I
(Boğaziçinin Anadolu yakasında, büyük bir yalının taşlığı. Karşıda ve orta yerde rıhtıma açılan
camlı kapı. Kapının sağ ve solunda, baklava biçiminde, demir parmaklıklı iki pencere; sağda ve
ortada çifte koldan yukarı kata çıkan merdiven. Merdivenin iki kolu içinde bahçeye bağlı antre.
Solda, birbirinden uzak iki kapı. Đki kapı arasında, üstünde çay takımları duran rönesans bir dresuar.
Her tarafta hasır koltuklar, tabureler. Orta yerde Đngiliz stilinde, büyük, yuvarlak, maun masa.
Tavanda, masanın merkezine doğru sarkan billur avize. Duvarlarda tek tük yağlı boya resimler. Đki
kanadı açık kapıdan çırpıntılı deniz ve Rumeli kıyıları görünür.)
BĐRĐNCĐ SAHNE
Husrev - Turgut
(Hasır koltuklara oturmuşlar. Turgut, elindeki deftere not alıyor. Bir iki sefer yazdıktan sonra
Husrev e bakar. Oturuş ve hareketler saygılı.)
11
HUSREV - Babası, kendisini bir incir dalına asmıştı.
TURGUT - Nitekim sonunda, o da kendisini bir
incir dalına asıyor.
HUSREV - Evet! Elinden çıkan kazaya kadar hiç düşünmediği bir şey, ondan sonra beynine öyle
yerleşiyor ki, o da tıpkısını yapıyor. Kendisini, evinin bahçesindeki ihtiyar incir ağacının dalına
asıyor.
TURGUT - Derler ki, bazı sanatkârlar eserlerindeki vak'aları, çok kere kendi hayatlarından alırlar.
Hiç olmazsa gördükleri, tesadüf ettikleri hâdiselerden çıkarırlar. Benim en çok merak ettiğim nedir,
biliyor musunuz? Acaba piyesinizin vak'asıyle hususî hayatınız arasında bir
yakınlık var mı?
HUSREV - (Düşünür, gülümser.) Lütfen ayağa
kalkar mısınız?(Turgut elindeki defteri tabureye bırakır. Şaşkın,
ayağa kalkar.)
HUSREV - (Eliyle camlı kapıyı gösterir.) Şu kapıyı biraz geçin! Oradan rıhtımın sol köşesine
doğru bakın. (Turgut kapının eşiğini biraz geçer. Sola döner, bakar.)
HUSREV - Ne görüyorsunuz? TURGUT - Büyük bir incir ağacı! HUSREV - Her dalında bir insan
çekecek kadar iri bir incir ağacı, değil mi? TURGUT - Evet!
HUSREV - Demin rıhtıma çıkınca nasıl oldu da bu ağacı görmediniz? Sizden biraz evvel gelen
gazeteciler, sözlerine, bahçemdeki incir ağacından giriştiler.
(Turgut, Husrev'i dinlemiyor gibi, dikkatle ağaca bakmaktadır.)
12
HUSREV - Ne kadar da merakla seyrediyorsunuz! Noel ağacı değil bu, âdi bir incir ağacı. Gelin
artık yerinize!
TURGUT - (Gelirken) Üstadım, istihzanızı anlamıyor değilim. Fakat bu incir ağacı bence çok
manâlı. Bahçenizde böyle bir ağaç olmasaydı, piyesinizdeki kahraman herhalde kendisini bir incir
dalına asmıyacaktı. Babası daha evvelce aynı ağaca asılmış olmayacaktı.
HUSREV - Öbür gazeteciler sizin kadar ileriye gitmediler. Yalnız aradaki tesadüfe işaret etmekle
kaldılar.
TURGUT - (Yerine oturur.) Piyesteki incir ağacı buluşu, belki bir çoklarınca teferruattır. Bence
değil. Onda yaşanmışa, hayattan alınmışa benzer bir koku var. Daha bahçenizdeki ağacı görmeden
bunu sezdim.
HUSREV - Hele gördükten sonra...
TURGUT - Şüphelerim büsbütün dirildi.
(O anda, rıhtımın sağ tarafından, Ulviye, Mansur, Selma görünür. Camlı kapıya kadar gelirler.
Orada dururlar. Hüsrevle Turgut, gelenlere bakar..)
13
ĐKĐNCĐ SAHNE Ulviye - Mansur - Selma - Evvelkiler
ULVĐYE - (Hüsrev'e) Sizi rahatsız ettik galiba?
HUSREV - Beyefendi gazetecidir. Kendisiyle piyesime dair konuşuyorduk. (Turgut'a Ulviye'yi
göstererek) Annem!
(Turgut ayağa kalkar, Ulviye'yi hürmetle selâmlar.
Ulviye kapıdan mukabele eder.)
ULVĐYE - (Yine Hüsrev'e) Uzun mu sürecek konuşmanız? Canımız çay içmek istiyordu.
HUSREV - Bir iki dakikalık işimiz kaldı. Biraz daha dolaşın bahçede...
(Deminkiler geldikleri tarafa doğru yürüyüp kaybolurlar.)
HUSREV - (Turgut'u iyice süzdükten sonra) Bana
hulâsa edin bakalım yazdığım piyesi.
