Bir insanın hissettiklerini, onun gözlerine bakarak kolayca anlayabilirsiniz. Onu mutlu eden, üzen, korkutan ve ona acı veren şeyleri görürsünüz orada. İnsanın büyümeyen tek parçası gözleridir çünkü. Masum kalan tek yeri. Yalan söyleyemeyecek olan. Kendini koruyamayan.
Şu an Kris'in gözleri kolayca fark edilebilecek bir korkuyla Tao'nun 'İlk görüşte aşk' zırvalığını yaşadığı, ya da yaşadığını sandığı kişiye bakıyordu. Ve o kişinin gözlerinde onu Tao'ya bağlayan siyah ipliği görebiliyordu. Kris bir an hangisinin daha kötü olduğunu merak etti. O kişinin Tao'nun şeytanı olması mı, yoksa Tao'nun o kişiyi seviyor olması mı?
"Sana da merhaba Kris." Sehun ayakta öylece dikilmiş, bakışlarını bir an olsun üzerinden ayırmayan çocuktan rahatsız olarak söyledi.
"Merhaba Sehun."
"Senin bir üst sınıfta olup en- büyük-benim tavırlarında etrafta dolanman gerekmiyor muydu?"
Kris Sehun'un sataşmasını kulakardı etti ve "Onun için buradayım." dedikten sonra başıyla Tao'yu gösterdi.
Sehun'un gözleri bir an Tao'ya kaydıktan sonra tekrar Kris'in gözlerini buldu. "Ne hoş tesadüf..." Kris'e biraz daha yaklaşarak sınıftaki diğer öğrencilerin duyamayacağı kadar kısık bir ses tonu kullandı. "Biliyorsun değil mi? Ben onun..."
"Şeytanısın, az önce gördüm." Kris'in kaşları Sehun'un yarım kalan cümlesini tamamlarken gergince çatıldı.
"Peki Kris, bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?"
"Ona zarar vermene izin vermeyeceğim demek."
Sehun güldü. "Ne çabuk unutmuşsun. Biz zarar vermeyiz Kris. Biz sadece fısıldarız. O yapmak isterse yapar." Kris'e doğru bir adım daha attı. Şimdi neredeyse dibindeydi. "Onu koru Kris..." Birkaç saniye duraksadı. "Benden değil, onu kendisinden koru."
~*~
Kris, bir eli havada Tao'nun odasının önüne dikilmiş boş gözlerle kapıya bakıyordu. Tao'yla konuşması gerektiğinin farkındaydı fakat ne diyeceği konusunda en ufak bir fikri yoktu.
'Belki de çoktan uyudu...' Omuzları düşerken içini etraftaki tüm havayı bitirmek istermiş gibi çekti ve yumruğunu kapıya üç kere yavaşça vurdu.
Birkaç saniye sonra kapı yavaşça aralandı ve kapı aralığından Tao'nun başı gözüktü.
"Oh Kris, bir şey mi oldu?"
"Ha? Şe-şey hayır. Sadece uyuyabildin mi diye.. Kontrol etmek istedim."
"Henüz uykum gelmedi, kitap okuyordum." Tao tebessüm ederek kapıyı biraz daha açtı ve bozulmuş yatağın üzerindeki açık kitabı işaret etti.
"Pekala, o halde gidiyorum."
"Tamam." Kris arkasını döndü ve Tao kapıyı kapatmak için ittirdi. Kris ani bir kararla arkasını dönüp sağ ayağını kapının arasına koydu ve kapının kapanmasını engelledi. Tao daha ne olduğunu tam olarak idrak edemeden kendini Kris'in kolları arasında bulmuştu.
"Uyuyup uyumadığını kontrol etmeye gelmemiştim Tao. Senden bir şey istemeye geldim.." Kris Tao'nun beline sardığı kollarını omuzlarına çıkarttı ve onu biraz geriye çekerek gözlerine baktı. "Buraya senden sözünü tutmanı istemeye geldim." Kris Tao'nun omuzlarını hafif sıktırdı. "Buraya, beni sevmeni istemeye geldim." Tao şaşkınca ona bakarken Kris dizleri üzerine çöktü ve acı dolu gözlerini Tao'nun gözleriyle birleştirdi.
"Yalvarırım Tao... Sev beni."
~*~
Baekhyun korkuyla direksiyonu çok sıkı tuttuğu için parmak boğumları beyazlamış olan Chanyeol'a bakıyordu. Bu 'Aşk mektubu' olayı Chanyeol'u tahmin ettiğinden daha fazla sinirlendirmişti. Baekhyun biraz korksa da Chanyeol'un bu tavrını yadırgayamıyordu. Çünkü aynı olay Chanyeol'un başına gelse Baekhyun ortalığı velveleye vereceğine emindi.
"Sevgilim..."
