Bir insan neden ölmek ister? Nasıl ölmek isteyecek kadar çaresiz duruma gelebilir? Kurtarılmak istemeyen birini tutarken ne yapabilirsiniz? Ya onun kurtuluşu zaten ölümüyse?
Kyungsoo son anda yakaladığı terli eli sıkıca tutarken bunları düşünüyordu. Köprüde öylece sallanan kişi Kyungsoo’nun onu tutmasına karşı en ufak bir tepki vermiyordu. Ne Kyungsoo’ya tutunuyordu, ne de bırakması için çırpınıyordu. Sadece öylece boşlukta sallanıyor ve çaresizce hıçkırıyordu.
Kyungsoo geriye doğru çekildiğini hissedince rahat bir nefes aldı. Etrafta çığlık atan insanlardan birkaç tanesi sonunda girdikleri şoktan çıkmış ve Kyungsoo’ya yardım etmeye karar vermişlerdi. Kyungsoo tüm gücünü toplayarak tuttuğu eli geriye doğru çekti ve sırt üstü düştü. Tuttuğu elin sahibi de yanına düşmüştü.
Çevredeki insanlar fısıldaşıyor ve parmaklarıyla Baekhyun’u işaret ediyorlardı. Baekhyun bunu umursamıyordu. Şu an tek istediği kendisini kurtaran kişiye bağırıp çağırmaktı. Neden onu kurtarmıştı ki? Rahatça ölmeyi bile hak etmiyor muydu?
“Daha dikkatli olmalısın dostum.” Kyungsoo sahte bir gülümsemeyle doğruldu ve Baekhyun’un ellerini tutarak onu da zorla kaldırdı. “Bak, nasıl da korkuttun çevredekileri.”
Bu toplanan insanlar için yeterli bir açıklama olmuştu. Kalabalık dağılırken Kyungsoo Baekhyun’un yaşlı gözlerine baktı ve fısıldadı.
“İyi misin?”
Baekhyun gözlerini Kyungsoo’nun gözlerine dikti. Bu çocuk ciddi miydi? İyi mi? İyi olsa neden bir köprüden atlasındı ki? Bu şu anda sorulabilecek en kötü soruydu.
“Ne oldu, o öldü mü?”
Baekhyun boş bir tekerlekli sandalyeyi ittirerek onlara yaklaşan esmer çocuğa kaşlarını çatarak baktı. Şöyle bir düşününce, sanırım iyi misin sorusu bu durumda sorulabilecek en kötü soru değildi.
“Hayal kırıklığına uğratmak istemem ama hala yaşıyorum.”
Baekhyun üzerini silkelerken söyledi. Hala pijamalarıylaydı, gözleri kıpkırmızıydı ve ayağında terlikleri vardı. Bu haliyle evsiz bir kaçığa benziyordu.
“Yürüyebilecek misin? Lütfen buraya otur.”
Kyungsoo çekinerek tekerlekli sandalyeyi işaret etti. Baekhyun önce Kyungsoo’ya kötü bir bakış atsa da yorum yapmadan oturdu. Bacakları çok fazla titriyordu, bu durumda yürüyemezdi.
“Şey, seni götürmemizi istediğiniz bir yer var mı?”
“Sadece yalnız bıraksanız olmaz mı?”
“Bunun pek mümkün olduğunu sanmıyorum… Öyleyse, bizim yurda gitsek olur mu? Sana yemek yapacağım.”
Baekhyun iç geçirerek başıyla onayladı. Zaten gideceği bir yer yoktu. Ayrıca yemek fikri o kadar kötü gelmiyordu. Şu an neden ona yardımcı olduklarını bilmese de bunun pek umrunda olmadığına karar verdi.
Çok fazla uykusu vardı, fakat gözlerini kapatmak istemiyordu. Çünkü ne zaman kapatsa, Chanyeol’u görüyordu. Gülümserkenki hali, onu sevdiğini söylerkenki hali, o kızı öperkenki hali… Baekhyun ne zamandır aldatıldığını merak etti. Ne zamandır sevgisi Chanyeol’a yetmiyordu?
-*-
Luhan gözlerini sıkıca kapatmış, dudaklarına değecek dudakları beklerken büyük bir sürprizle karşılaştı. Dudaklarına değen şey yumuşak dudaklar değil, tel tel ve uzun zamandır yıkanmamış olduğunu tahmin ettiği yağlı saçlardı. Bir anda Sehun’un bedeni bedenine tamamen yapıştı ve Luhan nefes alamayacak kadar sıkıştığını hissetti.