TURGUT - Piyes, «Babam kendisini bir incir dalına asmıştı» diye başlıyor. Piyesin kahramanı,
babası intihar etmiş bir tip. Đhtiyar annesiyle beraber bir yalıda yaşı-
14
yor, yalının bahçesinde büyük bir incir ağacı. Babasının asıldığı ağaç. Efendim...
HUSREV - Devam edin!
TURGUT - Babası kendisini niçin asmış? Bilmiyoruz. Zaten kahramanımız da bilmiyor. O zaman
sekiz yaşında bir çocukmuş. Büyüdüğü vakit de kendisine esaslı bir şey söylenmemiş. Öyle değil
mi?
HUSREV - Dinliyorum.
TURGUT - (Heyecanlı) Günün birinde bu adam, sahnede gördüğümüz gibi, bir kaza neticesinde
annesini öldürüyor. Kaza isbat edildiği için serbest kalıyor. Fakat serbest kalmak mümkün mü?
Kendi kendisine öyle bir ceza vermiştir ki, ondan kurtuluş yoktur. Vicdan azabı, günden güne
pençesini beyninde derinleştiriyor. Birdenbire gözünde, o zamana kadar hiç dikkat etmediği bir şey
canlanıyor. Babasının akıbeti! Đkide birde, babam kendisini bir incir dalına asmıştı, diye söyleniyor.
Muvazenesi gittikçe bozuluyor. Artık annesinin acısı onda mücerret bir ölüm korkusu halinde
tecelliye başlıyor. Ölüm; sağı, solu, önü, arkası, her tarafı ölüm. Piyes, baştan başa bu adamın ölüm
korkusu ile dolu. Zaten ismi de «Ölüm Korkusu.» Yanlış mı görüyorum?HUSREV - Doğru görüyorsunuz. Netice?
TURGUT - Nihayet bu korku, bu görülmemiş korku onda o kadar büyüyor ki, ölümden kaçacağı
yerde ölümün kucağına atılıyor. Kendisini, evindeki incir ağacına asıyor. Babasının asıldığı incir
ağacına. Aynı ağaca. Piyes de bitiyor.
HUSREV -Yaşanmışa benzer bir koku, bu vak'anın neresinde?
TURGUT - Đncir ağacında. Niçin herhangi bir ağaç değil de incir ağacı? Niçin sadece ağaç değil de
incir ağacı?
15
HUSREV - (Dalgın) Evet, niçin sadece ağaç değil de incir ağacı! Bunu bana değil, fikri
sabitlerimize sorun! Çocuk, babam kendisini bir incir ağacına astı diye diye aynı akıbete
sürükleniyor. Bu fikri sabiti sadece ağaç diyerek canlandırabilir miyiz? Fikri sabitlerimiz, bir şeye .
takıldığı zaman, o şeyin basit, fakat çok esrarlı hususiyetlerine âşık olur.
TURGUT - O halde bu incir ağacı hikâyesine bir
hayâl oyunu mu diyeceğiz?
HUSREV - Başka ne olabilir?
TURGUT - Hayâlinizin bu oyununa bazı hakikatler rehberlik etmiş olamaz mı?
HUSREV - Ne tuhaf! Farzedelim ki bu incir ağacı fikrini, bana bahçemdeki ağaç verdi. Böyle
olmakla piyesteki vak'a, yaşanmış bir vak'a mı olur?
TURGUT - Durup dururken de bir intihar fikrini
bir ağaç nasıl verebilir?
HUSREV - Siz zorla, yazdığım piyesi yaşamış olmamı istiyorsunuz. Sizin fikri sabitiniz de bu!
TURGUT - Vallahi üstadım, belki ifade edemiyorum, sebeplerini söyleyemiyorum; fakat neden
bilmiyorum, bana böyle bir his geliyor. Mantıklı, mantıksız bunu duyuyorum. Bu eserin her
tarafından hakikat sızıyor. Siz
âdeta onu yaşadınız.
HUSREV - Nasıl yaşamış olabilirim? Madem ki, piyeste olduğu gibi annemi kaza ile öldürmüş
değilim. Henüz kendimi, bahçemdeki incir ağacına da asmış bulunmuyorum.
TURGUT - Rica ederim, ben bunu demek istemedim.
HUSREV - Ya?
TURGUT - Bu incir ağacını saran öyle hatıralar
16
bulunabilir ki...
HUSREV - (Yarı alaylı, yan mahzun) Bulunabilir, elbette bulunabilir. Bu incir ağacı, bilseniz bana
neler neler hatırlatmaz. Bütün bir çocukluk, bütün bir geçmiş zaman. Eski Đstanbul kadınlarını
bilmem hatırlar mısınız? Hayâl dediğimiz kudret işte onlardaydı. Benim bir büyükannem vardı ki,
bu incir ağacının dibinde, göze görünmez bir cin ve peri âlemi tasavvur ederdi. Çocukken, beni bu
incirin dibinde oynamaya bırakmazlardı. Bir gün, orada oynarken ayağım kayıp yere düştüm.
Sabahtan akşama kadar mutfakta, cinlerin öfkesini dindirecek şerbetler kaynadı. Sihirbaz
değneklerine benzer kepçelerle uzun uzadıya bir kazanı karıştırdılar. Đncirin dibine döktüler.
