HİLAL'İN AĞZINDAN...
Gecenin gürültülü sessizliğinin, sert duvarları ve dikenli tabanları arasında sıkışıp kalmış gibiydim. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Ellerim istemsizce boğazıma gittiğinde ölüm korkusu tüm bedenimi bir sarmaşık gibi sardı. Bilincimin artık yavaştan kapandığını hissettiğim de elimi son bir güçle komidinde duran ilaçlara attım. Titrek hareketlerle hapı çıkarıp ağzıma attığımda bir an önce sakinleşmeyi bekledim. Dakikalar peş peşe birbirini kovalarken usulca yatağın kenarına tutunup ayağa kalktım. Ayağımın dibindeki fotoğrafları özenle tutmaya çalışarak küçük koltuğa koyarken gözüm ikimizinde gülümsediği bir resme takıldı. Hoş, somurttuğumuz tek bir resim karesi yoktu zaten.
Boğazımda ki yumrunun geçmesini umarak yutkundum ve fotoğrafı sertçe bırakarak yatağa girdim. Yorganı kafamı kadar örtüp, dizlerimi iyice kendime çektim. Gözüm penceredeki yansımama takıldığında bir süre öylece bekledim. Uzun saçları dağılmış ve uykusuzluktan göz altları morun en koyu tonunu alan kıza baktım. Ve bir kez daha acıdım o kıza.
Gözlerimi sıkıca kapayıp bir an önce uykuya dalmaya çalıştım fakat bu o kadar kolay değildi. Yaklaşık sekiz aydır bu deli hastanesinde (kendi tabirimce) uyku uyumak bir işkence gibi geliyordu bana. Çünkü koyu mavi olan duvarlar oldukça kasvetli ve sıkıcı bir his veriyordu. Keşke beni bunaltan ve karamsar dünyalara sürükleyen tek etken bu mavi duvarlar olsaydı...
"Uyudun mu Hilal?"
Kapıdan giren sağlık görevlisi -sekiz aydır adını öğrenemedim- sanki her şey mükemmelmiş gibi çıkan neşeli sesiyle yanıma geldi. Donuk ve samimiyetten uzak bir şekilde "Uyuyorum." diye yanıt verdim. Güldü ve kafamdaki yorganı aşağı çekerek yüzümü açığa çıkarttı. Sinir kat sayım hat safhaya tek seferde ulaştı.
"Derdin ne senin?" diye sordum doğrularak. "Uyumaya çalıştığımı bildiğin halde neden beni rahatsız ediyorsun. Gidip diğer delilerle uğraşsana sen." Yorganı tekrar üzerime çektim ve arkamı görevli kıza dönüp gözlerimi kapattım.
"Öncelikle burada tedavi görenler, sende dahil, deli değilsiniz." Yorganı tekrar çekti "İkincisi ise, ilaç vaktin geldi ve görevimi yapmak zorundayım." Gülümsedi." Lütfen zorlaştırma."
Sıkıntıyla bir nefes verip tekrar doğruldum. Çatık kaşlarımla elime tutuşturduğu ilaçları tek seferde yuttum. Bir yudum da su içerek tekrar gömüldüm yatağa. Kapının kapanma sesini duyduğumda gerginliğim yerini yavaş yavaş durgunluğa bıraktı. Bu ani duygu değişimlerine alışmıştım. Zaten bir dakikam diğer dakikamı tutmuyordu. Ne zaman nasıl davranacağımı ben bile kestiremiyordum.
Kendimi hiç bir zaman buraya ait gibi hissetmemiştim. Hapishane gibiydi. Arada bahçeye çıkıyor, ağaç yapraklarıyla oynayıp tekrar giriyordum yatağa. Verilen ilaçlar sürekli uykumu getiriyordu. Direnmeye çalışsam bile pekte bir yararı olmuyordu.
Yatağın içinde döndüm ve uzun pencerenin ardındaki dünyaya baktım. Kendimi ait hissedemediğim dünyaya...Ağlamaya başladım ve bu durmaksızın dakikalarca devam etti. Öylesine dengesizdim ki. Koltukta duran resimlere baktığımda hızla yataktan çıktım ve fotoğrafları deli gibi buruşturmaya başladım. Yırtmıyordum ama tüm hıncımı onlardan alıyordum. Tam diğer fotoğrafları da buruşturacağım sırada gözüme gülümsediği bir resim takıldı. Yanaklarımdan süzülen yaşlar umarsızca akarken yere oturdum ve o resme baktım. Beyaz dişlerini sergilercesine gülüyordu ve yüzü başka bir yöne bakıyordu. Bir eli ise saçlarında idi. İnce parmaklarımı titrek bir şekilde resimde dolaştırmaya başladım. Ona ölüm o kadar uzaktı ki. Beynim bunu bir türlü algılayamıyordu. Bir sene olacaktı ama hala öldüğüne ikna olamıyordum. Her ne kadar kanlar içinde yerde yatarken görmüş olsam da. Her ne kadar...kollarımda ölmüş olsa da.