Sehun aniden açılan dış kapı yüzünden dengesini kaybetmiş ve Luhan’a yapışır vaziyete gelmek zorunda kalmıştı. Bir taraftan içeri girmekte olan kişilere küfrederken, diğer taraftan zihnine önemli bir bilgiyi not etti. ‘Dış kapının arkasında yiyişmek tehlikelidir.’
Nihayet kapı kapandığında Luhan’dan ayrıldı ve arkasını dönerek gelen kişileri azarlamak için dudaklarını araladı. Fakat gelenler Sehun ve Luhan’ı fark etmeden yavaşça salona ilerlemeye başlamışlardı. Sehun onlar salon kapısından geçmeden önce gelenlerin üç kişi olduğunu fark etti. Sağdaki Kai’ydi, soldaki Kyungsoo. Peki ikisinin ortasında, destek oldukları kişi kimdi?
-
“Ve… Ve sonra ben gördüm… Onu öptü!”
Kyungsoo yanında hıçkırıklara boğulan bedene kollarını doladı ve beceriksizce sırtını sıvazladı. Asla moral vermek ya da teselli etmekte iyi biri olamamıştı, ne yapması gerektiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Sadece üzülmekle ve Baekhyun’un bahsettiği kişiye küfretmekle meşguldü.
“Ve sonra sen intihar etmeye karar verdin, öyle mi?”
Sehun kaşlarını çatarak arkasına yaslandı. Dinledikleri onu pek etkilememişti, sonuçta aldatılan bir sürü insan vardı. Evet, Baekhyun için incitici olmalıydı ama Sehun onun intihar edebilecek kadar incinmesini mantıklı bulmuyordu.
“E-Evet..”
“Peki, sana bir soru sormak istiyorum.” Kai elini çenesinden çekti ve düşünceli bakışlarını halıdan ayırmadan söyledi. “Onu cezalandırmak için mi intihar ettin, yoksa bu acıya dayanamayacağını düşündüğün için mi?”
Bu soru Baekhyun’un susmasına neden olmuştu. Kyungsoo’nun kolları arasından çıktı ve gözlerini pijamasının koluna silerken bir süre düşündü. Evet, çok büyük bir acı hissetmişti ama bu tip acıları daha önceden de hissettiği olmuştu. Acının yanında… İntikam duygusu da var mıydı? Baekhyun dünyada en çok sevdiği, daha doğrusu bir zamanlar dünyada en çok sevdiği kişiyi incitmek mi istemişti?
“Evet.”
Cevap dudaklarından neredeyse duyulamayacak bir fısıltı halinde dökülünce Kai’nin dudaklarında memnun bir gülümseme oluştu.
“Ondan intikam almak istiyorsun?”
“Evet.” Baekhyun’un sesi bu sefer daha kararlı çıkmıştı.
“Onun da canının seninki kadar acımasını istiyor musun?”
“Evet.”
“O halde…” Kai gözlerini halıdan kaldırıp Baekhyun’un gözlerine dikti. “Sana yardım etmemize izin ver.”
-*-
Baekhyun elindeki kitapları hayatı buna bağlıymışçasına tutuyordu. Okul içine girdiğinde ona atılan garip bakışlara aldırmadan yürümeye çalıştı. Başını dik tutmaya özen gösteriyordu, dün gece Kai’nin teklifini kabul etmişti. Böylece ufak bir operasyon başlamıştı. Chanyeol’un poposuna tekmeyi basma operasyonu. Kısaca “CPTB.”
Öğretmenler odasına girdiğinde, odadaki fısıltılar Baekhyun masasına oturana kadar kesildi. Baekhyun yerleşir yerleşmez ise devam etmeye başladı. Diğerleri arada onu işaret ediyordu, fısıltılar güçlenmişti. Baekhyun iç geçirdi ve gözlerini yumdu. Elbette neden fısıldaştıklarını biliyordu.
Geçen gün tiyatroda yaptığı şey, basına yansımıştı. “Kaçık geç sahneye fırlayıp ağlayarak eski sevgilisine yalvardı.” gibi saçma bir başlıkla üstelik. Neyse ki, haberin yanındaki resim güzel çıkmıştı ve Baekhyun’un yaşını olduğundan daha az söylemişlerdi.
Zil çaldığında, Baekhyun acelesizce ayağa kalktı ve cesurca gülümseyerek diğer öğretmenlere iyi dersler diledi. Birkaçı afallayıp şaşkınca ona baksa da, büyük çoğunluğu gülümseyerek karşılık vermişti.