Cinler tatlıyı severmiş.
TURGUT - Đnsan istihzanızdan kaçacak yer bulamıyor.
HUSREV - Hâtıra sordunuz, ben de anlattım. Gazeteci değil misiniz? Sormak sizden, karşılığı
bizden.
TURGUT - Artık sizi rahatsız ettiğimi sanıyorum. Müsaadenizi alabilir miyim? Bana lütfettiğiniz
bir saatlik mülakat içinde, unutulmaz hayranlık dakikaları yaşadım. (Defterini katlar, cebine koyar)
Zaten sözlerinizi, ezbere tekrarlayacak kadar dikkatle dinledim.
HUSREV - (Ayağa kalkar) Güle güle dostum! Fakültedeki psikoloji derslerinize bilhassa
ehemmiyet verin!
Çok istidadınız var.
TURGUT - (Eğilerek) Allahaısmarladık efendim.
HUSREV - Durun, ben sizi geçireyim. Sandalınız bekliyor değil mi?
TURGUT - Evet efendim.
(Turgut önde, Husrev arkada rıhtıma çıkarlar. Turgut durur. Sol tarafa bakar.)
17
TURGUT - Her şeye rağmen bu ağaç gözümde çok esrarlı kalacak. Ne de ihtiyar bir ağaç!HUSREY - Kırkbeş, elli yaşlarında var.
TURGUT - (Arkasında kalan Husrev'e âni bir dönüşle) Tek bir sual daha sormama izin verir
misiniz?
HUSREV - Buyurun!
TURGUT - Pederiniz öleli kaç sene oldu?
HUSREV - Bunu ne yapacaksınız?
TURGUT - Sizin gibi bir sanatkâra ait her şey bir? gazeteci için mühimdir.
HUSREV - (Biraz haşin) Mahremiyetime bu kadar girilmesini sevmem.
TURGUT - Affedersiniz. Allahaısmarladık.
HUSREV - Güle güle.
(Turgut, sağ taraftan kaybolur. Husrev, düşünceli içeriye girer. Soldaki dresuarın önüne kadar gelir.
Kaynayan semaveri seyreder gibi durur. Sonra döner. Denize bakar. O ânda camlı kapının sağından
Mansur'la Selma goru-nür.)
ÜÇÜNCÜ SAHNE Mansur - Selma - Husrev
MANSUR - (Husrev'e) Nihayet başbaşa kalabildik. Gazeteci gitti.
HUSREV - Giderken sana da bir şeyler sormak istemedi mi?
MANSUR - Bana ne sorabilirdi ki?
HUSREV - Şunu sorabilirdi: Siz ki, «Ölüm Korkusu» piyesinin baş rolünü yapmış aktörsünüz ve
muharririn en yakın dostusunuz, elbette bilirsiniz: Piyesteki vaka muharririn başından geçmiş bir
vak'a mıdır, değil midir?
MANSUR - O da ne demek?
HUSREV - Bunu bana sordu da.
MANSUR - Olur saygısızlık değil.
HUSREV - Saygısızlık-da lâf mı? O bunu bir hak diye yapıyor. Sen kendi cebini karıştmrsan
saygısızlık mı etmiş olursun? Biz onların ceplerinden farklı bir şey değiliz. Ellerini uzatıyorlar ve
bizi karıştırıyorlar. Ağzınızı açın, dişlerinizi sayacağım dese, ağzını açmaya, dişlerini
saydırmaya mecbursun.
MANSUR - Kuzum, neler söylüyorsun?
HUSREV - Elbette mecbursun. Onun elinde müthiş bir silâh var. Seni tanıması, seni meşhur kabul
etmesi.
MANSUR - Tanınmış olmak bir yüzkarası mı?
HUSREV - Tamamiyle aksi. Bir şeref. Öyle bir şeref ki alıcısı sen, vericisi o. Veren taraf bu işte,
farkına varmadan, vermiş olmanın selâhiyetiyle hareket ediyor. Seni merak ediyor. Yediğin
yemeği, giydiğin elbiseyi, yattığın yatağı... Daha devam edeyim mi?
MANSUR - Gazeteci buna benzer şeyler de mi
sordu?
HUSREV - Sormadı. Fakat sorabilirdi. O, bu merakın simsarıdır. Yarın gelip yine sorabilir. Yarın
gelip unuttuğunu isteyebilir. Tıpkı burada bastonunu unutmuş
gibi.
SELMA - (Demindenben dikkatle dinlediği Hus-
rev'e yaklaşır) Bunları niçin tabiî bulmuyorsunuz? Büyük adamları merak ederler.