"Kes sesini Baek." Chanyeol dişlerinin arasından tıslayınca Baekhyun iç geçirdi. Chanyeol'u nasıl yatıştırabileceğini biliyordu. Şu an buna çekinse de, yapmak zorunda hissediyordu. Chanyeol'un ona kızgın olmasını sevmiyordu.
"Yeollieee." Baekhyun en sevimli ses tonuyla küçük bir çocuk gibi cıvıldarken elini Chanyeol'un bacağına koydu.
"Baekhyun, boşuna uğraşma." Chanyeol Baekhyun'un eline kısa bir bakış attıktan sonra gözlerini tekrar yola çevirdi.
"Bana kızgın olmanı sevmiyorum." Baekhyun'un eli yavaşça yukarı doğru çıkarken Chanyeol'un bedeni gerilmeye başlamıştı. Chanyeol, Baekhyun'un en küçük bir temasında tahrik olmaya hazırdı fakat Baekhyun'un kızgın zamanlarında bu zaafından yararlanmasını sevmiyordu.
"Uslu dur Baekhyun." Chanyeol rahatsızca kıpırdanmaya başlayınca Baekhyun doğru yolda olduğunu anladı. Elini Chanyeol'un bacak arasına sokup pantolonu üzerinden üyesini okşarken gözlerini kocasının kızarmaya başlayan yüzüne dikti.
"Neden, hoşuna gitmiyor mu?"
Baekhyun elleri arasında büyümeye başlayan kabarıklığı sıkınca, Chanyeol ani bir fren yaptı. Arkadan korna ve küfür sesleri duyuldu.
"Baekhyun, sen cidden!"
"Ben cidden ne?"
Baekhyun alayla gülümsüyordu. Chanyeol sakinleşmek için derin bir nefes aldı ve arabayı tekrar çalıştırarak ana yoldan çıktı.
"Arkanla vedalaş." Eğer Chanyeol söylerken gülüyor olmasaydı, Baekhyun Chanyeol'un bu sözünden korkabilirdi.
-
"Seni aptal, yön duygusu gelişmemiş, gerizekalı dev! "
Baekhyun delirmiş gibi yaklaşık yarım saattir Chanyeol'u azarlıyordu. Boş bir arazide kaybolmuşlardı, üstüne üstlük hava kararıyordu. İkisinin de telefonu çekmiyordu. Neyse ki işten sonra markete uğrayıp atıştırmalık bir şeyler almışlardı. Chanyeol dolanmaktan vazgeçti ve iç çekerek arabayı kenara çekip durdurdu.
"Bin kere özür diledim ya Baekhyun, isteyerek olmadı."
"Sen ve o lanet hormonların yüzünden oldu ama! Ayrıca sana defalarca dedim, şu arabaya bir navigasyon taktır diye!"
"Telesekreterimle 'Nasıl ulaşamıyorum ona seni fahişe?! Sen kimsin?!' diye kavga eden karım navigasyon almamı mı söylüyor?"
"YAH! PARK CHANYEOL!"
Chanyeol yüzündeki kocaman gülümseyişle arka koltuğa uzandı ve poşetlerden iki kola ve çikolata çıkarttı.
"Sakin ol Baek, bir gece burada kalsak ölmeyiz."
"B-Ben üşürüm!" Baekhyun Chanyeol'un ona uzattığı kola ve çikolatayı aldı.
"Seni ısıtacağım."
"Sırtım ağrır?"
"Kucağımda yatabilirsin."
"Burası çok dar ve..."
Chanyeol iç çekerek Baekhyunun çenesini tuttu ve yüzünü kaldırarak gözlerine bakmasını sağladı.
"Baekhyun, korktuğunu biliyorum. Karanlığı sevmediğini biliyorum. Sessizlikten hoşlanmadığını biliyorum. Ama sen de, seni koruyacağımı biliyor olmalısın. Seni sevmediğin, korktuğun, hoşuna gitmeyen her şeyden koruyacağım."
"Bu da ne.. Kim karanlıktan korkar? Ben çocuk değilim.." Baekhyun yaşaran gözlerini kaçırdı.
"Biliyorum, değilsin." Chanyeol gülümseyerek Baekhyun'un dudaklarına masum bir öpücük bıraktı. "Sen prensessin. Devin prensesi."
"Ben prensessem senin prens olman gerekmiyor mu?"
"Um, bu farklı biten bir masal. Prenses, prensin ne kadar çıkarcı olduğunu fark ediyor ve korkunç devle mutlu mesut yaşıyorlar."
"Sonsuza kadar mı?"
Chanyeol güldü ve ona doğru eğilip Baekhyunun alnını nazikçe öptü.
"Sonsuza kadar."