Baekhyun ders yapacağı sınıfa doğru giderken arkasından gelen kalın ses durmasına neden oldu.
“İyi görünüyorsun.”
Baekhyun titremeye başladığını hissetti ve gözlerini kapatıp ona yaklaşan ayak seslerine aldırmamaya çalışarak içinden ona kadar saydı. Gözlerini açtığında topukları üzerinde döndü ve Chanyeol’la burun buruna geldi.
Baekhyun ne beklemesi gerektiğini bilmiyordu, ama bunu beklemediği kesindi. En azından Chanyeol üzülüp ağlamıştır diye tahmin ediyordu, ama şu an Chanyeol’un yüzünde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Sadece gözlerinin altı biraz mordu ve nefesi hafif şampanya kokuyordu. Baekhyun kendi kendine Kai’nin söylediklerini hatırlattı. ‘Sadece sakin ol ve ona ihtiyacın olmadığını göster.’
“İyi hissediyorum, sen de… İyi görünüyorsun. Ama kokun için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.” Baekhyun bir elini yelpaze misali sallarken güldü. Chanyeol’un yüzündeki ifade değişmemişti, hala sert bir şekilde bakıyordu.
“Açıklamama izin vermeliydin Baek.”
“Pekala, şimdi açıklayabilirsin.”
“O sadece kuzenim. O gün beraber tiyatroya gitmiştik ve…” Baekhyun midesine bir sancı saplandığını hissetti. Gerçekten, o hala yüzsüzce nasıl yalan söylüyordu?
“İnsanlar kuzenleriyle öpüşmez Yeol.”
Chanyeol bir süre afallamış gözüktü. Ardından hemen kendini toparladı ve duygusuzluk maskesini tekrar yüzüne yerleştirdi.
“Ne zamandır beni takip ediyorsun? Bana güvendiğini sanıyordum. Bana daha güvenmiyorken, nasıl beklersin ki…”
Chanyeol’un cümlesini sertçe yanağına çarpan el yarıda kesti. Tokat sesi tüm koridorda yankılanırken Baekhyun derin bir nefes aldı ve gözlerini Chanyeol’un gözlerine dikti.
“İğrençsin.”
Arkasına döndü ve Chanyeol’un bir şey demesine fırsat vermeden diğer koridora saptı. Chanyeol, eli yanağında öylece kalakalmıştı.
“Biliyorum…” Baekhyun’un arkasından bakarken fısıldadı. “Ama senden vazgeçmeyeceğim.”
-*-
“Onun için üzülüyorum…”
Kyungsoo mutfaktaki sandalyelerden tekine oturmuş, yemek yapmaya çalışan Kai’yi izlerken fısıldadı. Dün geceden beri Baekhyun’un durumu yüzünden gözüne uyku girmemişti ve hala onun için acı çekiyordu. Bir şekilde Baekhyun’a yardım edememek Kyungsoo’yu kahrediyordu.
“O iyi olacak Kyung.”
Kai iç geçirerek ocağın altını kapattı ve üzerinde mantarlar yüzen sıvıya baktı. Bunun bir çorba olması gerekiyordu, ama tencere içindeki sıvı çorbadan çok her şeye benziyordu.
“Bu arada yemek ne alemde?”
Kyungsoo bakmak için ayağa kalkınca Kai önüne geçerek kollarını iki yana açtı ve onu durdurmaya çalıştı.
“Yo, yo bakamazsın. Henüz bitirmedim!”
“Aigoo, pekala. Çatıya çıkacağım o halde, belki oyalanacak bir şeyler bulabilirim.”
“Sıkı giyin!” Kyungsoo mutfaktan çıkarken Kai arkasından seslendi.
Kyungsoo daireden çıkmadan önce kabanını giydi ve fermuarı çenesine kadar çekti. Daire kapısını kapattıktan sonra en üst kata çıkan merdivenlere yöneldi. En üste kadar tırmandı ve son basamağın karşısındaki demir kapıyı aralayıp dışarıya çıktı.
Soğuk rüzgar Kyungsoo’nun yüzünü yalarken Kyungsoo manzara yüzünden kendinden geçmiş hissediyordu. Yurt binası 9 katlıydı, Kyungsoo’ların dairesi 4. kattaydı. Soo daha önce bu kadar güzel bir manzaraya sahip olduklarını fark etmemişti.