HUSREV - (Selma ile karşı karşıya) Büyük adam ben miyim? Nasıl olur? Ben bir başıma, kendi
kendime, kendi gözümde büyük adam olabilir miyim? Araya bu farkı koyan başkaları. Đşte bu
başkalarıdır ki, bana büyüklüğü kondurduktan sonra beni en küçük insan haklarından uzak görüyor
ya. (Yan tarafta kalan Mansur'a döner). Bak sen: Bir adam çıkıyor, bir eser veriyor. Kimse onu
tanımayı aklından geçirmezken o kendi kendisini tanıtıyor. Artık yaptığı işin uğraşılacak yeri
kalmamıştır. Bütün alâka, bu adamın miskin taraflarına dönüyor. Suratımız, nüfus kâğıdımız, hayat
künyemiz... Đşte meraka değer şeyler. Benim için neler yazmadılar! Nelerimi merak
20
etmediler! (Đki elini, taaccüp ifade edercesine, iki tarafa kaldırır) Söyleyin Allah aşkına! Ben nasılsa
karaya vurmuş garip bir deniz hayvanı mıyım? Beni kalabalık bir sokakta, bir dükkânın çengeline
mi aşmalılar? Gelen geçen beni beş kuruşa seyir mi etmeli? Yosunlar, kayalar ve sessizlikler içinde
yalnız kalmaya muhtaç değil miyim? (Elleri yanına düşer) Ben de bir insanım. Hiç birfevkalâdeliğim yok. Bir kadere bağlıyım. Bir takım zaaflarla doluyum. Belki herkesten daha zayıf.
SELMA - Siz kuvvetlisiniz. HUSREV - (Yine Selma'ya döner) Ben çok zayıfım. Onun içindir ki
mahrem tarafımın hakkını müdafaa ediyorum. Mahremin cazibesini duyuyorum. Bu belki bir
kuvvet iştiyakıdır. Fakat temeli zaaf. Bir insanın yalnız kendisine mahsus, böyle bir gizlisi
olduğunu kabul etmez
misin?
(Selma önüne bakar. Cevap vermez.)
HUSREV - Söylesene Selma!
SELMA - Çok bağlı olduğum bir duyguya dokundunuz.
HUSREV - Bu, benliğimizin öyle bir tarafı ki, yaralı bir parmak gibi sargılar içindedir. En keskin
ağrıyı bu sargılar çözülürken duyarız. Đnsan orada bütün bahtıyle yalnızdır. Eksikleri, fazlaları,
korkuları, enînleri, bezginlikleri, hasretleri, her şeyleri.
SELMA - Bana âdeta kendimi seyrettiriyorsunuz. (Husrev cevap vermez. Camlı kapıya doğru
gider. Eşikte durur. Mansur'la Selma yerli yerinde.)
HUSREV - (Uzakta kalan Mansur'la Selma'ya doğru) Bir piyes yazıyorum. Orada ölüm korkusunu
yaşatmak istiyorum. Evime gazeteciler doluyor. Bahçemde bir incir görüyorlar ve soruyorlar:
Piyesinizdeki kahramanın babası, kendisini bir incir dalma asmıştı. Bu fikri size
ağaç mı verdi?
MANSUR - Ne mânâsız sual!
HUSREV - Demek istiyorlar ki, sakın sizin asıl babanız kendisim bu ağaca asmış olmasın? (Sola
döner. Sanki ağaca bakıyor. Değişik bir tonla) Hakları var. Babam kendisini işte bu incir ağacına
astı. (Bir kaç saniye ağaç istikametinde bakar. Sonra orta yere doğru yürür.) Şimdi evin
pencerelerini açıp herkese bağırmalı mıyım? Ey ahâli, beni dinleyin! Ben kendisini işte bu ağaca
asan babanın oğluyum. Piyesimdeki vak'a buradan geliyor. Öğrenin! Merakınız geçsin.
SELMA - (Elleriyle yüzünü kapar) Aman susun,
susun!
HUSREV - Selma, babam, senin de dayın, öleli
otuz sene oluyor. Sen onu hiç tanımadın. Hoş, ben de tanımadım ya. Öldüğü zaman küçük bir
çocuktum. Tıpkı
piyeste olduğu gibi.
SELMA - Sizden rica ederim, boyuna piyesinizle
mukayeseler yapmayın!
HUSREV - Ben mi yapıyorum? Yapıyorlar. Piyesimi yaşamış olmamı istiyorlar. Şimdi onları
memnun etmek için ne yapmalıyım biliyor musun?
SELMA - Susun, susun!
(Camlı kapının sağından Ulviye gelir. Kapıyı birkaç adım geçer, durur).
22
DÖRDÜNCÜ SAHNE. Ulviye - Evvelkiler
HUSREV - (Annesini görür görmez) Nerdesin an-
ne?
ULVĐYE - Gazeteciyle konuşuyordum.
HUSREV - Nasıl? O, daha gitmedi mi?
ULVĐYE - Şimdi gitti.
HUSREV - Fakat bana veda ettiği zaman sandalına doğru yürüdü. Ben onu hemen gitti sandım.
ULVĐYE - Hayır. Yanıma geldi ve benden birşey-
ler sordu.
HUSREV - Ne gibi?
ULVĐYE - Babanı sordu. Öleli kaç sene oluyor,
dedi.
HUSREV - Ya sen ne dedin?
ULVĐYE - Senin de bildiğini söyledim. Otuz seneye yakın, dedim.
HUSREV - (Heyecanla) Sonra?
ULVĐYE - Bu ölüm tabiî bir ölüm müydü diye sor23
du. Birdenbire cevap veremedim. Sıkıldığımı gördü. Affını istedi. Bunu büyük bir sanatkârın
hayatını öğrenmek için yaptığını söyledi. Ben de anlattım.
HUSREV - Anne, böyle bir şeyi nasıl söylersin?
ULVĐYE - Herkes bilmiyor mu?