~*~
"Kokun.. Tanıdık. Kim olduğunu biliyorum Kai. Seni tanıyorum. Gülümsemen tanıdık. Gözlerindeki ışıltının sebebini ve korumacı tavrının nedenini de anlıyorum."
"Peki o zaman Soo.. Kimim ben?"
"KAHRAMAN!" Soo ellerini çırptı ve gülmeye başladı. Kai'nin kalbi büyük bir hayal kırıklığıyla parçalanmıştı. Soo Kai'nin gerçekte kim-daha doğrusu ne- olduğunu bilse Kai Soo'ya karşı daha yakın ve rahat olabilirdi.
"Sen bir kahramansın.." Soo Kai'nin rahatsızlığını fark etmediğinden devam ediyordu. "Çocukluğumdan beri bir kahramanım olsun istemişimdir, şimdi seni kahramanım olarak düşünmekten zevk alıyorum. Çünkü o sıfata o kadar çok uyuyorsun ki. Her şeyinle..." Soo yattığı yerden Kai'nin yanağını okşamak için elini uzattı. Kai Soo'nun ne yaptığını fark eder etmez kendini geri çekti. Soo'nun eli havada kalmıştı.
"Kahramanlar her zaman iyi olmaz Soo. Kötü kahramanlar da vardır." Kai ayağa kalkıp ayakkabılarını giydi. "Dönüş yolunu biliyorsun, kendin dönersin."
Soo yattığı yerden kaçar gibi uzaklaşan çocuğu izliyordu. Ağlamak üzereydi. Oturur pozisyona geçti ve yumruk yaptığı eliyle kafasına vurmaya başladı.
"Onu rahatsız ettin Soo. Böyle olmaman gerek. Neden her şeyini anlatman gerekiyordu ki? Aptal Soo! Aptal! Aptal! Aptal!"
Minik bir damlanın ayakkabısını ıslattığını fark edince başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Kara bulutlar gökyüzünü kaplamıştı, şiddetli bir yağmur yağacak gibiydi. Artık yurda dönmesi gerekiyordu.
~*~
"Bunu uzun zaman önce söylemeliydim, seni seviyorum."
"Bu... Çok geç. Ayrıca bizim birlikte olmamız imkansız."
"Seni diğer dünyada bekleyeceğim."
"Bizim için diğer dünya diye bir yer yok..."
Sehun kaşlarını kaldırmış, şu an televizyonda açtığı dizi yüzünden neredeyse böğürerek ağlayan çocuğa bakıyordu. Luhan beşinci tuvalet kağıdı rulosunun sonuna geldiğinde Sehun yenisini getirmek için ayağa kalktı. Tam odadan çıktığı anda duyduğu çığlık odaya koşarak dönmesine neden oldu. Luhan daha şiddetli ağlayarak televizyon ekranına yastık fırlatıyordu.
"SİZİ ADİ, DÜZENBAZ, PİSLİK HERİFLER! NE ANLARSINIZ ZATEN, CİDDEN! NEFRET EDİYORUM, HEPİNİZDEN NEFRE-"
"Sakin ol Luhan!" Sehun arkadan Luhan'ın bileklerini yakaladı. "Ne oldu, baş roller mi öldü?"
"Hayır!" Luhan bileklerini kurtarıp gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. "En heyecanlı yerinde bölüm bitti."
Sehun yanaklarını şişirerek başka tarafa baktı ve gülüşünü gizlemeye çalıştı. "Hadi ama Luhan, sadece bir dizi."
"Sen ne anlarsın ki? Sanki daha önce birisini sevdin!"
Sehun'un yüz kasları gerilirken Luhan'dan uzaklaştı. "Haklısın. Ben anlamam."
"Sehun, öyle demek istemed-"
"Sorun değil Luhan."
Şimdi odaya garip bir sessizlik hakimdi. Luhan kötü hissediyordu, sonuçta Sehun'un bir şeytan olması kendi suçu değildi. Sadece o... O böyle yaratılmıştı işte. İyi ya da kötü olmak melekler ve şeytanlar için insanlarda hangi ailede olacağınla aynı şeye eş değerdi. Kesinlikle seçim yapamazdın. Şayet bir melekken ceza alıp düşürüldüysen bile tam şeytan olmazdın. Bu böyleydi.
Sehun ise, tamamen farklı bir şeyden rahatsız olmuştu. Sorun kötü biri olması değildi. Sorun, kendi tabularını yıkıp içinde bir yerlerde gizlice bir şeyler hissettiği tek kişinin ona duygusuz demesiydi. Sehun o an, Luhan'a asla açılamayacağına karar verdi. Açılsa da, Luhan ona inanmazdı. Sonunda Luhan'a göre o sadece duygusuz biriydi. İnansa da, onu sevmezdi. Sevse de, birlikte olmaları imkansızdı. Luhan bir dizide bile bu kadar çok ağlıyorsa, gerçekte olan umutsuz bir olayda kendini kaybederdi. Sehun'un buna izin vermeye niyeti yoktu.
