III/yeşil+tulumlar

4.7K 470 177
                                    

Saçların uçuşurdu rüzgârdan.
Yanından seni seyrederdim.
Güneş yakardı, deniz yanardı..
Sen konuşurdun, dinlerdim.

6 Mayıs 2015
Daegu

Üç gün boyunca durmadan kafeye uğrayan Tae Hyung sürekli peşimden dolanıyor, bana saçma sapan şeyler anlatıyordu. Üstelik yanında getirdiği arkadaşlarıyla mutlaka bir yerlere zarar veriyor, beni patronumla yüzgöz ediyordu. İnsanların buraya bir şeyler yemeğe geldiği halde onun sürekli sipariş verip hiçbir şey yememesi sinirimi bozuyordu. Üstelik hiçbirini paket yaptırmadan öylece masanın üzerinde bırakıyor, parasını ödeyip yüzüme aylak aylak gülümsedikten sonra kafeden çıkıyordu. Her defasında kafeyi ne zaman kapatsam, birden dışarıda bir yerlerde beliriyor ve buralardan geçtiği bahanesini uydurarak beni evime kadar bırakıyordu. Her defasında söylediği küçük yalanlar yetmiyormuş gibi bir de evlerimiz birbirine yakınmış gibi davranıyordu.

Bana karşı olan hislerini az çok tahmin edebiliyordum fakat şu an ona karşılık verebilecek bir durumda değildim. Yoğunlaşmam gereken başka şeyler vardı. Ödenmesi gereken ev kiram, huzurevinde bakımını üstlenmek zorunda olduğum bir büyükannem ve yeri geldiğinde teslimat yeri geldiğinde de garsonluk işleri yapmam gereken yoğun bir işim vardı. Yani ona ayıracak zamanımın olmamasından daha çok vakit yaratabilecek bir ana bile sahip değildim. Bu yüzden onu şimdilik rafa kaldırmam gerekiyordu.

"Yun Hee, altı numaralı masanın hesabını al ve daha sonra tezgaha bıraktığım adrese yanındaki paketi teslim et.

"Anlaşıldı, Chang Wook." Genelikle kasada duran Chang Wook'a kısa bir kafa sallama ile onay vererek altı numarada çoktan hesabını, defterin arasına koyan ve kalkmaya hazırlanan çiftin yanına ilerledim.

"Afiyet olsun efendim, yine bekleriz." Teşekkürlerini sunup yavaş yavaş uzaklaştıklarında masayı elimdeki bezle silerek hesap defterini aldım. Ardından yüzümdeki gülümsemenin solmasına izin verdim. Cadedeki çoğu dükkan öğle molasına girmişti bile ama Tae Hyung hala kafeye uğramamıştı.

-

Elimdeki paketi sıkı sıkı kavrayarak zili çaldım. Fazla göz önünde olmayan müstakil, sıradan bir evin kapısının önündeydim şimdi. Bakımsız küçük bahçeye göz atarken kapı açıldı.

"Oh, merhaba." Beni büyük bir coşkuyla karşılayan Tae Hyung'a şaşkınlıkla baktım.

"Şey.. merhaba?" Elimdeki paketi usulca ona doğru uzattığımda iki eliyle öne doğru eğilerek karşıladı beni.

"Nasılsın?" Dedi yüzündeki tasasız gülümsemesiyle.

"İyiyim, teşekkürler."

"Bugün kafeye gelemedim birkaç işim vardı, kusura bakma." Omzumu silkerek ellerimi iki yanımda sallandırdım.

"Neden kusura bakayım ki?" Kaşlarını kaldırarak kutuyu içeride hemen köşede olduğunu tahmin ettiğim komodine bıraktı.

"Ne yani gelmemi istemiyor musun ya da ne bileyim, beklemiyor musun?" Salladığım kollarımı durdurarak gözlerine odaklandım. Ardından gözlerine dökülen rengi solmuş, yeşil perçemlerine.

"Kafeye eğer sen istiyorsan gelmelisin. Ben istiyorum veya istemiyorum diye değil." Göz bebekleri büyüdü ve beklentiyle bakmaya başladı yeşil perçemlerinin ardından.

"Peki ya gelmemi istiyor musun?" Bunu yapmak her ne kadar zor olsa da, gözlerine bakmama engel olan yeşillerini parmaklarımla geriye doğru itmek istesem de bir gülümseme takındım yüzüme. Samimiyetsiz, zorunluk dolu bir gülümseme.