HUSREV - Muhitindeki birkaç kişiyi herkes mi sanıyorsun. Bak gör, şimdi beni nasıl tefe
koyacaklar.
ULVĐYE - (Bir koltuğa oturur) Oğlum! Ben bu insanların maksatlarını ne bileyim? Soruşu
tuhafıma gitmedi değil. Fakat cevap vermekten kendimi alamadım. Hali çok terbiyeliydi.
Maksadını temiz ve güzel gösteriyordu,
HUSREV - Kabahat senin değil, onu evime kabul
ettiğim için benim.
(Husrev, canı sıkılmış, bir koltuğa oturur. Bir iki saniye sükût. Mansur ona doğru ilerler.)
MANSUR - Oldu olacak, artık kendini üzme. Hem hatırımdayken sorayım. Hani senin piyesine
almadığını söylediğin bir takım tahliller vardı, onları bana verecektin. Nerdeyse misafirler gelecek,
yine unutulacak.
HUSREV - Kim bilir nerede? Şimdi arayamam.
MANSUR - Rica ederim bul onları. Bugün ala-mazsam ne vakit alabileceğim?! Sık sık
geçemiyorum bu
yakaya.
SELMA - (Husrev'e) Ben biliyorum kâğıtların nerede olduğunu, isterseniz vereyim.
HUSREV - (Kaşlar çatık) Nereden biliyorsun?
SELMA - Geçen gün kitaplarınızı ben düzeltmemiş miydim? Onları bir köşede buldum.
Çekmecenize
yerleştirdim.
HUSREV - Ver öyleyse Mansur'a! Mansur! Çık
yukarıya Selma ile beraber, versin.
24
(Selma önde, Mansur arkada, sağdaki merdivenden çıkarlar. Husrev hâlâ asık yüzlü, Selma ile
Mansur'un ayak sesleri kaybolunca Ulviye'ye döner.)
HUSREV - Sana bir haberim var. Mansur birkaç
gün evvel benden Selma'yı istedi.
ULVĐYE - Yâ! Ne cevap verdin?
HUSREV - Cevabı ben vermiyeceğim. Selma verecek. Mansur çok iyi bir çocuktur... Yegâne
dostumdur diyebilirim. Sor bakalım Selma'ya! Mansur sabırsızlanıyor.
ULVĐYE - Sen sorsan daha iyi değil mi? Selma seni çok sever. Elinde büyüdü gibi birşey. Babası
yerinde-
sin.
HUSREV - Benim bir genç kıza böyle teklifler
yapmak hoşuma gitmez. Sen kadınsın. Onun yengesisin. Senin söylemen daha yakışık alır.
ULVĐYE - Eğer Selma'mn Mansur'u kabul etmesini istiyorsan sen söyle! Onun üzerinde, sen
hepimizden
daha tesirlisin.
HUSREV - Bu meselede Selma'ya tesir etmek istemem. Fakat söyliyeceğim.
(Merdivenden ayak sesleri gelir. Selma ile Mansur inerler.)
25
BEŞĐNCĐ SAHNE Selma - Mansur - Evvelkiler
MANSUR - (Elindeki kâğıtları cebine yerleştirirken) Eğer Selma olmasaydı bugün de
alamayacaktım bu notları.
SELMA - (Mansur'a) Onları ben çok sevdiğim için sizin de okumanızı istedim.
HUSREV - (Selma'ya) Demek okudun da Selma!
SELMA - Evet, itiraf ederim. Eserinize ait bir parça olduğunu görünce okumak arzumu
yenemedim. Darıl-dınız mı?MANSUR - (Husrev'e) Niçin almadın bu parçalan piyesine?
HUSREV - Bir piyes kadrosuna sığmayacak kadar uzun tahliller. Onları kendim için sakladım.
(O sırada, ön kısma yakın soldaki kapıdan hizmetçi kız girer.)
26
ALTINCI SAHNE Hizmetçi Kız - Evvelkiler
(Hizmetçi kızın elinde bir tepsi vardır. Tepsiden orta masasına, çayla beraber alınacak yiyeceklere
mahsus tabakları bırakır. Hizmetçi kız, işi yaparken onlar konuşmalarını kesmez.)
MANSUR - Notlarda neden bahsediyorsun?
HUSREV - Ölümden.
MANSUR - Kafan bir arı kovam gibi hep ölüm ih-tizazlanyle dolu. Hep ölümle meşgulsün.
HUSREV - Ondan başka meşgul olunacak ne var? (Hizmetçi kıza) Saat kaç kızım?
HĐZMETÇĐ KIZ - Beş buçuk efendim.
HUSREV - (Kendi kendine) Ne de çabuk geçiyor saatler!
(Hizmetçi kız, geldiği yerden çıkar. Selma masayı tanzimle meşgul. Sağdaki antreden Osman
görünür.)
27
YEDĐNCĐ SAHNE Osman - Evvelkiler
OSMAN - (Husrev'in önünde durur) Şeref Bey'le hanımı geldiler. Ne emredersiniz?
HUSREV - Nevzat Bey de beraber değil mi?
OSMAN - Hayır efendim.
HUSREV - Peki, al onları rıhtıma! (Ulviye'ye döner) Anne! Sen Mansur'la beraber misafirleri
karşıla! Daha erken. Çaydan evvel biraz rıhtımda oturursunuz.