Boğazımı delercesine bir çığlık attım resmi göğsüme bastırırken. "Allah kahretsin!!"
"Hilal!Hilal kendine gel." Kapıdan giren görevli kız kollarımdan tutup kaldırmaya çalışıyordu beni. Ama öylesine öfkeliydim ki bana gücü yetmiyordu. "Biri doktor çağırsın! Size diyorum! Hasta atak geçiriyor." Ben olduğum yerde çırpınırken kapıdan iki yaşlı doktor girdi ve çok geçmeden kolumda bir sızı hissettim. Bu bana her seferinde yaptıkları iğnedendi. Ne zaman sinir krizi geçirsem bunu batırıyorlardı ve beni daha da yüksek bir uçuruma sürüklüyorlardı.
İlaç damarlarımdan süzülürken bedenim kendini bir et yığını gibi olduğu yere bıraktı. Görüş açım karıncalanırken kaslarım işlevini yitirmiş gibiydi. Bir kaç milimlik ilaç (sakinleştirici) bana bu denli büyük etkiler yaratıyordu işte.
Sırtımı yatağa koyduklarında tek yapabildiğim onları izlemekti. Kulaklarım uğulduyor, vücudum hissizleşiyordu. Doktorlardan birinin sesini işittim zorda olsa.
"Durum çok ciddi Ali bey. Günde üçten fazla atak geçiriyor ve ilaçlara bağımlı hale geliyor." Derin bir nefes aldı. "Ailesiyle konuşmamız lazım. Aksi taktirde..." Bana baktı ve dudaklarını birbirine bastırdı. "Daha kötü sonuçlarla karşılaşabiliriz."
Bir diğer doktor uzunca sessiz kaldı ve yavaşça yanıma yaklaştı. Eğilip elini yüzüme koydu ve gülümsemeye çalışarak "Şimdi daha iyi misin Hilal'cim?" diye sordu. Gözlerim yarı açık yarı kapalı olduğu için yüzünü seçemiyordum ama beyaz sakalları olan bir adamdı. Yada...siyah.
Elimden geldiğince kafamı salladım. "Daha iyiyim." Oysa ki bu koca bir yalandı. Çünkü iyi falan değildim ve olamayacaktım da. Belki...belki Uğur geri gelse bir ihtimal iyi olurdum. Ama mümkün değildi. O gitmişti. O artık toprağa aitti. Önceden bana ait olduğu gibi...
"Pekala." dedi doktor doğrularak ve diğer doktorun kolundan tutarak dışarı çıktılar. Kapıyı kapatmadıkları için hararetli konuşmaları kulağıma geliyordu.
"Ali bey bu hiç mantıklı değil. Kız günden güne daha da kötüleşiyor. Siz de kalkmış eve dönmesi gerektiğini söylüyorsunuz." Biraz durdu ve tekrar söze devam etti. "Kendine zarar vermesine katkı sağlamış oluruz böyle bir durumda."
Eve dönmek mi? Sekiz ay sonra eve dönmek. Bunu hiç düşünmemiştim. Çünkü ömrümün sonuna kadar bu mavi odada kalacağımı sanıyordum. Gözlerimi duyduklarım ile iyice aralamaya çalıştım ve seslere pür dikkat kulak kesildim.
"Yıllardır bu işi yapıyorum Sinan bey. Ve siz kalkmış bana neyin doğru neyin yanlış olduğunu mu söylüyorsunuz?" İsterik bir şekilde güldü. "Bu kız çok büyük bir travma atlattı ve burası ona daha kötü geliyor. Şayet, annesi ve babası yanında olursa atlatması da daha kolay olacaktır." Daha sonrasında hiç bir şey duyamadım. Tek istediğim verilen kararın eve dönmem doğrultusunda olmasıydı.
Bir kaç dakika daha geçti ve Ali bey odaya gülümseyerek girdi. Uyuşan vücudum biraz da olsa kendine gelmişti. Yaşlı adam yanıma oturup elimi sıktı.
"Güzel haber Hilal. Artık eve dönüyorsun."
Ve aylar sonra ilk defa gülümsedim.
-BÖLÜM SONU-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hilal'in Gölgesinde #Wattys2018
Novela JuvenilHilal belirince semada , diğerleri gölgesine sığınır. Fener tutar sonsuz ışığı ile, yalçın dağlar ardına.