Kenara doğru yaklaştı ve elini çatının çıkıntılarına koyup gözlerini kapattı. Her an uçabilecekmiş gibi hissediyordu. Kanat seslerini duyunca gözlerini açtı ve çatının alt tarafına sıkışmış, kurtulmak için çırpınan kuşu fark etti. Öne doğru eğilip kuşu yakalamaya çalıştı, fakat kuş fazla altta kalıyordu. Biraz daha kendini zorladı ve karnını çatı kenarına yaslayıp parmak uçlarından destek alarak biraz daha eğildi. Kuşun küçük bedenini kavradığı an ayakları yerden kesildi ve dengesini sağlayamayarak çatıdan aşağıya doğru düşmeye başladı.
Çığlık atmak için dudaklarını araladığında, belini saran kolları ve çevresinde nazikçe hareket eden kül rengi kanatları fark etti. Beline yakıcı bir acı saplanırken, başını kaldırdı ve kanatların sahibine baktı.
“Açıklayacağım.” Kai Kyungsoo’nun belini daha sıkı kavradı ve kanatlarını çırparak yurt ve okul çevresinden uzaklaşmaya başladı. Ne yazık ki, ne kadar uzağa uçarsa uçsun kendini izleyen gözlerden kaçamayacağını biliyordu.
Çünkü Tanrı her yerdeydi. Ve az sonra Kai’nin Kyungsoo’ya anlatacağı şeylerden hoşnut olmayacaktı.
-*-
“Bunu vur Kris, bunu!”
Tao bir taraftan sıçrarken, diğer taraftan heyecanla birkaç metre uzaklıktaki pengueni işaret ediyordu. Kris’le birlikte lünaparktaki ‘Hangisini vurursanız onu alırsınız.’ oyununu oynuyorlardı ve Kris attığı her şeye isabet ettirmeyi başarıyordu. Kris elindeki taşı bir kez çevirirken Tao’ya işgüzar bir gülümsemeyle baktı.
“Onu gerçekten vurmamı istiyor musun?”
“Evet, lütfen! En çok onu istiyorum!”
“Onu vuracağım, ama bir şartım var. İstediğim bir şeyi yapacaksın.”
“Tamam, vur hadi!”
Kris şaşkınca Tao’ya baktı. Tao bu pengueni gerçekten istiyor olmalıydı. Kris ‘Bir sonraki yaşamımda, dünyaya bir şeytan değil de penguen olarak gelmeliyim.’ diye düşünürken taşı oyuncağa fırlattı.
“Bingo! Kazandınız, yine. Lütfen bunu alın ve daha fazla oynamadan buradan gidin. Sizin yüzünüzden batacağım.”
Genç çocuk peluş pengueni Kris’e uzatırken somurtuyordu. Oyuncaklarının yarısının alınmış olması moralini bozmuştu. Kris pengueni almak için uzanırken Tao ondan önce davrandı ve pengueni çocuğun elinden resmen kaptı. Pengueni kollarıyla sıkıca sarınca Kris diğer oyuncakları kolunun altına sıkıştırarak taşımak zorunda kaldı.
“Çarpışan arabalara da Kris! Ona da binelim!”
“Eve gitsek olmaz mı?” Kris taşıdığı oyuncakları düşürmemek için çabalarken söyledi.
“Ama hiçbir şey yapmadık ki!”
Kris derin bir nefes aldı.
“Bütün bu oyuncakları kaybetmek istiyorsan anlaştık.”
“Daha sonra tekrar gelecek miyiz?”
“Elbette.”
Kris lünapark garajına ilerlerken vücudu titremeye başladı ve elindeki oyuncakları yere düşürürken dizleri üzerine çöktü. Gözleri kararıyordu, kötü bir şey olduğunu hissediyordu. Kulaklarında aynı cümle defalarca yankılanırken gözlerinin önüne Kai’nin suratı gelmişti.
‘Uyar onu…’
‘Uyar onu…’
‘Uyar onu…’
“KRİS!”
Kris gözlerini açtı ve Tao’nun korkuyla ona baktığını gördü. Çevrelerine birkaç insan toplanmıştı.
“İyi misin?”
Kris başını salladı ve titreyen ellerini yumruk yaparak ayağa kalktı. Yanına gelen insanları basitçe ‘İyiyim.’ Diyerek savuşturduktan sonra araba anahtarını çıkarttı ve araba kilidini açıp Tao’ya döndü.
“Bin.”
Tao itaat ederek yolcu koltuğuna geçti. Kris sürücü koltuğuna yerleşip arabayı çalıştırdı ve gaza bastı. Araba yola çıkarken Kris’in az önce yere düşürdüğü oyuncaklardan baykuş peluşunun kafasını ezerek kopartmıştı.
İyi şeyler olmayacaktı.