(Ulviye ve Mansur, Osman'ın peşinden antre yoluyla çıkarlar. Selma, orta masasını düzeltmiş,
şimdi semaverle uğraşmakta. Husrev ayağa kalkar. Selma'ya doğru yürür. Selma Husrev1 e arkasını
vermiştir.)
HUSREV - Selma!
SELMA - (Geriye döner) Efendim!
HUSREV - Seninle konuşulması güç bir mevzua gireceğim.
SELMA - Buyurun efendim!
HUSREV - Dedim ya, konuşulması biraz güç. Mi-
28
zaçım bu işin alışılmış mukaddimelerine de yabancı. Görüyorsun ya, ne kadar beceriksizim.
SELMA - Mukaddimesizce söylemek istemez misiniz?
HUSREV - Senelerdir yanımdasın. Sana babalık ediyorum. Bu bakımdan, senin hakkında, benden
bir delâlet isteyen bir müracaatla karşılaştım.
SELMA - Çok kapalısınız.
HUSREV - Eğer bu müracaatı yapan, sevdiğim biri olmasaydı delâlet hakkımı kullanmak
istemezdim. Teklifini hiç duymamış gibi yapardım.
SELMA - Merak içindeyim.
HUSREV - Mansur, onu kocalığa kabul edip etmeyeceğini soruyor. Ne dersin?
SELMA - (Başını önüne eğer... Yüzünde rahatsız olmaktan başka intiba yok. Birden başını kaldırır.
Bulanık bir tebessümle Hursev'e bakar.) Bu, sizce münasip mi?
HUSREV - Bence münasip olacak veya olmayacak bir şey yok. Aranızda ben yoğum. Bence
münasip olan, iki sevdiğim insanı tamamiyle serbest bırakmaktır. Karar senin.
SELMA - Hiç bir fikrim yok.
HUSREV - Mansur hakkında mı?
SELMA - Hayır. Evlenme hakkında. Hiç düşünmedim.
HUSREV - Biz bir çok şeylere karşı kayıtsız olabiliriz. Fakat onlar bize lâkayıt kalmaz. Mutlaka
kendisini .düşündürür. Bir karar ister.
SELMA - Ben düşünmemekte ısrar ediyorum.HUSREV - Selma, bilemezsin bu teklifteki rolüm ne sıkıntılı! Böyle bir vesileyle bir genç kızın
mahremi-
29
yetine hiç de sokulmak istemem. Sen de düşündüklerini bana söyleyemezsin. Fakat bir mevkiim
var. Senin veli-nim. Vazifemi yapmamak elimde mi? Onun için, sana hiç his ve fikir karıştırmadan,
gayet dürüst olarak meseleyi haber veriyorum. Sen de bana, benim kadar dürüst cevap
ver.
SELMA - Size sizin kadar dürüst, cevap vermek.
His ve fikir karıştırmadan.
HUSREV - Evet.
SELMA - O halde bana bu teklifi yapmamış olun!
HUSREV - Öyle mi Selma?
SELMA - Evet.
(Camlı kapının sol tarafından Zeynep görünür. Üstünde, itina edildiği belli yazlık bir kostüm.
Giyimi ve tavırları hoppa. Kapıda manâlı bir gülüşle durur. Selma'nın dikkat ettiğini görünce
Husrev de o tarafa bakar.)
30
SEKĐZĐNCĐ SAHNE Zeynep - Evvelkiler
ZEYNEP - Çağırılmadan geldim. Biraz uygunsuz amma, affedileceğimi umuyorum.
(Selma olduğu yerden vakarlı ve soğuk, Zeynep'e bakmakta devam eder. Husrev, Zeynep'e doğru
birkaç adım atar. Zeynep de ona yaklaşır. Elini uzatır. Husrev de bu eli kuru bir hareketle sıkar.)
ZEYNEP - Hem de başbaşa konuşurken rahatsız ettim. Çok yazık...
HUSREV - Ehemmiyeti yok.
SELMA - (Husrev'e) Ben müsaadenizle gidiyorum.
HUSREV - Peki Selma. Söyle misafirlere, artık çayımızı içebiliriz.
SELMA - Şimdi.
(Selma yürür. Zeynep onu durdurur.)
ZEYNEP - Selâm vermeden mi gidiyorsunuz, Selma Hanım?
31
SELMA - Affedersiniz. Safa geldiniz.
ZEYNEP - Çay için daha erken sanıyorum. Onlar denizi seyrediyorlar. Bu vakitler Boğaz o kadar
güzel ki. Hiç bozmayın rahatlarını! Kendileri gelirler.
(Selma, Husrev'e bakar. Husrev, kaşlarını çatmıştır.
Hiç bir şey söylemez.)
SELMA - (Zeynep'e) Nasıl isterseniz.
(Selma, camlı kapıdan çıkar. Zeynep, müstehzi, Selma'yi arkasından süzmekte. Selma, soldan
kaybolur. Husrev, olduğu vaziyette. Zeynep Husrev'e bakar.)
HUSREV - Nasıl kendi kendinize müsaade edersiniz, anlamam. Bir genç kız önünde bu hareket?
ZEYNEP - Nasıl hareket?
