Tam burada, şu anda her şeyi bırakıp kendimi Saltaklar'a teslim etmek istiyordum. Bitkinlikle yanmış bir ağacın gövdesine sırtımı dayadım. Bir dayanağa ihtiyacım vardı. Yüzümü ellerimin arasına alıp, kafamı ağaca yasladım. Belime kadar olan uzun kahverengi saçlarım, çoktan karman çorman olmuştu. Bu uzun kaçış yolu, önüme birçok engeller çıkaracak, beni bezdirecek gibiydi. Ve ben garip bir şekilde bundan korkmuyordum.
Arkadan gelen bir çift ayak sesi ile kendimi ağaca iyice yasladım. Elimin altına gelen taşa ömrümün sonuna kadar teşekkür edebilirdim. Seslerin çok sık ama kısa süreli gelmesi, yürüyen kişinin yokuş aşağı inmekte zorlandığını gösteriyordu. Adımları yavaşlayıp daha yakından gelince elimdeki taşı daha çok sıktım. Kadın sırt çantama doğru ilerleyip eline alınca kısa süreliğine onu inceleme fırsatım oldu.
Sadece arkasını ve hafiften de profilini görebiliyordum. Dalgalı, omzunda biten siyah saçları vardı. Kaşının yaklaşık bir santim altına kadar inen, sade aralıklı perçemi onu gerçekten güzel gösteriyordu. Gözlerini kırpınca saçları hareket ediyor, gözlerini tekrardan kırpmasına sebep oluyordu. Gözleri bu mesafeden benimki gibi kahverengi duruyordu. Gözlerim vücuduna inince kalçasını ve geniş bacaklarını saran bir tayt giymişti. Belindeki kemerin içine sıkıştırdığı tavuk tüyüne benzer tüylere anlam veremiyordum. Üstündeki deri ceket onda kötü durmamış fakat güzel de görünmüyordu. Anlaşılan fiziği de düzgün değildi.
Çantamın içini karıştırmaya başlayınca ayağa kalktım. "Hey, hey, hey," Aniden bana dönüp kemerindeki, kırbaçtan daha yassı ama kalın olan kayışa elini uzattı. Daha çok köpeklere takılan kayışlara benziyordu. "Amacım sana zarar vermek değil. Senin de bana zarar vermeyeceğini umut ediyorum. Çantamda ne arıyordun?" demem ile ağzından bir inilti çıktı ve başını tutarak ağaca yaslandı. Aynı ağrı bende de oluştuğunda bir süreliğine nefesim kesildi ama sonra kendimi toparladım. Kadın hâlâ aynı haldeydi.
Kafasını kaldırıp bana acı dolu gözlerle bakıp "Başım... Yardımına ihtiyacım var." deyince koltuğunun altına girdim. Nefes nefese kalmış, acının kalıntılarını yaşıyordu hâlâ. Ona yolu sorar gibi baktığımda ilerideki üzerinden meyveleri toplanmamış çalılığı işaret etti. Çantamı da alıp o tarafa yöneldik. Şans korku dolu gözlerle olanları algılamaya çalışıyordu.
Biraz yürüyüşten sonra durdurdu. Etrafta ne bir ev vardı ne de sığınacak herhangi bir yer. Kadın "Sen biraz geri çekil." dedi. "Mevsim! Mevsim, aç kapıyı!" deyip ayaklarının kendinden biraz uzağa, yere vurmaya başlayınca deli olma ihtimalini göz önünde bulundurdum. Biraz daha bunu yapmaya devam ederse kendine zarar verecekti.
Kollarını tutup "Hey sakin ol, ne yapıyorsun? Kendine zarar vereceksin." dedim.
Alayla suratıma baktığında kaşlarımı çattım. Birkaç saniye sonra zemin titremeye başlayınca ağaçtan tutunup gerilediğim anda yerin altından kapıya benzer bir hurda metal açıldı. Yürürken görsem tümsek sanacağım şeyin içinde büyük bir düzen var gibiydi. Yan yatmış ve toprağın altında kalmış bir uçağa benziyordu. Ellerim şaşkınlıkla ağzımla buluştu.
İsminin Mevsim olduğunu düşündüğüm kız-diğer kadından yaşça küçük görünüyordu- yeraltındaki ev veya mekanizmadan çıkarak kadını içeri ittirdi.
Sonra bana dönüp soğuk ve mesafeli bir sesle "İçeri gel." dediğinde tereddütle ona baktım. Şu konumda kimseye güvenim kalmamıştı. "Buraya gel, o benim ablam. Merak etme dışarıda Saltaklar varken içerisi dışarıdan daha güvenli." dediğinde şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.
"Sen... Saltaklar'ı nere-" Sözümü öfkeyle kesti.
"Peki gelme, canın nasıl istiyorsa. Dışarıda kaldığın sürece o baş ağrısını sürekli yaşayacaksın." dediğinde vakit kaybetmeden Şans'ı dışarıda bırakarak içeri girdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7. KASET
Fantasy30.03.2017 Az sonra ölecek olmak zerre canını acıtmazken, yan parkurdaki adamı gözlerinin içi canlıyken görememek, kalbinde çarpıntı yaratıyor, nefes alamıyor, adeta bir aslan gibi haykırmaya itiyordu. 7. Kaset'i bulmak zorundaydı fakat çoktan park...