"Hayır."

İşte ben, o gün Tae Hyung'a ilk yalanımı söyledim. Bu sefer benim değil, onun kapısının önündeydik.

6 Mayıs 2017
Seul

"Yun Hee." Tae Hyung, içerideki yatak odasından bağıra bağıra geldiğinde boş boş ekranına baktığım televizyondan çektim bakışlarımı.

Elindeki torbalarla birlikte zıplayarak koltuğa oturdu. Yerimde hoplayıp kumandayı yere düşürdüm.

"Yavaş ol biraz, Tae." Bacaklarını bacaklarımın üzerine uzattı ve torbaları önümde salladı.

"Hayır, olamam." Sırıtarak kafasını iki yana salladı.

"Çünkü harika şeyler aldım, bebeğim. O kadar harika ki bütün evi koşarak gezmek istiyorum." Asık tutmaya çalıştığım yüzümü kaplayan gülümseme ile dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Neler aldın bakalım?" Tek tek torbaları ters çevirip içindekilerin düşmesini sağlarken çocuk gibi bağırıyordu.

"Tulumlar! Minicik, harika, çok tatlı tulumlar aldım Yun!" Kucağıma düşen renk renk bebek kıyafetlerine bakarken kıkırdadım.

"Aman tanrım, daha çok erken değil mi Tae Hyung? Cinsiyeti bile belli değil." Kucağımdaki tulumları avuçlayarak gözümün önünde salladı.

"Sevgilim, şunlara bakar mısın? Hem nasıl almam, mağazaya girdiğim an çıldırdım." Büyük avuçlarına sıkışan yeşil bir tanesini aldı ve gerisini kucağıma geri bıraktı.

"Şunun renginin güzelliğine bak. Cinsiyeti ne olursa olsum giydiririm ben bunu bebeğime." Tekrar kıkırdadım.

"Benden daha çok sevindin sen bu işe." Dudaklarının ağzından bir 'hah' sesi çıktı.

"Sevineceğim tabii. Benim olağanüstü tohumlarım sayesinde karnında mini minnacık bir dünya harikası var." Elindeki tuluma vurarak düşmesini sağladım ve kaşlarımı çattım.

"Senin o tohumların ben olmasam bir hiç, Tae Hyung." Biçimli parmakları yanaklarımı kavradı ve yüzüme doğru yaklaştırdı yüzünü. Burnunu burnuma sürttü ve tüm dişlerini gösterek sırıttı.

"Biliyorum, aşkım. O bebeğin annesi sen olduğun için bu kadar mutluyum ya." Her zaman ne olursa olsun gönlümü almayı çok iyi bilirdi. Ağzı öyle bir laf yapıyordu ki, ne yapmış olursa olsun bir anda pelte kıvamına geliyordum karşısında.

Çenesini öne doğru uzatarak kuru dudaklarıma sulu bir öpücük kondurdu.

"Seni seviyorum, biliyorsun değil mi? Seni çok seviyorum." Alnını alnıma yasladığında saçlarımızın birbirine karışmasına şahit oldum.

"Biliyorum, sevgilim." Alnını çekerek yanaklarımda bulunan elleriyle tenimi okşadı.

"Peki ya sen? Sen beni seviyor musun? Geçmişteki her şeyi her sabah yeniden unutacak kadar, her gece yeniden beni bağışlayacak kadar seviyor musun?" Kendi ellerinin yanında küçücük kalan ellerimi, parmak boğumlarının üzerine yerleştirdim. Sakin ve yumuşak derisi beni dinlendiriyordu.

"Seviyorum, Tae. Saçlarının ucuna dökülen yeşiller solmaya başladığından beri kahverengilerinde soluyacak kadar seviyorum. Her şeyi unutup, yaşadığımız o acıları bile yeniden hatırlamak isteyeceğim kadar çok seviyorum." Parmaklarının ucunda yükseldi parmaklarım. Saçlarına dokundum, kahverengilerine.

"Acılarını seviyorum, benim güzel Tae Hyung'um. Gözyaşlarımdan öpmeni sağlayan acılarını seviyorum."

-

Uzun bir aradan sonra merhaba.

Ve hoşca kalın.

Sizi

Ve bilhassa seni, caim-v seviyorum.


lilac ¦ kim taehyungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin