Başladığınız tarih:
**
Ne demek şimdi bu?! Nasıl yapabildiniz?!" diye bağırıyorken bir yandan da anne ve babamın önüne diz çökmüş paçalarını çekiştiriyordum. Kapının kuşlu zili sanki onları suçluyormuşçasına durmaksızın ötüyordu. Pencerenin güneşten tokat yemekten solmuş perdesi uçuyor, aramıza engel misali girip girip çıkıyordu. Aramızda hep engel olmamış mıydı zaten?
Yaşadığımız baraka bile üstüme üstüme geliyordu. "Bunu yapmak zorundaydık, yoksa şimdi öğrendiğin şeyden çok daha kötüsünü öğrenecektin ve bedelini çok daha ağır ödeyecektin." Kısa bir duraksamanın ardından gözlerini bana dikti. "Senin için de bizim için de en uygunu buydu." dedi yıllarca gözünün içine anne diye baktığım kadın. Yüzlerinde en ufak bir acıma, hüzün yoktu. Nefret ve öfkenin hizmetçisi olmuşlardı.
Hatırladığım kadarıyla hep Gülsüm annem ve Hidayet babam ile yaşıyordum. Üvey olduğumu tabii ki biliyordum. Bana anlatılan hikayede ailem ölünce beni evlatlık alıp bu barakaya yerleşmişlerdi. Ama bu sadece bana anlatılan kısım.
Yaklaşık birkaç saat önce yıllar sonra ilk defa bu ıssız barakaya kasabadan olmayan biri geldi. Annem ile babamla gizlice arka bahçede konuşuyorlardı. O adam beni teslim etmelerini söylüyordu. Sonra öğrenmiştim ki bebekleri bir mal gibi kaçırıyorlar, böyle ailelere teslim edip büyütmelerini söylüyorlardı. 20 yaşına basınca da geri alıyorlardı. Fakat benim 20 yaşına girmeme henüz 1 ay vardı.
"Bedelini daha ağır ödeyecektim öyle mi? Neden anne? Şu anki halimden daha ağır bedel mi var?" dedim karnıma binlerce kez bıçak darbeleri yerken. "Ya gerçek ailem? Onlar da ölmedi değil mi? Her zaman yalan söylediniz bana! Yeter artık bu kadarı fazla!" dedim gözyaşlarıma hakim olamazken.
Her zaman özgür biri olarak büyümüştüm. Ama bir o kadar da tutsak. Hayatta özgür olduğun kadar tutsaksın. Tutsak olduğun kadar da özgür. Anlıyorum, bu kadar özgürken, bundan daha fazla tutsak olacağımı.
Ani bir kararla küçük barakanın içinde 2 adımlık odama girdim. Orta boyutlardaki çantama o an elime ne gelirse doldurmaya başladım. Daha önceden hazırladığımız acil durum kutusunu da içine fırlattığımda kutu takla atarak yatağın altına gitti. Aceleyle onu da alıp çıkışa ilerledim. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Ya da ne yapacağımı. Salona giden koridorun küflü duvarlarında duran tüfeğe baktım. Uzun yolculuğumda avlanmam için işe yarayabilirdi. Dikkatlice elime aldım.
Böyle düşündüğüm için kendime kızdım. Ben onlar gibi değildim. Onlar çok acımasızdı. Bende onlar gibi olursam ne farkım kalırdı? Bu tüfeği alırsam onların hayatı büyük oranda çöküşe geçecekti. Geceleri dağdan ve ormandan yırtıcı hayvanlar gelir, kasabadaki evleri ve tarlaları darmadağın ederlerdi. Şu durumda onları umursamamak isterdim fakat bana ihanet eden iki yabancı olarak değil de iki insan olarak gördüğüm zaman kalbim ezildi.
Elimdeki tüfeği hızlıca duvardaki yerine bırakırken elime duvarın pürüzlü yüzeyi değince kaşımak zorunda kaldım. Kendimi dışarı atacağım sırada ensemde keskin, tarifi zor olan bir acı hissettim.
~*~*~*~*~
İhanete uğramışlık hissi vardır ya, işte ben onu hiç yaşamadım. Şimdiye dek. Yaşadığım yerde fazla insan olmadığı için iyilik de kötülük de çok bilinmezdi. Bazen şehrin göbeğinden keşif için güzel giyinimli insanlar gelir, araştırır giderlerdi. Kimin ne yaptığı kimsenin umurunda değildi.
Ranzanın başlığına bağlanan ellerim özgürlüğüme prangalar vurmuş gibiydi. Daha önce görmediğim bir odadaydım. Tek görebildiğim şey odanın en ücra köşesinde bulunan cılız mum ışığıydı. Önüne birtakım eşyalar geldiği için odanın farklı yerlerine gölgeler düşürüyordu. Sanırım evin altındaki kilerdeydim. Pencere yoktu, gün bana yüzünü göstermiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7. KASET
Fantasy30.03.2017 Az sonra ölecek olmak zerre canını acıtmazken, yan parkurdaki adamı gözlerinin içi canlıyken görememek, kalbinde çarpıntı yaratıyor, nefes alamıyor, adeta bir aslan gibi haykırmaya itiyordu. 7. Kaset'i bulmak zorundaydı fakat çoktan park...