"ZRRRRR!"
Kapı sesiyle ikisi de yerinden sıçradı. Sehun Luhan'a durmasını işaret ettikten sonra odadan çıkıp hızlı adımlarla kapıya ilerledi.
"Kim o?"
"Noel baba. Aç şu lanet kapıyı Sehun!"
Sehun Kai'nin sesini duyunca güldü ve kapıyı ardına kadar açtı. Kai sırılsıklam haldeydi. Sehun'a pis bir bakış attıktan sonra ayakkabılarını çıkararak içeri girdi.
"Birinin bacası küvetine mi çıkıyordu acaba? Yoksa yeni tarzın 'Hadi donumuza kadar ıslanalım.' mı?"
"Hayır, yeni tarzım hadi Sehun'u uçan ren geyiklerine tekmeletelim."
"Kai, Kyungsoo nerede?" İkilinin atışmasını Luhan'ın salondan gelen sesi bozdu.
"Kyung? O gelmedi mi? Yaklaşık bir saat önce onu bıraktım."
"Ne yaptım dedin?!"
Luhan ayağa kalkmış, salondan çıkarak gruba dahil olmuştu.
"Bıraktı-"
"Kai, nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyorsun?! Telefonuna ulaşılmıyor. Bu havada onu... Cidden bıraktın? Seni duyarsız, adi, bencil-"
"Onu bıraktığımda hava gayet güzeldi Luhan." Kai dişlerinin arasından tısladı. Luhan'a her an onu yiyebilecekmiş gibi bakıyordu. "Ayrıca onu korumak bil bakalım kimin görevi? Bingo! Senin!" Kai baş parmağıyla Luhan'ın göğsünü ittirdi.
"Bana dokunmayı kes! Onun meleğiyim, bakıcısı değil!"
Sehun ikisinin ortasına geçti ve sakin kalmaya çalışarak gözlerini Kai'nin yüzüne dikti. "Siz ne yaparsınız bilmiyorum ama.." Kai'ye sırtını dönüp Luhan'a baktı. "Ben onu aramaya gideceğim. Hani belki tartışmaktan daha yararlı olur diye."
İkisinin arasından çıkıp kenardaki şemsiyeyi aldı. Sehun gittiğinde Kai ve Luhan birkaç saniye birbirlerine baktılar.
"Bundan nefret ediyorum ama o haklı." Luhan bakışlarını ilk kaçıran taraf olmuştu.
"Biliyorum, gidelim." Kai duygusuz bir sesle söyledikten sonra şemsiye almaya bile gerek duymadan yurttan çıktı. Kyung ciddi bir azar yemeye hazır olsa iyi olurdu.
~*~
En korktuğunuz şeyi düşünün. Sınavdan düşük not almak, en sevdiğiniz arkadaşınızın size ihanet etmesi, sevgilinizden ayrılmak.. Şimdi gerçekleştiğini düşünün bir de. O anki halinizi. Güçsüzlüğünüzü ve acizliğinizi. İnsanı güçsüzleştiren korkularıdır. Mahveden ve yıkansa, korkularının gerçek olmasıdır.
Kai yağmurun altında öylece dikilirken yıkılmış hissediyordu. Bitmiş. Mahvolmuş. Sehun'un ona bağırarak hastaneyi aramasını duyamayacak kadar hayattan kopmuş.
Değer verdiği tek şey, orada daha bu sabah gülümsediği yerde, çiçeklerin arasında hareketsiz yatıyordu. Yağmur yüzünden üzeri ıslanmış, kıyafetleri tenine yapışmıştı. Kai aniden onun ne kadar korunmasız olduğunu fark etti. O kadar... Küçük ve güzel gözüküyordu ki. Bir o kadar üzgün ve hüzünlü.
Ambulans ışıkları yüzüne vurduğunda kendine geldi ve Kyungsoo bir sedyeye yatırılırken Sehun'a yaklaştı. Sehun Kai'nin konuşmasına gerek kalmadan omzunu teselli edercesine sıktı.
"Hastaneye götürecekler. Nabzı biraz düzensiz olsa da hala atıyor Kai. Yaşıyor, yani endişelenme. En azından..."
Kai daha fazla dinleyemiyordu. Bakışları sedyenin üzerindeki çocuğun üzerine kitlenmişti. Karar vermişti. Soo onsuz zarar göreceğine, onunlayken onun yüzünden zarar görürse Kai daha az vicdan azabı çekecekti.
'Sadece bir kez için...' diye düşündü Kai. 'Bir kez için, bencil bir mutlu olmama izin ver. Bir kez için, onu sevmeme izin ver Tanrım.'