Gün ışığı, Prensesin çadırının pencerelerini aralayarak hafifçe içeriye giriyordu.3 haftadır ilk defa güneş ile aralarına bulutların girmediği bir gündü bugün. Çok kısa bir süreliğinede olsa kendisini evinde gibi hissetmeye çalıştı Prenses. Yatağından kalkarak yavaş adımlar ile çadırında bulunan uzun büyük aynaya doğru yaklaşarak Çıplak vücudunu incelemeye başladı. Kurumuş dudağına işaret parmağını götürdükten sonra aynadaki yansımasını tahrik etmeye çalışıyormuş gibi çenesinden göğüslerine doğru indirdi, kendi teninin kendisini nasıl tahrik ettiğini düşünürken sertleşmiş göğüs uçları ile oynamaya başladı. Hafif büyük bir portakalı andıran sertleşmiş göğüslerine hayranlık ile bakıyordu. Sarkık, büyük veya kaslı bir erkeğin göğsü kadar küçük değillerdi. Bir an içerisindeki dürtüler yatağa tekrar dönerek kendisini mutlu etmesi gerektiğini söylüyor gibi hissetti. Sihirli parmaklarını dudağına götürdü ve Sonra bu düşüncelerden vazgeçerek aynanın karşısında gözlerini kapatarak bir süre durdu ve olmak istediği yerleri hayal etti. Sonra gözlerini açarak yan bir şekilde dönüp gözleri ile tıpkı başka bir kadını inceliyormuş gibi baştan aşağıya süzmeye başladı kendisini. Vücudunda dolaşırken parmakları, tıpkı ovalardan sessizce süzülen bir kuşun dağlara çarpmamak için birden yükseliyor sonra dağı geçince tekrar ovaya iniyormuş gibi bir his uyandırmıştı içinde her kılıç izi bir dağ gibi görüntü ve tümsek oluşturuyordu beyaz teninde. Hafif kilo aldığını fark etti ve içinden bir an, acaba yavaşlamışda olabilir miyim diye düşünmeden edemedi. Ama hala sıcak şehirlerin en güzel kadını olduğuna inanıyordu. Gülümseyerek aynanın karşısından uzaklaştı ve masanın üzerinde bulunan şarap sürahisinden kendisine bir bardak şarap doldurarak içmeye başladı. Neredeyse sekiz ay olacaktı ve sekiz aydır ülkesinden, topraklarından uzaktaydı. Ülkesini topraklarını ve sıcağı özlediğini hissetti. Burada olmamalıydı, burada olmaması gerekiyordu çünkü buraya ait değildi. Sonrasında daha öncede topraklarından uzak kaldığını hatırladı. Hem de bir hiç uğruna Dalyos koyunda aylarca ölümle pençeleştiğini hatırladı.
Bütün bir hayatının yarısının hep savaşlarla diğer yarısının ise savaşların konuşulmasına tanık olmakla geçmiş olduğunu fark etti.
Kapısının çalınmasıyla elindeki şarap bardağından bir yudum daha içerek tekrar doldurmak için sürahiye doğru yöneldi. 'Gir' dedi sıcak ve mütevaziydi prensesin sesinin tonu ve sesi kolay kolay kabalaşmazdı her zaman saygılı kibar konuşmak onun hep ruhunda vardı. Karşısında konuştuğu kişilerin kabalığı hak etmediğine inanırdı her zaman. Üzerindeki çıplaklığı ise prensesin umurun da olan son şeydi.İçeriye Lord kumandan Sör Edward girmişti. Reverans yaparak Prensesim dedi. Kafasıyla devam edin anlamında işaret yaptıktan sonra sırtını dönerek Bulz'un penceresinden güneşi izlemek için yürümeye başlamıştı Prenses Cassie.
Sör Edward konuşmasına başlamadan önce sesini temizleme gereği hissetti çünkü söyleyeceği kelimeler boğazında tıkanıp kalmış gibiydi. Büyük bulz'dan prensesin konakladığı çadıra gelene kadar defalarca neler söyleyeceğini hangi cümleleri kuracağını kafasında planlamış ve provasını yapmıştı ama üzerindeki tedirginliği atmayı bir türlü başaramamıştı. Yüzünün rengi atmış gibiydi. Prenses cassie Lord Kumandanın yüzündeki bu tedirginliği fark ediyordu. Kolay kolay olumsuz olaylardan etkilenmeyen cassie bir anda titrediğini hissetti. Titremekte haklıydı Çünkü çocukluğundan bugüne kadar tanıdığı adamı çok nadir bu halde görmüştü. Dalyos koyu çıkartmasında korkak prensin huzuruna çıktığında ki yüz ifadesiyle aynı sayılırdı. Fakat şu an ne Dalyos koyundaydılar nede sör Edward'ın karşısındaki korkak prensti. Sör Edward' ın yüzüne bakarken onu ne zamandır tanıdığı geldi aklına. Galiba çocuk yaşlardan bugüne diye kendi kendisine bir cevap verdi. O zamanlarda lord Kuman'dandı aslında prenses onu hatırladığı ilk günden bugüne kadar sör Edward North hep lord Kuman'dan olarak hizmet etmişti Krallığa. Kafasındaki düşünceleri bir tarafa bırakıp üzerine ipek bir şal atarak Sör Edward sanırım bir kadeh şarap sizi kendinize getirecektir.Gülümseyerek Edward'a bir kadeh şarap doldurmak için masaya yöneldi. Lord kumandan bu teklifi kibar bir şekilde reddederek Majesteleri Sör Alex Rossiel geldi ve sizleri görmek istiyor dedi. Kelimeler ağzından bir anda çıkıvermişti bu duruma kendiside şaşırmıştı ama üzerinden çok ağır bir yükü atmış kadar rahatlamıştı ve az önce kendisine teklif edilen şarap kadehini alarak içmeye başladı.Alex Rossiel ismi henüz Sör Edward'ın dudaklarının arasından çıkmadan Prenses yüzünü heyecan ve şaşkınlığın hikayesi kaplamıştı. Sör Edward Prensesin yüzündeki heyecan ve şaşkınlık ifadesinin yanında kin, nefret ve yıllar önce toprağın altında kalmaya mahkum olan bir aşkın ifadesini de görebiliyordu. Sör Edward birkaç adım atarak Prensesin gözlerine bakarak. 'Majesteleri, eğer isterseniz ...' sözlerinin devamını getirmesine izin vermeden 'hayır, tabiki onunla görüşeceğim' Sör Edward dedi. Prenses'e göre sıcak denizlerin diğer tarafında hakim olduğu topraklarda en iyi kılıç ustası Sör Edward Nörth idi ve onu koruyabilirdi bugüne kadar defalarca korumuştu. Ayrıca sör edward dediğine göre yanında iki şövalye ile gelmişti. Yinede tereddüt etmekten kendisini alamıyordu. Sör Edward üç Kuşaktır krallığa hizmet etmişti. Babasına ve dedesine hatta korkak prense bile. Yaşını tam olarak kimse bilmiyordu ve hiç kimsede sormaya Cesaret edemiyordu. Genelde elli li yaşlarda diye konuşurdu askerleri kendi aralarında.Disiplin, merhamet ve sadakatın en önemli üç şey olduğuna inanır ve dostları kadar düşmanlarının da saygısını kazanmayı başarmış bir şövalye ve bir kumandan olmuştu. Yaşlı gösteriyordu fakat yaşı elli göstermiyordu o kesindi. Beyazlamış saçları, hafif ince ve uzun bir çenesine masmavi gözleri eşlik ediyordu. Hem sol elini hem sağ elini kullanabilen, armasının simgesinde yer alan arı kadar hızlı olabilen bir şövalye vardı yanında . Başarıları, askerlerin dilinde bir şarkı olmuştu her yeni askere tıpkı bir dadının himayesindeki çocuğa anlattığı hikayeler kadar tatlı gelirdi ve tekrar tekrar aynı hikayeleri dinlemekten ve aynı zamanda anlatmaktan hiç kimse sıkılmazdı. Sör Edward'ın hikayelerinden sonra herkesin ortak bir hayranlık sözü olurdu iç çekerek ve hayranlık belirtisi ortaya çıkaran mimikler ile ' Nasıl yani hiç yenilmemiş bir şövalye demek. Aslında yenilgisi vardı Sör Edward North'ın; Sör Jason Reisser'e yenilmiş ve yüzüne derin bir kılıç yarasının izi Jason Reisser'dan hayatı boyunca taşıyacağı bir hatıra olarak kalmıştı.
Prenses ve yeminli muhafızları büyük bulzdan içeri doğru girerken Sör Edward Alex Rossiel in gözlerinin içerisine bakıyor ve aynı zamanda sol eli kabzasında arı figürü bulz çeliği kılıcındaydı. Karşısındaki adam hafifçe Sör Edwarda yaklaşarak ne kadarda yüksekten askerlerine bakan bir şövalye pardon lord Kuman'dan değil mi? Diye gülerek yanındaki şövalyesine dönüp kahkaha attı. Şövalye sırıtarak evet lord kumandan diyerek hafifçe Gülümsedi. Alex bir kaç adım daha atarak Lord Kumandan'ın kılıcının kabzasında duran elinin üzerine elini götürerek merak etme kumandan seni burada öldürmeyeceğim ama kılıcım ile seni taşşaklarından ağzına kadar ortadan ikiye yararak içinde ne olduğunu mutlaka göreceğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
On Kralın Savaşı-(Tanrı'ların Merhametsizliği)
FantasyLeydiler, lordlar, savaşçılar ve katillerle dolu bir öykü.Büyük diyarda korkunç bir gerçek olan kuraklığın gelmesiyle birlikte on kralın savaşıda artık kaçınılmaz olmuştur. Komplo, trajedi, ihanet ve Zaferin dehşet verici bir şekilde diyara yayıldığ...