HUSREV - Evvelâ herkesi bırakıp buraya bir başınıza gelebiliyorsunuz. Sonra da Selma'ya,
benimle yalnız kalmak istediğinizi açıkça hissettirmekte mahzur görmüyorsunuz.
ZEYNEP - Ödeştik. Siz de benimle yalnız kalmamak için herkesi çağırttınız.
HUSREV - Bir cemiyet içindeyiz. Riayete mecbur
olduğumuz kaideler var.
ZEYNEP - (Birdenbire sinirli ve şımarık) Husrev,
ciddi mi bunlar?
HUSREV -Bu tarzda konuşmayalım.
(Zeynep bir koltuk çekip oturur. Husrev'e diktiği
gözlerinde kinli bir ışık.)
ZEYNEP - Her zamanki haşin tabiat!
HUSREV - Mizacım!
ZEYNEP - Bundan sekiz sene evvel böyle miydin?HUSREV - Görüyorsunuz ki şu ân ve bu yer hissî olmaya, tahammül edecek gibi değil.
Görüyorsunuz ki senli benli konuşmaktan rahatsız oluyorum.
32
ZEYNEP - Aramızda resmîlik! Ne gülünç!
HUSREV - Belki bunun aksi gülünç.
ZEYNEP - (Heyecanla) Ne diyorsunuz?
HUSREV - Sizi bilemem. Fakat ben yaşımın kanunlarına uymaya mecburum. Benim yaşımda, bir
delikanlı gibi davranılamaz. Saçlarımızın aksine, o yaşta beyaz olan birçok şey vardır ki, bu yaşta
karadır.
ZEYNEP - Đnsan hararetini kaybedince böyle düşünür.
HUSREV - Bu bahsi kapatalım, ister misiniz?
(Husrev, bir iki adım uzaklaşır. Zeynep'e yanını verecek surette bir koltuğa oturur. Zeynep,
Husrev'i her haliyle takip etmekte.)
ZEYNEP - Benimle konuşmaktan sıkılıyorsunuz.
Size, söz söylemek arzusunu bile veremiyorum.
HUSREV - Arzularım kendi kendisine ölüyor.
Suçlu siz değilsiniz.
ZEYNEP - Arzu ölür mü?
HUSREV - Onu can sıkıntısından bunalanlar bilir. Hayatla aralarında cama benzer şeffaf bir engel
vardır. Sinekler gibi çvrpmırlar, bu cam delinmez.
ZEYNEP - Açıkça söyler misiniz? Manzaram sizi
sıkıyor, öyle mi?
HUSREV - Manzaralar bazan sıkıntımızın elbiselerini giyer.
ZEYNEP - Devam edin, devam edin! Bütün hakaretlerinize razıyım.
HUSREV - Ben size hakaret etmiyorum. Çok faydalı bir şeyi anlatmak istiyorum. Aramıza bir
parça mesafe koymamız lâzım. Bu bir sanat meselesidir. Birbirimize bu kadar abanmamalıyız.
Abandığımız zaman da ne bileyim, birimizin ağırlığı öbürüne bir tüy kadar gelmeli. Ah,
33
bunlar anlatılmaz. Beni niçin konuşturuyorsunuz?
ZEYNEP - Konuşun, konuşun!
HUSREV - (Gözleri dalgın, orta yere doğru söyler, sanki Zeynep yok.) Đstediğim şeyleri
söylüyorum. Bunları söylemek rahatsızlığımı büsbütün arttırıyor. Çok yalnızım. Yalnizlığımı
gidermek için aldığım her tedbir,
yalnızlığımı çoğaltmak oluyor.
ZEYNEP - Anlıyorum. Ben de bu tedbirlerden biriyim.
HUSREV - Siz tabiî şevklerini sıhhatle duyan bir
insansınız. Kendinizi kolayca onlara bırakabiliyorsunuz. Bense öyle değilim. Đçim vehim,
zevksizlik ve hasta hesaplarla dolu.
ZEYNEP - Demek birbirimize bu kadar yabancıyız?
HUSREV - Bundan şikâyet niçin? Sekiz sene evvel bu yabancılık yüzünden yaklaştık. Şimdi onu
aşındırmaya bakmalıyız. Yabancılığın bir sırrı var. Kurcalanmaz, örselenmezse iki ayrı insan
arasında bir büyü bırakabilir. (Ayağa kalkar) Zaten her şey bir büyü işi. Büyülere dikkat etmeyi
bilmeliyiz.
(Husrev ayakta, Zeynep'e doğru. Zeynep Husrev'i
hain bir dikkatin içine almıştır.)
HUSREV - Bana bir düşman gibi bakıyorsunuz.
ZEYNEP - Muhakkak ki düşmanınızım.
HUSREV - Kimse bana kendim kadar düşman değil!
(Göz göze kalırlar. Sağdaki antreden Osman çıkar.)
DOKUZUNCU SAHNE Osman - Evvelkiler
OSMAN-(HH-v'e)DoktorNevzatBey geldiler.
HUSREV-Burayaal!
asabî, gözleri HusreVinZEYNEP-
HUSREV -(Başını geriye
ğiliz.
34
ONUNCU SAHNE Nevzat - Evvelkiler
HUSREV - (Nevzat'ı görünce) Merhaba doktor!
NEVZAT - (Gelirken) Merhaba dostum. (Hus-rev'in elini sıkar. Zeynep'i görür.) Nasılsınız
hanımefendi?
ZEYNEP - (Gülmeye çalışarak) Teşekkür ederim.
NEVZAT - {Zeynep'in elini öper. Husrev'e döner.) Herkes piyesinden bahsediyor. Görülmemiş
muvaffakiyet doğrusu!
HUSREV - Ben bıktım artık ondan.
NEVZAT - Sen bıkabilirsin amma biz bıkmıyoruz. Herkes onun bir cephesiyle alâkadar. Bense
marazı tara-
fıyle.
ZEYNEP - (Nevzat'a) Tabiî bir şey. Ruh hastalıkları doktoru başka ne tarafıyle alakadar olsun?
NEVZAT - Ciddî söylüyorum hanımefendi. Bu eser, içindeki marazî psikoloji bakımından
fevkalâde mühim. Ruh doktorluğu ondan birçok dersler alabilir. Zaten
36
üzerinde bir etüde başladım.
HUSREV - Sakın bu işi yapayım deme!
NEVZAT - Niçin?
HUSREV - Hilkat galatları, tımarhane tipleri gibi bir de tıp neşriyatına karışmayalım. Đşlettiğin
hususî klinikte deliler sana kâfidir. Bol bol mevzu ve unsur verebilirler.
ZEYNEP - (Nevzat'a) Öyle mi Nevzat Bey?
Hususî bir klinik mi açtınız?
NEVZAT - Evet hanımefendi! Dört aydan beri hususî bir kliniğim var. Gazeteler uzun uzadıya
bahsettiler. Duymadınız mı?
ZEYNEP - Hiç duymadım. Bu klinikte tabiî yalnız
sinir hastalarına bakıyorsunuz.
NEVZAT - Yalnız sinir hastalarına.
ZEYNEP - Bari çok mu hastalarınız?
NEVZAT - Sormayın efendim, sormayın. Her taraf asabî hastalarla dolu. Bunlardan bir çoğu da
hasta olduk- . larını bilmezler. Kendilerini dünyanın en sıhhatli insanı
farzederler.
HUSREV - (Zeynep'e doğru) Nevzat'a sorarsanız
dünyanın dörtte üçü delidir. Hele bütün birinci safta gelenler: Peygamberler, sanatkârlar, âlimler,
inkılâpçılar...
NEVZAT - (Husrev'e) Đnsan durup dururken de tabiî saflardan çıkamaz. Böyle olması için tabiî
olmayan
bir sebep lâzımdır.
HUSREV - (Öfkeli) Boyuna tabiî olmayan insanı tarif edersiniz. Bir de tabiî insanı etsenize! Kim
bilir meydana nasıl bir tip çıkar? Vahşilerin putları gibi bir şey. Đnsan şeklinde bir odun. Hafızası,
hayali, teessürü yok. Đttiğin zaman gidiyor, bırakınca duruyor. Bu mu tabiî adam?
37
NEVZAT - Yooo! O kadar büyük bir iddiamız yok.
HUSREV - Sizin o kadar büyük bir iddianız var ki deli sandığınız hiçbir insan nevinde bu kadarı
bulunmaz.
NEVZAT - Neymiş o iddia?
HUSREV - Hükümleriniz! Hassasiyeti biraz taşkın insanlar hakkında kesip biçtiğiniz hükümler'.
Bütün insanlığın eşsiz bir manzara gibi seyrettiği bir başa, idrak ıstvraplarıyle alev alev yanan bir
başa, bir hükmünüzle takabileceğiniz yafta! Bu ne iddia farkında mısınız?NEVZAT - Böyle deme Husrev! Bizim elimizde şaşmaz metodlar var. Şimdi senin ölüm korkusu
piyesin-deki tipi normal bir adam kabul edebilir miyiz? Babası ker dişini bir incir dalma asmış.
Marazîlik verasetle geliyor.
HUSREV - Demek babası intihar etmiş her insan marazîdir?
NEVZAT - Şüphe etme!
HUSREV - Hâdiseleri ne kaba çerçeveler içinde hapsediyorsunuz. Dünya umduğunuz gibi dört
köşe değil.
NEVZAT - (Parmağını Husrev'in ağzına doğru uzatır) Đşte bu mülâhazalar da anormal!
HUSREV - Zaten ben senin nazarında bir deliyim.
NEVZAT - Amma frenleri sağlam bir deli. Cemiyete faydalı marazîler de senin smıfındandır.
(Zeynep'e döner) Öyle değil mi hanımefendi?
ZEYNEP - Benim bu işlere aklım ermez.
HUSREV - (Zeynep'e) Madem ki akimiz ermiyor, merak etmeyin! Siz sıhhatli ve normal bir
insansınız.
(Camlı kapının solundan Ulviye ve Şeref görünür. Arkalarından Mansur'la Selma gelmektedir.)
ONBĐRĐNCĐ SAHNE Ulviye - Şeref - Mansur - Selma - Evvelkiler
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ADAM YARATMAK. (NECİP FAZIL KISAKÜREK)
Fiction généraleHayatını kendi yazdığı piyeste bulan bir adamın hikayesi.........