriyordu. Kahkaha atmamak için kendini kastı Kerem, bu haliyle küçük bir kız çocuğu gibiydi karşısında. O sırada, yanaklarında eller hissetti. Ama sıkmıyor, okşuyordu. Fatma Ana...

"Oğlum! İyi misin? Ağrın, sızın var mı?"

"Yok anam, iyiyim. Turp gibiyim baksana! Diğerleri nasıl?"

Aşekâ #Wattsy2017 (Ara Verildi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin